29 Kasım 2006

Kara cuma ve kuslar

Pazar gecesi dondum tatilden, acikcasi sehri gezmek yerine daha cok oda arkadasim Khris'in aile fertlerini gezdim demek daha dogru olur. Cogu amerikan ailesi gibi Khris'in ailesi de biraz daginik, ailesi bosanmis, kimi aile fertleri kimileriyle gorusmuyor boyle olunca da herbirinin evine ayri ayri gitmemiz gerekti. Bunun bana faydasi herbirinin evinde ayri ayri sukran gunu yemegi yemis oldum, bunlar bana kilo olarak donucek sanirim. Neyse sehri daha onceden de gezmistim zaten.

Buradaki alisveris cilginligini gozlerimle gordum "Black Friday" denen cuma gununde. Bu gune Kara Cuma gunu demelerinin sebebi de suymus; satis yapan magazalarin cogunlugu yaz aylarinda zarar yapiyormus fazla alisveris yapilmadigi icin ve muhasebede zararlar hep kirmizi ile gosterilmis hesaplarda, yilbasi yaklasirken boyle bir kampanya yapma fikri ortaya cikmis, herkes sukran gunu tatilindeyken kampanya yapalim demisler ve bakmislar ki buyuk bir kar elde etmisler cok satis yapildigi icin o gun. Kar elde edilince muhasebe defterine siyah ile yaziliyormus karlar. Sukran gunu de her Kasim ayinin ilk persembe gunune denk geldigi icin bu gunden bir sonraki satislarin oldugu gune de kara cuma denmeye baslanmis. (bu bilgiyi de gereksiz bilgiler haznenize kaydersiniz artik) Oda arkadasim bir ara beni de surukleyip gel bir magazanin onunde sabahlayim dedi de allahtan sonradan vazgecti.

Neyse bugun derse giderken otobus bekliyordum ve yedigim sosisli sandvicten parcalar koparip kuslari beslemeye basladim. Videoda sonlara dogru siyah kucuk bir kus vardi, onu beslemeye calisiyordum (hem ufak hem de farkli diye) ama hep buyuk olanlar ondan once kapiyorlardi onlari onceden beslemis olmama ragmen. Sonra dunyadaki gelir adaletsizligini dusundum, acaba bu davranisi kuslar mi bizden ogrenmisti biz mi kuslardan? Belki de ikimizin de ortak yani olan hayvansal bir icgududur hep daha fazlasini istemek...


SSL12113
Video sent by mertulas

22 Kasım 2006

Sukran gunu tatili

Sukran gunu tatili bu persembe basliyor, ben de yarin oda arkadasim Khris ile onlarin San Diego'daki evlerine gidicem, araba kiraladik bir haftaligina. Uzun bir yolculuk olucak yaklasik 7 saat gibi ama arabada uyurum artik. Cuma gunu de diger oda arkadasim Kevin'in Laguna Beach'deki evine ugrayacagim sanirim. Aslinda ilk Kevin cagirmisti beni evine ama o ucakla gittigi ve ucak biletleri pahali oldugu icin Khris'le gidiyorum. Neyse sonucta ikisine de ugrayacagim, kirginlik olmasin diye :)

Muhtemelen pazar aksami donerim, bu surede internete pek girebilecegimi sanmiyorum.

Bulut Cocuk


Bulut Cocuk'un yeni bolumu Kara Boyun'u bugun yayinladim.

14 Kasım 2006

Ebay fikri

Ebay'da bir cok dolandiricilik oluyor ve Ebay bunun onunu kesmek icin cesitli onlemler almaya calisiyor. Ne varki hala buyuk bir alim yapicakken (bilgisayar ya da 1000$'in uzerindeki herhangi bir alisveris) Ebay hala bana guvenli gelmiyor, risk gozume buyuk gozukuyor.

Peki ne yapilabilir? Ebay bir depo kursa, dese ki isterseniz %100 guvenli bir sekilde aliminizi gerceklestirebilirsiniz. Satici mali yayinladigi mal tanitimi ile direkt kullaniciya gondermek yerine Ebay'in deposuna gonderse, alici parayi direkt saticiya gondermek yerine Ebay'e gonderse. Ebay mali incelese ve tanitimi yapildigi gibi oldugunu onayladiktan sonra aliciya gonderse ve parayi da saticiya gonderse. Bu Ebay acisindan fazladan harcama gerektiricektir (depo kiralama, urun incelemesi, 2 defa kargo ucreti) ama alici ve satici bu ekstra parayi odemeyi kabul ettikten sonra Ebay'in de isine gelmez mi %100 guvenli bir ortam sunabilmek? Neden sigorta sirketiyle anlasmasinlar diyeceksiniz, cunku sigorta sirketinin davayi incelemesi, karara varmasi, saticiyi bulmasi onlarla iletisimi derken sizin sigortadan parayi geri almaniz en az 2-3 ay surer.

Biliyorum ilk basta kisiden kisiye satis mantigina ters gelse de miktarin ve riskin yuksek oldugu durumlar icin bence mantikli bir cozum olabilir. Bunu bir bakima "ozel musterilerin ozel ihtiyaclari icin ozel cozumler" mantigi olarak dusunebilirsiniz.

Pazarlamada kisisellestirilmis zaman faktoru

Mehmet Bey'in e-posta pazarlamasi ile ilgili son yazisini okudugumda aklima gelen bir kavram, Mehmet Bey'in yazisina da yorum olarak yazdim ama burada da belirtmek istedim.

