15 Ekim 2007

Biraz ısınalım fena mı?

Bir kaç gündür yağan yağmur geçici olarak İstanbul'un su sıkıntısını hafifletecek belki ama dikkatinizi çekti mi, yağdı mı da tam yağıyor, her yeri sel basıyor... Neden acaba?

Türk mantığıyla yaklaşırsak şöyle bir cümle gelir aklımıza,

-E biriktirdi biriktirdi birden patladı tabi gökyüzü...


Biz hala ilkel bir biçimde gökyüzünü ve çevremizi "sinirlenip sinirlenip bir anda sinirini boşaltan insan" gibi düşünsek de, bilimsel gerçekler pek öyle değil.

Bu grafikte 1900'lü yıllardan beri her yıl rapor edilen felaketlerin (ani sıcaklık değişimleri, seller, açlık, fırtınalar vs.) sayısı gösteriliyor, kırmızı olan ise depremlerin sıklığı. Grafikten görüleceği üzere 1960'lardan sonra çok büyük bir ivme kazanmış bu felaketler.

(Kaynak:Pascal Peduzzi (2004) "Is climate change increasing the frequency of hazardous events?" Environment Times, www.environmenttimes.net (c) United Nations Environment Programme / GRID-Arendal)

Diyelim ki 1960lardan sonra daha fazla bilgi paylaşımı oldu, nüfus daha fazla arttı ve bu grafiğin sebebi bu diyelim, o halde 1980'lerden sonrasını gösteren ve depremler ile iklimsel felaketler olan kasırga ve sel baskınlarının sayısını karşılaştıran küçük grafiğin açıklaması ne olabilir? Geçenlerde Samsun'da yaşanan sel felaketini hatırlıyor musunuz? Hani yetkililerin 100 yılda bir karşılaşılan bir yağmurla karşılaştık dedikleri felaket.

Tüm dünyada gözlemlenen kasırgaların şiddeti gün geçtikçe daha da artıyor. Tüm bunların sebebi gökyüzünün kızgınlığı, gökyüzünün dolup birden sinirini boşaltan bir insana benzemesi ya da Allah'ın gazabı değil. Bunların sebebinin bir adı var, bilimsel bir adı; "KÜRESEL ISINMA".

Kimileri bunun dünyada sürekli tekrar eden bir süreç olduğunu savunuyor, her 100bin yılda gerçekleşen bir süreç olduğunu savunuyorlar.


Grafikten görüldüğü gibi dünya varoluşundan bu yana hiç bu kadar yüksek CO2 değerleri ile karşılaşmamıştı. Evet süregelen bir düzen olabilir ama biz insanlar olarak belki de bu düzeni bir daha hiç eski seyrine dönmeyecek şekilde sarsmış olabiliriz.

Ben küresel ısınmanın durdurulabileceğinden şüpheliyim artık, doğa bir dizi zincirleme reaksiyondan oluşur. Şu anda bütün devletler birlik olup karşılarına çıkan tüm lobilere ve ekonomik zorluklara rağmen küresel ısınma için çarpışsa belki derdim ama kendimi aptal yerine koymak istemem. Milyar dolarlık benzin şirketleri milyarlarca yatırımla petrol kuyuları açmışsa adamlar bu kuyular bitip paralarına para katana dek durmazlar. Küresel ısınmanın sorunu ne devletlerle ne de bilinçlenmeyle alakalı. İnsanların kafasında ki mantaliteyle alakalı.

Sürdürülebilirlik... Bu kavram aldığımız her kararı etkilemedikçe birşeylerin değişeceği yok bu dünyada.

Adamların milyar dolarlık petrol şirketleri var sen adama diyorsun ki;

-Bak kardeşim senin yaptığın iş yüzünden çok fazla CO2 salınımı oluyor, bak Küresel Isınma denen bir olay var, yaşadığın yer bir 30 yıl sonra yaşanılmaz hale gelebilir. Sen yatırımlarını çöpe at, durdur bu işi.