Esiniz hamile ve yasadigi yerde hamile kiyafetleri bulamiyor ya da sadece kolaylik olsun diye internetten almak istiyor diyelim. Sonucta sizin hamile kiyafetleri satan online satis magazaniza ulasiyor, hamile kiyafetini seciyor sizin 3 aylik - 6 aylik -9 aylik diye kategorilendirdiginiz. Diyelim ki 3 aylik hamile kiyafetini aliyor. Kiyafeti alirkende size email adresini birakiyor. Simdi siz bir satis yaptiniz ama musteriyi kaybetmek istemiyorsunuz sadece bir satisla. O zaman ne yapiyorsunuz? Siz sitenizde ayni zamanda bebek kiyafetleri de satiyorsunuz degil mi? Bir arastirma yapiyorsunuz, hamile kadinlar dogumdan 3 ay once bebek kiyafeti bakmaya basliyor. Simdi siz 3 aylik hamile kiyafeti mi sattiniz? 3 ay sonra hemen bir emaille 0-3 ay cocuk kiyafetlerinizi tanitan bir e-posta gonderiyorsunuz. Yok sizden 6 aylik hamile kiyafeti mi almisti? Hemen siparisten sonra tesekkur emaili ile birlikte 0-3 ay cocuk kiyafetlerinizi tanitan bir email atiyorsunuz. 9 aylik hamile kiyafeti mi satmistiniz? 3 ay sonra 6 aylik bebek kiyafetlerinizi tanitan bir e-posta gonderiyorsunuz. Dikkat edin her hafta butun urunlerinizi tanitan "spam tadinda" bir e-posta yollamiyorsunuz, musterinizi taniyorsunuz, onun surecini taniyorsunuz ve ona gore pazarlama taktigi izliyorsunuz. Baska ne yapilabilir? 3 aylik cocuk kiyafeti sattiniz diyelim, musterinin ihtiyaci baska ne olabilir? Oyuncak, hele zekayi gelistirici bir oyuncak olursa daha da iyi. Ama bir dakika siz oyuncak satmiyorsunuz ki? O zaman online oyuncak satisi yapan bir firmaya gidiyorsunuz, diyorsunuz ki ben size musteri yonlendirirsem benden gelen her satisinizdan yuzde 15% istiyorum diyorsunuz, seve seve kabul ediyor bir sirket. Sonra 3 aylik bebek kiyafeti sattiginiz e-posta da diyorsunuz ki bizim sirketimizde yaptiginiz harcamalardan dolayi bu zekayi gelistirici oyuncaklari %7 indirimli almaya hak kazandiniz. Geriye kalan %8 fark ne oluyor? Sizin cebinize kaliyor cunku tuketicinin surecini izlediginiz ve onun ihtiyaclarini "onun ihtiyaci olan zamanda" karsiladiginiz icin bu payi hak ettiniz. Tuketici de o an ihtiyaci olan bir urunu yuzde 7 indirimle almis oluyor. Ben buna pazarlamada kisisellestirilmis zaman faktoru adini verdim.

Bir de bu mantigi tam tersine kullanan ornekleri inceleyelim, yeni bir MacBook almisiniz Amazon'dan cok mutlusunuz, iyi bir alisveris tecrubesi yasamissiniz. Alisverisinizden tam bir hafta sonra Amazon'dan size yeni bir e-posta geliyor, "Yeni daha gelismis Mac notebooklar cikti!". Bakiyorsunuz hem de neredeyse sizin bir hafta once odediginiz fiyatla ayni... Nasil hissedersiniz sizce? Acikcasi ben kendimi enayi gibi hissederim, moralim bozulur. Moralim bozukken arkadasimla yapacagim muhtemel bir diyalog;

-Mert ne oldu yuzun asik?
-Ya gecen hafta Amazon'dan yeni bir MacBook almistim ya...
-Evet
-Iste bu hafta ogrendim ki hemen yenisi cikmis, benimkiyle neredeyse ayni fiyata, hem de daha iyi ozellikler...

Birden guzel bir alisveris tecrubesi kabusa donustu ve bu tecrube agizdan agiza dolasirken sizin sitenizin adi (Amazon) da bu kotu tecrubenin bir parcasi oldu. Macintosh'un yeni bir model cikarmasi Amazon'un sucu mu? Hayir ama bu talihsiz gelismeyi musterisinin gozune gozune sokup musterisini enayi gibi hissettirmesi, musteriyle arasindaki duygusal bagi bozmasi Amazon'un sucu.

Neden boyle bir e-posta gonderiyor Amazon, cunku siz benzer bir urun aldiniz ve yenisini de almak isteyebileceginizi dusunuyor, yeni bir satis daha yapacagini dusunuyor. Yani sonuca odaklaniyor, sizin surecinize degil. Onceki yazimi hatirliyor musunuz? Surece odaklanin, sonuca degil demistim. Halbuki bu e-posta yerine size satistan 4-5 ay sonra ikinci el ucuz MacBook hafizasi sunsa, size satmis oldugu mevcut bilgisayarin performansini arttiracak. Siz belki baska bir kaynaktan yeni Mac dizustu bilgisayari ciktigini duyacaktiniz ama saticiniz sizin yaninizda zarari azaltmaya calisiyor hissini yakalamaz misiniz? Bundan bir adim otesi ne olabilir? Amazon sattigi her urun icin ureticilerden yeni urunlerinin ne zaman cikmasi beklendigi hakkinda bir bilgi ister, bu sureye yaklastiginda sayfalarinda urunun aciklamasinin ustunde "apple yakin bir zamanda yeni bir urun cikarmaya hazirlaniyor, ilk haberdar olmak isterseniz buraya tiklayin" yazar. Bunu yazarak belki o an yapacagi satisi kaciriyor ama kullanici guvenini kazaniyor, hem de baska hicbir sitenin yapmadigi bir sekilde ve muhtemelen musteri yeni apple bilgisayari ilk olarak Amazon'dan satin aliyor. Anlik sonuca degil surecin getirecegi daha yuksek kazanca odaklanmis olurdu Amazon.

Baska bir ornek, Ecost.com dan bir dijital kamera aldim 5 megapiksel gecen sene, her ay bana yeni cikan 6 megapiksel kameralarin tanitimini iceren e-posta yolladilar. Aferin, sanki ben toptanciyim bunlari Ecost'tan alip baskasina satiyorum, daha yeni almisim kamera ne yapmaya calisiyorsun ki? Cok guzel spam listemde yerlerini aldilar. Halbuki belli bir sure sonra bana hafiza karti tanitimi gosterseler, bana su gecirmez kamera kiliflarini gosterseler...

Bir diger konuda tuketici buyuk bir harcama yaptiktan sonra ayni ay icinde tekrar buyuk bir harcama yapmaz. Bir ay icinde hem buyuk ekran televizyon, hem camasir makinasi hem de buzdolabi alamam, cogu kisi maaslarla gecimini sagliyor. Bir ay icinde 2 tane buyuk alimi kolay kolay kimse karsilayamaz, peki pazarlamacilar bunu niye ongoremiyorlar? Neden yakalamisken adama ne satsam kardir mantigi guduyorlar? Neden guveni kazanma ve ihtiyaclari tanima surecine odaklanmiyorlar? Ben hic pazarlama egitimi almamis olan bir muhendis olarak bunu dusunebiliyorum da onlar neden dusunemiyor?
Degismesi gereken pazarlama mantigi: Musterini ve musterinin surecini tani, onun ihtiyac surecini tani ve buna gore pazarlamani yap, anlik sonuca degil musteri ile kuracagin bag ile olusacak ve sana daha cok para kazandiracak surece odaklan.

Not: Mehmet Bey'e benim bu yazima ilham kaynagi olan guzel yazisi icin tesekkur ederim.

13 Kasım 2006

Diller ansiklopedisi fikri

Yaziyi sese ceviren yazilimlari bilir misiniz? Berbattirlar, hic bir tonlama yoktur. Bir ornegini buradan dinleyebilirsiniz. Bu servis sabah gazetesinin yeni sunmaya basladigi, yaziyi sese cevirmeye yarayan bir servis. Aslinda cok guzel bir yenilik tabi ama daha cok gelistirilmesi lazim. Muhtemelen her kelimeyi okutmuslar ama bilgisayar cumle olarak degil de kelime olarak algiladigi icin tonlama ve ruh eksik kalmis. Peki bu sistem nasil gelisebilir? Oncelikle dilden dile degisen cumle yapisi ve vurgulamayi bilgisayar uzerinde modellemek gerekir.

Bunlari dusunurken aklima soyle bir fikir geldi, wikipedia gibi bir diller ansiklopedisi... Sosyal internet bu mekanizma icin aslinda harika bir firsat. Simdi soyle bir sistem dusunun, dil ansiklopedisini actiginizda once dilinizi seciyorsunuz sonra karsiniza uyelik metini cikiyor, bu metini sizden okumaniz isteniyor tonlama ve vurguya dikkat ederek. Siz okurken ansiklopedi sizin sesinizi kaydediyor ve cumle uzunluguna gore tonlamayi analiz ediyor. Sonuna kadar okuyunca ansiklopedi uyeliginizi onayliyor. Uye olduktan sonra istediginiz bir metini sesli olarak size sunuyor. Milyonlarca kisi uye olursa, milyonlarca analiz sonucunda bilgisayar mukemmele yakin bir sekilde dili konusmayi ogreniyor. Uyeliginizin devami icin belki sizden her uc ayda bir kendi sectigi bir metini okumanizi isteyebilir sistem. Boylelikle dile yeni katilan kelimeleri de analiz edip ogrenme firsati bulur.

Peki bu ansiklopedinin baska ne gibi yararlari olur? Blogunuzda yazdiginiz herhangi bir metini (sistemden kendi sececeginiz bir ses tonuyla) okutabilir ve bir podcast gibi bunu kullanicilariniza sunabilirsiniz. Peki neden kendim kendi sesimle podcast yapmayayim ki diye dusunebilirsiniz ama oncelikle yazi yazarken fikirlerinizi daha derli toplu sunuyorsunuz, dogaclama bir podcast yaparken bu kadar akici ve duzenli konusmaniz zor (onceden yazmadiysaniz konusacaklarinizi, onceden yazdiysaniz da bunu tekrar okuyup podcast haline cevirmek zaman kaybi degil mi?) Sonra cogu kisi zaten kendi sesini begenmez, bu kisiler icin harika bir firsat olucaktir. Dusunsenize takip ettiginiz butun gunlukler, haberler sesli olarak sunuluyor size, yola cikmadan once ipodunuza yukleyip yolda dinliyorsunuz bunlari. Bunun disinda korler icin de buyuk bir yardimi olur bunun haliyle.

Baska nasil yarari olabilir? Bambaska bir dil ogrenirken mesela... Diller ansiklopedisini acip tekrar yapiyorsunuz, ansiklopedi hangi kelimeyi nasil yanlis telaffuz ettiginizi size soyluyor. Baska nasil bir kullanimi olur? Tercume mantigina baktiginizda her zaman yazi uzerinden tercumeye odaklanmis insanlar, halbuki sesli tercume duygulari daha net dile getirmez mi? Diller ansiklopedisine yeni bir kelime eklendiginde bu kelimenin sadece telafuzu degil anlami da kaydedilir. Belli kelime obeklerinin bir araya geldiklerinde olusturduklari farkli anlamlari sistem tonlama farkindan daha rahat analiz edip ogrenebilir. Bu sayede blogunuzu sadece turkce yazip ingilizce ya da istediginiz bir dilde sesli olarak da sunabilirsiniz.