Şimdi adam zaten en az 50 yaşındadır, 30 yıl sonra dünyada devasa felaketler olmuş ona ne? Bu yaşadığım yer küresel ısınmadan dolayı batsa bile çılgın gibi para kazanıyorum petrol işinden gider küresel ısınmadan çok etkilenmemiş bir yerde en kral evi alır orada ömrümün son günlerini yaşarım demez mi? Adamın umurunda değil ki sürdürülebilirlik, hem neden olsun ki, adam muhtemelen karısından da boşanmıştır, çocuklarına düzenli para gönderiyordur. Hani çocuklarıma daha iyi bir gelecek endişesi de yok, eh neden umurunda olsun ki dünya?

Şimdi bu adam altın yumurtlayan tavuğunu, yıllardır çalıştığı işini küresel ısınma uğruna bırakır mı? Bu adam altın yumurtlayan tavuğunu kaybetmemek için devlete her türlü lobiyi yapmaz mı? Her türlü rüşvet dönmez mi?

O zaman kandırmayalım kendimizi, küresel ısınma tüm gücüyle gerçekleşecek.

Sürdürülebilirlik kavramı hayatımıza girmedikçe de bu senaryo milyar yıl sonra gene tekrar edecek. (Dünyanın ömrü yeterse) Sürdürülebilirlikte hayatta devletlerin yapacağı ya da şirketlerin yapacağı bir iş değil, bu konu 60'lı yıllardan beri tartışılıyor daha bir Kyoto anlaşması bile tüm dünyada kabul görmedi. O kadar politika, çıkar ilişkilerine bulaşmış ki bu işler, işin içinden hiçbir devlet çıkamaz. Amerika hala petrol için savaşa giriyorsa, kimse gıkını çıkartamıyorsa gittiğimiz yol bellidir. Bu düzen ancak halktan gelecek bir hareketle düzelebilir. Herkes tükettiği kadar enerjiyi kendi imkanlarıyla yenilenebilir kaynaklardan üretebilirse enerji ekonomisi denen şey sekteye uğrar ancak o zaman bişeyler değişebilir. Kimse anlaşmalardan, devletlerden bir hareket ummasın.

Not: Yazı çok karamsar olduğu için özür dilerim ama 2+2=4

Bu yazı Blog Action Day kapsamında yazılmıştır.
Bloggers Unite - Blog Action Day

14 Ekim 2007

Balıklar

Benim bir vizyonum vardı küçükken, nasıl yaşamak istediğime dair, neler yapmak istediğime dair, nasıl mutlu olacağıma dair... O vizyon hala var belki anılarımda ama umudumdan ve aynı motivasyondan kuşkuluyum.

Denizde ki balıklar gibiyiz sanki, bir akıntıyla sürüklenen, debelenen, 3-4 saniyelik hafızayla yaşayan ve tek amacı kendinden küçük balıkları yiyerek büyümeye çalışan. Ben de kendimi bu gruptan ayıramam, çok uzun süre aynı denizde yüzdüm.

Modern insanın hayatında sahip olduklarına bir bakın, oturduğunuz evde hayatım boyunca burada oturacağım diyebiliyor musunuz? Hayatımız boyunca aynı arabayı kullanacağım diyebilir miyiz? Peki ya kullandığımız bilgisayarlar? Giysilerimiz? Cep telefonlarımız? Tek bir soru...

Sürdürülebilirlik hayatımızın neresinde?

İnsan ilişkilerinde de durum pek farklı değil, hatta öyle ki çevremizde sürekli aynı insanların olmasına bile katlanamıyoruz. Hepimiz hayatımızda doğru insanı arıyoruz ama onu bulduğumuzda nasıl tanıyacağımızı, ona nasıl davranacağımızı pek düşünmüyoruz. Sürdürülebilirlik emek gerektirir oysa balıklar olarak neler için emek göstermemiz gerektiğini hatırlıyor muyuz? Çok uzun süre balık olarak kaldık, tekrar insanlaşabilir miyiz acaba?