Insanlar istedikleri zaman bu ansiklopediye gonullu olarak da yeni kelimeler ekleyip telafuzunu okuyabilirler. Zaten sirf dil ogrenmek icin milyonlarca kisi uye olur ve uye olurken herkesin telafuz ederek katki sagladigini dusunurseniz kisa zamanda sistem oldukca iyi seviyeye ulasacaktir. Daha bir cok kullanim alani bulunabilir sanirim boyle bir sistem icin. Nasil onu acik bir fikir degil mi? Bence de :)

12 Kasım 2006

Tekellesme, gelisim sureci ve surdurulebilir rekabet ortami

Bu yazida sunacagim fikir utopik ve cok farkli gelebilir, bazilariniz daha 25 yasinda yoneticilik tecrubesi olmayan biri (ben) ne anlar bunlardan da diyebilir ama benim hislerim bu yonde ve cogu zaman hislerime guvenmisimdir.
Simdi bir sirket dusunun, oldukca basarili ve rakiplerinin cok onunde. Kendi alaninda yepyeni bir teknoloji/ bir ilerleme kaydediyor. Bu yeni gelisme ile pazarin neredeyse tek hakimi olabilir. Sonra sirketin ileri gelen calisanlarindan biri sirket toplantisinda diyor ki;

"bu cigir acicak bir gelisme, bu gelismeyi kendi sirketimizde uyguladiktan sonra hemen bu yeni teknolojiyi/ bu yeni mantaliteyi rakiplerimizle paylasmaliyiz"

Sirket muduru suratinda "salak misin sen?" bakisiyla calisanina bakiyor ve diyor ki;

"Sen aklini mi kacirdin? Bu gelisme sayesinde pazarin tek hakimi olacagiz, neden bunu rakiplerimizle paylasalim, boyle birsey yaparsan sadece isinden olmakla kalmazsin hakkinda sirket sirlarini aciga cikarmaktan dava acariz"

Tamam simdi bu diyalog aklinizda kalsin, tekrar donucez.

Simdi bir cocuk dusunun, oldukca intellektuel ve yuksek zeka duzeyine sahip bir cevrede yetisiyor, bir baska cocuk ise normal diyebilecegimiz bir cevrede yetisiyor. Hangi cocugun zeka duzeyi cevresinden olumlu etkilenecektir sizce? Cevre etkisinin gelisim cagindaki cocuklarin zeka duzeyine etki ettigi bilimsel olarak kanitlanmistir.

Simdi de istatistiklerle desteklenmis bir genellemeye bakalim, cogunun ailesi belirli bir refah seviyesine ulasmis beyaz amerikan gencligi ile amerikaya gocmen olarak gelmis ikinci kusak ve dusuk gelirli asyali ailelerin cocuklarini karsilastiralim. Beyaz zengin amerikan gencligi daha cok partilere odaklanirken asya kokenli gencler derslerine daha cok odaklanmakta. Amerika'da universiteye giris sinavi olan SAT sonuclarindaki asyali gocmen cocuklarin basarilari da bu savi destekler nitelikte. Peki bunun sebebi beyaz amerikan gencliginin daha dusuk zekali olmasi mi yoksa ailelerinin ekonomik durumu sayesinde aslinda hayatlari boyunca calismasalar bile belli yasam standartini surdurebileceklerini bilmenin verdigi motivasyon dusuklugu mu?

Bir de etkilesim mantigi uzerine odaklanalim. Onceki yazilarimda yazdigim gibi etkilesim yaraticiligin artmasindaki en buyuk etkenlerden biridir. Medeniyetleri dusundugumuzde herbiri belirli etkilesimler sonucunda cag atlamislardir. Bilimdeki gelismelere bakarsak neredeyse her bir gelisme bir onceki gelismenin uzerine insa edilmistir. Gelisimi ard arda dizilmis domino taslari gibi dusunursek, ilk gelisim basladiginda yanindakini tetikleyecek ve bir sonraki gelisimin de onunu acicaktir. Iste bu domino taslarindan birinin digerinin ustune dusup ona momentum verdigi ani etkilesim olarak dusunebilirsiniz.

2.dunya savasi yillarini dusunun, ilk basta savas zamaninda bilimsel gelismelerin yavaslayacagini tahmin eder insan, stabil bir ortam olmadigi icin, halbuki tam tersine savas zamaninda buyuk bir ivme kazanmistir bilimsel gelismeler. Bunun sebebi ne peki? Ulkeler arasi rekabet. Soguk savas zamaninda uzay yarisini dusunun, her zaman gundemdeydi ayda ilk kimin bayragi dalgalanacak diye, Rusya ile Amerika arasinda buyuk bir yaris haline gelmisti. Amerika bu yarisi kazandi ve rekabet bir bakima sona erdi. Peki sonra ne oldu? Artik uzay ile ilgili haberleri daha az duymuyor muyuz? Aya adim atma yarisindaki gunlerle karsilastirirsak halkin bile ilgisi azalmadi mi bu konuya? Rekabet sona erdiginde gelisim yavaslamadi mi?

Butun bu yaptigimiz gozlemleri sirketler ve mevcut rekabet mantigi uzerinde iliskilendirip modelleyelim. Bastaki sirketimize donecek olursak, sirketimizin bu sirrini hic kimseyle paylasmadigini varsayalim, sirketimiz ongoruldugu gibi piyasanin tek hakimi oluyor, mutlak galibiyet. Rakipleri bir turlu yetisemiyorlar ayni basariya. Her sirketin ideali gibi degil mi? Peki sonra ne olucak? Calisanlar galibiyetin sonucunda yuksek maaslarla odullendiriliyor, rakipler disinda herkes mutlu. Sizce bu sirketten cigir acicak bir baska yenilik tekrar ne zaman cikar? Ihtiyac var mi ki? Motivasyon var mi ki? Calisanlar bir bakima zengin beyaz amerikali cocuklarina donusmeye baslamaz mi? Madem hic bir rakibimiz bize yetisemiyor, acelemiz ne demezler mi? Siz ne kadar gelisime odaklanmis olursaniz olun bu rehavet kacinilmazdir. Bu rehavet ne zamana dek surer? Ta ki bir rakibiniz sizden once daha gelismis bir fikir ile gelip liderligi alana dek. Peki siz niye bunu daha once dusunemediniz, piyasanin hakimiydiniz, herseye tepeden bakiyordunuz, bu gelisimi ilk sizin gormeniz gerekmez miydi? Hayir... cunku motivasyonu kaybettiniz, ilgiyi kaybettiniz, cevresel etkenlerinizi kaybettiniz, buyuk resmi kaybettiniz. Ama nasil olur calisanlarima en yuksek maasi verdim motive etmek, odullendirmek icin, bunu nasil gozden kacirirlar? Zengin amerikan cocuklarini da aileleri en yuksek standartlarda buyutmuyor mu, bu kadar iyi kosullardalar neden derslerine, gelisime odaklanmiyorlar?

Microsoft'u dusunun, hotmail ile yillardir lider bir elektronik posta servisi sunuyordu. Sonra ne oldu? Google 2GB ile geldi. Microsoft bunu yapamaz miydi? Bu yatirimi yapicak parasi yok muydu? En zengin sirketlerden biri... Hayir cunku bunu dusunmedi bile, 25 megabyte ile zaten pazarin hakimiydi, zaten para kazaniyordu, kasip gelistirmeye ne gerek vardi ki. Sonucta para kazanmak degil miydi onemli olan? E sistemini gelistirmezsen biri gelir boyle dagitir marketi, Gmail pazarin hakimi oldu microsoft karsilik olarak en fazla 250MB'a cikartti kapasitesini, komik. Microsoft windows 3.1den sonra windows 95'i cikardiginda ne buyuk bir yenilik, gelismeydi degil mi? (Macintosh'dan calinti bile olsa) Sonra Microsoft ne yapti, rakiplerinin onunu tikadi donanim ureticileri ile anlasti, her bilgisayara "designed for windows" logosunu bastirdi. O zaman insanlar bunu cok akilli bir pazar stratejisi olarak degerlendirdi, tabi ya rakiplerinin onunu kesmis pazarin tek hakimi olmustu. Windows 95'den sonra windows 98, windows 2000 ve windows Xp geldi. Ozur dilerim ama isletim sisteminde macintosh'un katettigi yolu microsoft ile karsilastirirsak microsoft bebek adimlariyla yuruyor hala. Neydi bu gelismelerini yavaslatan sebep? Pazarin tek hakimi olmanin verdigi rehavet ve umursamazlik olmasin? Peki insanlarda tekelcilige karsi bir kin olusmuyor mu saniyorsunuz? Su anda benim donanimim linux uyumlu olsa aninda degistiririm. E o gunler de gelmiyecek mi? Su anda sunucularda pazarin hakimi Linux degil mi?

Rekabet kayboldugunda gelisim yavaslar, rehavet havasi olusur, motivasyon duser, rekabet sayesinde bizi olumlu etkileyen cevresel faktorler ortadan kaybolur. Butun bu anlattiklarim rekabetin onemi uzerine aslinda zaten bilinen seylerdi. Ne var ki hala rekabeti tam olarak tanimlayamadi is adamlari kafalarinda, rekabeti yaris olarak goruyorlar ve sonuca odaklaniyorlar. Rakiplerini rekabet ortaminda ezip lider olmaya. Amerika'da bir donem rekabet o kadar acimasizlasti ki, rakip firmalar birbirlerinin onunu tikamak icin ellerinden geleni yaptilar, hirsla tek amaclari birbirlerini saf disi birakmak oldu. Sonuca, tek hakim olmanin guzel tadina yonlendiler, onlari asil gelistiren, motivasyonu saglayan gelisim surecine, rekabet surecine degil. Domino taslari uzerindeki gelisim ve etkilesim benzetmemi hatirliyormusunuz? Size bu domino taslarinin devrilme surecini (gelisim ve etkilesim sureci) seyretmek mi daha cok zevk verir yoksa sadece son tasin devrilmesini (sonuc) seyretmek mi?

Acimasiz rekabet ortaminda cok paralar kaybedilip pazar kuculdugunde, zorunlu olarak yeni bir mantik dogdu, win-win mantigi (ben kazanayim, sen de kazan) Buna gore sirketler artik birlikte is yaptiklari sirketlere de yardim ediyor, yol gosteriyor. Ornek olarak siz bir mal ureticisisiniz, bir siparis aldiniz ve bu siparisin belli bir gunde musteriye teslim edilmesi gerekiyor. Siz bu siparisi uretene dek bir sure geciyor bir de musterinin eline gecene dek kargoda bir sure geciyor. Siz isterseniz bir gunde uretin bu mali, kargoda 3 gun bekliyecektir. Kendi kargo sirketimi yaratirim bu amator kargocu sirketle mi ugrasicam derseniz hesaplamalari yapinca kendinizin kargo isine girmeniz daha da masrafli. Peki ne yapilabilir? Kendi elemanlarinizi kargo sirketine gonderirsiniz, bu sirketin calisma yapisindaki performans tikanikligini analiz ettirirsiniz ve sonra da onlara sizin isteklerinize yonelik, daha efektif yeni bir calisma duzeni sunarsiniz. Boylelikle bir gunde urettiginiz maliniz sadece 1 gun kargoda yol alir ve rakiplerinizin yapamadigini, siparisten sonra ki iki gunde teslimati gerceklestirirsiniz. Ama enayi miyim ben kendi personelimi baska bir kargo sirketi icin calistirayim derseniz, 4 gune razi olursunuz taa ki rakipleriniz sizden daha hizli uretip ulastirana dek.