Şimdi Daft Punk'dan Something About Us dinliyorum, belki bana bişeyler hatırlatır. Umarım.

10 Ekim 2007

Beko MiniBig hakkında

Beko miniBig adında TV'ye bağlayabileceğimiz bir bilgisayar piyasaya sürmüş. Fiyat ve özelliklerini aşağıdaki resimden inceleyebilirsiniz.

Şimdi en ucuz modelinin fiyatı 1400 YTL'ye bir laptop bakalım ve özelliklerini karşılaştıralım. Ben Fujitsu Siemens'den AMILO Pi 1536, hepsiburada.com KDV dahil fiyatı da 1.479,20 YTL yazıyı yazdığım sırada. (acaba Beko'nun bu ürününde fiyata KDV dahil mi?)

Özelliklerini karşılaştırırsak;
  • Fujitsu Siemens'in işlemci hızı 1.83 GHZ, miniBIG'in 1.66 GHZ
  • Fujitsu Siemens'in ekran kartı daha iyi ( ATI Mobility Radeon X1400 128MB)
Bunun dışında Fujitsu Siemens'in kendine özel bir ekranı var 15.4 inch'lik (yani kullanmak için ayrıca TV'ye ihtiyacınız yok) ve kendine özel bir bataryası var, yani yolda falan da kullanabiliyorsunuz. Beko'nun miniBIG'in artısı ise TV kartı olması. O halde durumu eşitleyelim ve dizüstüler için PCMCIA TV kartlarının da fiyatlarına bakalım. AVERMEDIA AVERTV modelimiz var, KDV dahil 97.3 YTL. Şimdi toplayıp hesap yapalım...

miniBIG fiyat: 1399 YTL (KDV dahil mi değil mi bilinmiyor)
Laptop + TV kartı fiyat: 1576.3 YTL (KDV dahil)

Fiyat farkı: 177.3 YTL (eğer miniBIG fiyatına KDV dahilse)
Fiyat farkının getirdiği ekstralar: 15.4 inch ekran, 2.5 saat dayanabilen pil, daha hızlı işlemci, daha iyi bir ekran kartı

Sistemlerin diğer tüm özellikleri ve yapabilecekleri aynı.

Benim Beko'ya tavsiyem: Eminim ki bu cihazı toplarken fiyat araştırması yapmışlardır o yüzden donanım kısmına girmeyeceğim ama keşke açık kaynak bir işletim sistemi kullansalardı ve işletim sistemlerine ayıracakları parayı fiyatta indirim olarak son kullanıcıya yansıtsalardı. Belki o zaman mantıklı bir ürün olabilirdi.

7 Ekim 2007

Türk Blog Yazarları geçici olarak açılmıyor

Güncelleme: Sorun çözüldü, herşey normal :)

Ning sisteminin cumartesi günkü güncellemesi sonrası Türkk Blog Yazarları'nda bir sorun oluştu ve sayfası şu anda açılmıyor. Hemen Ning yönetimini durumdan haberdar ettim, yakın zamanda açılacağını düşünüyorum. Sistem düelince tekrar buradan haber vereceğim.

5 Ekim 2007

İnternet üzerinden müzik satışına yeni bir yaklaşım


Radiohead yeni albümü "In Rainbows" için çok farklı bir satış yaklaşımı sunmuş, albümü indirmek için ne kadar fiyat vereceğinize siz karar veriyorsunuz. Yani fiyatını siz kendiniz yazıyorsunuz, ister 1 pound, ister 100 pound tamamiyle size kalmış. Çok cesur bir yaklaşım bence, yalnız bir şekilde geliştirilebilir. Bu albüm yeni olduğu için henüz hiçbir parçasını dinlemedim, dinlemediğim bir albüme fiyat biçmem bu yüzden zor olucaktır benim için. Bu durumda ancak gruba ve yaptıkları müziğe duyduğum güvene fiyat veriyorum aslında. Ne yapılabilir?
  1. Stream olarak albümün şarkıları web sitesinden dinlenebilir bir önizleme tadında
  2. Düşük kaliteli mp3 formatında (64 bitrate, radyo kalitesi) şarkılar siteden indirilebilir, şarkılar dinlenip beğenildiğinde yüksek kalitelileri indirmek için biz bir fiyat belirleriz ve bu fiyata CD kalitesindeki versiyonu indirilir.