Win-win elbette guzel bir mantik ama bir adim otesi de var. Ben buna "surdurulebilir rekabet ortami" diyorum. Bazen rekabet ortaminda bir firma digerlerinin cok onune gecebilir yeni bir gelismeyle, bu olagandir. Iste boyle bir zamanda bu firma bu yeniligi rakipleriyle paylasirsa bir bakima rekabeti guclendirir ve kendi gelisimi icinde bir "oto-kontrol mekanizmasi" yaratmis olur cunku bu yeni gelismeyle rakipleri de ona yetisebilecek ve rekabet ortami devam edecektir. Boylelikle sirketimiz rehavet ortamina girmeyecek ve etkilesimler/gelismeler devam edecektir. Yani artik sirketler sadece birlikte is yaptiklari firmalara degil, rakip firmalara da gerektiginde yardim elini uzatmalidir. Vardigim sonuc sacma mi geliyor? Siz o kadar calismisiniz, yeni bir teknoloji uzerinde, emek vermisiniz sonra bunu rakibe sunuyorsunuz... Cok mu mantiksiz geldi? Siz yeni bir gelismeyle piyasaya ciktiginizda ilk oldugunuz icin zaten buyuk bir basari yakalayacaksiniz, iste sizin emeginizin karsiligi bu. Daha sonra rakiplerinizle bu gelismeyi paylastiginizda rakipleriniz belki sizin fikrinizi bir adim ileriye goturecek sizden one bile gecebilecek, sonra da siz onlarin fikrini bir adim oteye goturebileceksiniz (tipki domino taslari gibi) Market payinizi kaybetmek korkusuyla basari sirrinizi rakiplerinizle paylasmassaniz ne olur? Bir sure tekel olarak lider olursunuz belki, bir sure guzel para kazanirsiniz belki ama buyuk resmi kaybedersiniz, motivasyonu kaybedersiniz ve bir sure sonra beklemediginiz bir anda rakipleriniz onunuze gecer. Dusundunuz mu belki de market payini kaybetme korkusu sizi asil motive eden seydi, calisanlarinizin yaratici olmasini saglayan sey aslinda rekabet ortamiydi.

GM, Daimler Chrysler ve Ford amerikan marketinde kiyasiya ve acimasiz bir rekabet icindeydi, sonra birden ne oldu? Japonya'dan Toyota yukseldi. Hic beklemedikleri bir sekilde. Nasil olmustu bu, japonlar yepyeni bir teknoloji mi kullaniyordu? Hayir, farkli olan teknoloji degil uretim/calisma felsefeleriydi. Sonra bir gun Toyota fabrika kapilarini acti, dedi ki gelin size basari sirrimizi aciklayacagiz. Enayi miydi Toyota'nin yoneticileri? Bu toplu seri uretim mantigindan esnek Lean uretim modeline gecis mantigini kendilerine saklasalar rakipleri belki de bunu yillar boyu kesfedemiyecekti. Neden bunu acikladilar peki? Cunku bir diger felsefeleri "kaizen" yani surekli gelisim bunu gerektiriyordu, surekli gelisim icin rekabet sartti, tekel olmanin gelisimlerini durduracagini ongormuslerdi. Adamlarin amaci piyasanin tek hakimi olmak degildi ki, adamlarin tek derdi kendi gelisimlerini surdurebilmekti cunku gelisim oldugu surece basari zaten gelicekti. Kaizen'i bati dunyasi sadece "kendi icinde surekli gelisime odaklanmak" olarak yorumladi halbuki Kaizen'in mantigi once kendimi sonra cevremi dolayisiyla da tekrar kendimi gelistirmek idi. Kaizen'de onemli olan sonuc degil, surectir. Lise yillarinizi gozunuzun onune getirin, akliniza ilk diplomanizi aldiginiz an mi geliyor yoksa tum o yillar boyunca biriktirdiginiz anilar mi geliyor? Surec basarili gecmisse zaten diploma bunun sonunda alinacaktir merak etmeyin.

Sonuc olarak surece odaklanin, surecleri gozlemleyin, surecleri hedefleyin sonuclari degil.

11 Kasım 2006

Vizyon sahibi olmak ve Ataturk

Nasil bir vizyon sahibi olunur? Gecmise donup baktigimizda karsimiza cikan o buyuk liderler sahip olduklari vizyonu nasil kazandilar, bu vizyonu nasil paylastilar ve bunu gerceklestirmek icin neler yaptilar?

Herkesin bir vizyonu vardir ama cogu zaman "kisisel vizyonlar" guzel bir hayat surmenin otesine gecmez. Bu vizyonlar nasil olusur peki? Onceki yazimda bahsettigim gozlemler sayesinde. Cogu birey etrafinda gozlemledigi ve kendilerini mutlu, rahat hissettiren seylere odaklanir, onlari elde etmek ister, onlarin hayalini kurar. Kimi icin bu paradir, kimi icin mutlu bir aile, kimi icin statu. Iste ne var ki bunlarin hepsi bir "kisisel hayal ya da amac" olmaktan oteye gecemez, bunlar bana gore bir vizyon degildir.

Bir vizyonu "Vizyon" yapan nedir peki? Bir vizyonun milyonlarca kisiyi etkilemesi nasil olur? Oncelikle bir vizyon kesinlikle bencil ve subjektif olamaz, sadece kendi cikarlarini gozeten bir insanin asla bir vizyon sahibi olabilecegini dusunmuyorum. Vizyonlarin olusum surecine bakarsak; kisi cevresini gozlemler ve yasadigi sistemde eksik gordugu mantaliteleri, gelistirilebilecek olgulari farkeder. Bu gozlem sureci sonunda kisi kafasinda olabilecekleri dusunur ve kendine gore ideal bir sistem hayal eder. Bence bu asamada hala bu bir vizyon degil utopyadir. Peki vizyon ile utopyanin farki nedir? Vizyon yaratmak icin sadece kendi ihtiyaclarimizi degil, yasadigimiz cevrenin de ihtiyaclarini cok iyi gozlemlememiz gerekir, cevremizdeki insanlarla empati kurabilmeli ve onlarin ihtiyaclarini da gozlemleyebilmeliyiz. Cogu kisi bu ihtiyaclarinin farkinda bile degildir cunku yasadiklari hayat disinda baska bir hayat dusunemezler bile ama "vizyon sahibi kisi" bu insanlara disaridan bakip onlarin ihtiyaclarini fark eder ve kendi vizyonunda bu ihtiyaclara da yer verirse "utopyadan vizyona gecis"te ilk adimi atmis olur. Ikinci adim ise mantikli bir planinizin olmasi gerekir, sadece ideal bir gelecegi dusunmek hayalcilikten oteye gecemez cunku.

Bu plani nasil insaa edersiniz peki? Oncelikle yasadiginiz donemi ve gelismeleri cok yakindan takip etmelisiniz, her gelismeyi gozlemlemeli ve vizyonunuzda nasil bir yere sahip olacagini dusunmelisiniz. Bu gelismelerden mutlaka bazilari vizyonunuzu gerceklestirmek icin bir firsat olarak karsiniza cikacaktir. Bunun disinda toplumda aktif, katilimci ve uretken bir birey olmalisiniz. Bundan sonra zaten hersey kendiliginden olusacak, taslar yerine oturacak ve ne yapmaniz gerektigi net bir sekilde onunuzde duracaktir.

Son asama olarak da bu vizyonunuzu insanlarla nasil paylasacaksiniz? Onlara nasil ifade edebilirsiniz daha once hic hayal bile etmedikleri bir seyin onlar icin daha iyi olacagina? Onlarla ayni dili konusarak... Onlarin ihtiyaclarini biliyorsaniz, onlara karsi empati duymussaniz ve bu vizyonu onlar icin yarattiysaniz, o zaman kendinizi ifade etmeniz sandiginizdan daha kolay olacaktir.

Simdi tum bu anlattiklarimdan sonra Ataturk'un hayatini dusunun; yikilmak uzere olan hasta bir devlet, tum kuvvetli yabanci ordular harita uzerinde coktan bolmus topraklarimizi, isgalcilerle isbirligi icinde olan bir padisah, 1.Dunya savasindan yeni cikmis yorgun ve yoksul bir millet... Ve Ataturk diyor ki "Bu milleti tum isgalcilerden kurtaricaz ve bagimsizligimizi ilan edicez" Bu kosullar altinda boyle bir aciklama cogu kisiye utopik gelmistir ama Ataturk'un sadece hayalleri degil, bir plani, bir vizyonu vardi. Yillarca cephede savasirken kendi halkini ve mevcut medeni devletleri gozlemlemisti, devamli olarak orduda ve toplumda aktif bir rol almisti ve butun gelismeleri kendi vizyonu icin takip ediyordu. Padisah onu isgalcilerin istegiyle Samsun'a gonderdiginde o bunu bir surgun olarak dusunmedi, o bunu turk halkina vizyonunu anlatmak icin bir firsat olarak gordu ve sonra butun kongrelerde bu vizyonunu onlarin dilini konusarak anlatti, sadece hayalini degil bunu nasil basaracaklarini neler yapmalari gerektigini, kafasindaki plani anlatti... Bundan sonrasi kolay miydi? Hayir hic degil ama ona inanan ve ayni vizyonu paylasan milyonlar ile hareket ediyordu artik. Sonunda zafer kazanildiginda Ataturk sadece bir asker olsaydi, bu vizyonu sadece ulkenin basina gecmis olmak icin yaratmis olsaydi sonrasinda bunca devrimi gerceklestirir miydi? Ataturk icin ozgurlugun kazanilmasi vizyonu icin gerekli olan ilk bolumdu sadece, bundan sonra asil turk halkinin hayal edemedigi hayati onlara gostericekti ve omru yettigi kadariyla da bir cok seyi gosterdi. Cumhuriyet donemindeki fotograflara bakin, sadece Ataturk'un fotograflarindaki kendine guveni ve isiltiyi gozlemlemeyin, Ataturk'un cevresindeki insanlarin gozlerine bakin. Bazen fotograflar kelimelerden fazla sey ifade eder, neredeyse hepsinin gozlerinde bu vizyonu yakalayabilirsiniz, Ataturk'un dusuncelerini o donem belki hicbiri tam olarak anlayamasa bile ilerlemenin verdigi o isiltiya sahipti herkes. Peki simdi Ataturk'un olumunden sonra aradan gecen altmis sekiz yil sonunda ne oldu? Ben bugun ki siyasetcilere baktigimda hic biri bana o vizyonu vermiyor, cogu onu bunu kirmadan nasil oy toplarim, nasil iktidar olurum derdinde. Ulkemiz oyle bir halde ki gunu kurtaralim, bugunku dunya duzeninde ezilmeyelim yeter mantalitesi mevcut. Ne oldu ulkemizin vizyonuna? Ne oldu gozlerdeki o kivilcima? Altmis sekiz yil boyle buyuk bir vizyonun unutulmasi icin yeterli olmamaliydi, bu vizyon yuzyillar boyu nesilden nesile akmaliydi. Ben on kasimlarda Ataturk'un olumunu dusunmuyorum, kazandigimiz zaferleri, cumhuriyeti dusunmuyorum. Ben her on kasimda bu vizyonu dusunmek istiyorum cunku biliyorum ki bizi bir butun olarak ileriye goturecek sey bu vizyondu, beni tarih dersinde heyecanlandiran bu vizyondu. Bugun ulkemizin vizyonu budur diyememek beni uzen, Ataturk'un olumu degil.