3G adamı olmaktan korkmak



İleride Turkcell 3G adamına dönüşmekten korkuyorum, takside bile iş düşünmekten, karım bebeğimizin cinsiyetini öğrenmek için doktora gittiğinde onun yanında olamayıp küçücük ekranlara duygular sığdırmaya çalışmaktan, yan komşumu cep telefonuma ismi yerine "yan komşum" diye kaydetmekten, kendi evimi gözetlemek zorunda kalmaktan ve sürekli bunun tedirginliğini yaşamaktan, hayatımın çoğu saatini bilgisayar başında geçiren biri olarak şimdi de o bilgisayar ekranını ufak bir cep telefonu ekranına sığdırmaktan korkuyorum...

1 Ekim 2007

Hüzünü seçmek

Amerika'dayken Amerikalı bir arkadaşım şöyle bir genelleme yapmıştı;

- Tanıdığım çoğu Türk'ün yüzünde, gözlerinde bir hüzün var sanki

Geçen gün düşündüm, Türk Sanat Müziği, Türk içkisi Rakı ve melankoli ile olan bağı, Türk edebiyatı, Türk şiirleri, Türk dansları, Türk resimleri...

Gerçekten de "neşeli" diyebileceğim örnekler çok azdı. Peki bunun sebebi ne olabilir?

Şahsen ben de Amerikan kültüründeki abartı ve pek samimi olmayan neşe/hareketlilik eylemlerinden pek haz etmem ve öyle davranamam. (Misal bir partiye girerken eller havaya "whoooahoo" şeklinde tezahürat ile girmek, misal doristos where's the party reklamı vb. birçok bana yapay gelen örnekler... Böyle insanlar var gerçekten yani TV'ler pek abartmıyor olayı)

Bu acaba müslümanlık ile ilgili birşey olabilir mi diye düşündüm. Pek fazla bilgim yok ama türklerin müslümanlığı seçmeden önce de çok neşe saçan bir ırk olduğunu hayal edemedim ama dediğim gibi bu konuda pek tarih bilgim yok.

Bir başka sebep tarih boyunca hep savaşlar görmüş olmamız, zor süreçlerden geçmemiz olabilir mi diye düşündüm ama bazen Afrika kabilelerinin danslarını izliyorum TV'de, onların hareketleri bile daha bir coşkulu/neşeli sanki ve onlar belki de bizimkilerden çok daha büyük dramalar yaşadılar/yaşıyorlar hayatlarında.

Aklıma bir tek coğrafi konum faktörü geliyor, yakın coğrafyamızda ki milletlerde de hüzünün örneklerini görmek mümkün, balkanlar olsun, Yunanistan olsun ya da doğu ve güneyimizde ki diğer komşularımız da olabilir. Sonra düşündüm, coğrafi olarak insanların psikolojisi üzerinde en fazla etkin olan rol güneşin rolü. Güneşi fazla göremeyen ülkelerde sanırım isanlar biraz daha depresif olabiliyor, çok fazla gören ülkeler de ise miskinlik ve bir yorgunluk görülebiliyor. Fakat ne var ki bir Brezilya örneğini düşündüğümüzde oldukça neşeli ve hareketli tavırları dikkat çekiyor, başta belirttiğim Afrika kabileleri de buna bir örnek olabilir mesela. Demek ki güneşin de etkisi değil bizi hüzüne yönlendiren.

Nedir acaba bizi melankoliye, hüzüne yönlendiren... Bilinçli bir tercih mi yoksa çeşitli yönlendirmeler sonucu doğal bir seçim mi kültürümüze bu kadar derinden işleyen hüzün?