Yeni dunyada vizyonunu kaybeden sadece devletler mi? Cogu sirkete bakin hepsinin "sozde" bir vizyonu vardir, hepsi sozde ulke cikarlari ve gelisime baglar vizyonunu. Hicbiri size samimi geliyor mu? Acikcasi bana gelmiyor, ben sirketlerin vizyonlarini okurken bile "ne zaman kaybi" diyorum kendime. Cengiz Catalkaya'nin Marketing Post adli guncesinde Sergio Zyman'in (Coca Cola'nin efsanevi pazarlama muduruymus) sozlerini okudum;
Yenilik diye bir şey çıkardınız, para kazanmayı unuttunuz! Şimdi ve hemen para kazanın! Yarın ya da yıllar sonra değil. Tam şimdi. Nakite dönüştürün fikirlerinizi ve büyüyün. Piyasayı ne kadar çabuk kaplarsanız (bknz. Coca Cola, P&G ) o kadar çabuk büyürsünüz.
Ozet gecmek gerekirse para, para, para diyor kendisi. Bir pazarlamacinin amaci dogal olarak bir urunu mumkun oldugunca iyi pazarlamak ve bundan para kazanmaktir bunda suphe yok ama bu yaklasimla bir insana yaklasirsaniz "para kazandigim surece nasil kazandigim, pazarlarken hangi etik degerleri cignedigim onemli degildir" diye dusunmez mi? Cogu Amerikan sirketi calisanlarin islerine yeterince bagli olmadiklarindan, sirketleri ile bir dusunemediklerinden, motivasyon dusuklugunden yakinir. Eger bir sirketin motivasyonu "para kazanmak" ise ozur dilerim bu benim icin yeterli degil, ozur dilerim benim hayallerim ve yaraticiligim bu kadar ucuz degil, ozur dilerim para benim kendimi bir butun hissetmeme ve bir amac ugruna calistigimi dusunmemi saglamiyor. Eger para tek basina mutluluk gostergesi olsaydi, gelismis ve belli refah duzeyine ulasmis ulkelerde bu kadar cok anti-depresan satilmazdi. Bir vizyon sahibi olmak ve bu yolda para kazanmakta hicbir yanlis yok, vizyonunuz "para kazanip tekel olmak" uzerine kurulu olmadigi surece.

Internet'te yeni baslayan Web 2.0 akimini dusunun, bu akim neden bu kadar heyecana ve canliliga yol acti? Insanlar tekrar internet uzerinde projeler kurup para kazanabildikleri icin mi? Para herkes icin onemli bir etken ama bence asil heyecani yaratan Web 2.0 nun, sosyal internetin altinda yatan mantaliteydi "Power to the people" (Gucu insanlara/halka verin) Surekli tarafli medya kuruluslari, sadece para pesinde kosan sirketler, kisitlayici ve kontrolcu mantalite... Tum bunlardan sikilmisti insanlar ve birileri bunu gozlemledi, baska birileri buna uygun altyapiyi hazirladi (sunucu tabanli programlama dilleri, stream edilebilen(akici?) medya) ve iste tum bu teknolojik gelismeleri gozlemleyen ve vizyon sahibi insanlar da gucu ve kisitlama yetkisini kullanicilara devreden sistemler insa ettiler. Amerika'da ve dunyada milyonlarca insanin kullandigi Craigslist'i ve ardinda yatan vizyonu okuyun. Bugun silikon vadisinde calisan yeni mezun bir muhendise sordugunuzda hemen hemen hepsi Web 2.0 mantigindaki bir firmada calismak ister cunku gelecegi burada gorurler. Google ve Microsoft arasinda secim yapmalari gerektiginde Google'u secerler, cunku bu insanlar bu vizyona inaniyorlar ve kendilerini bunun bir parcasi olarak gormek istiyorlar.

Bu konuda sanirim saatlerce konusabilirim ama baglamak gerekirse, calistiginiz sektor, yaptiginiz is ne olursa olsun bunda gelistirilebilecek yonleri dusunun, kendinizi adiyacak bir yon bulun, kendi alaninizda vizyon sahibi olan yenilikci insanlari arastirin. Vizyon sahibi olmak icin illa ki bir vizyonun lideri olmaniz gerekli degildir, ayni vizyonu paylasan diger insanlara katildiginizda da ayni mutlulugu ve doyumu hissedersiniz. Bu vizyonu ileri tasiyabilirsiniz, yeter ki icinizdeki isiltiyi kaybetmeyin, gun boyu sikintidan ne yapacagini bilemeyip sacma seylere prim veren bir birey olmayin. Bugun ki duzen hosunuza gitmiyorsa degistirebilirsiniz kosullar ne olursa olsun. Kendinizi degersiz ve umitsiz hissettirmelerine izin vermeyin. Her yil 10 kasimda vizyonunuzu ve bize bu vizyonu sunan insani hatirlayin.

9 Kasım 2006

Yaratici cozumleme yetenegine sahip takim arkadaslari ariyoruz

Zeynep Ozata blogunda cok guzel bir yazi yayinlamis. Ben bir muhendis ve muhendislik yonetimi okuyan biri olarak buna ekleyebilecegim bir iki sey var. Once Zeynep hanimin yazisini okuyun isterseniz. Asagida yazidan bir alinti;
"Ancak, bu ilişkiyi kurabilmeniz ve çözüm önerisini geliştirebilmeniz için sezgi, yaratıcı hayal gücü, keskin zekâ, şans ve tesadüfler yanında sahip olmanız gereken bir şey daha vardır. O da, kafanızın bu ilişkileri kurmaya hazır olması, yani yeterli bilgi donanımına sahip olmanızdır. Aynı o büyük bilimsel buluşları ortaya çıkartan bilim adamları gibi. Bu bilim adamlarının hayatına baktığımızda, hepsinin çok değişik alanlarda bilgi hatta uzmanlık sahibi olduklarını görüyoruz. İşte bu çeşitlilik, bir yandan sorunların belirlenmesinde bir yandan da soruna çözüm önerisi getirirken kurulan ilişkilerde kendini gösteriyor. Tesadüfler, bu ilişkileri kurabilen kafalarda buluşlara dönüşüyor."
Burada onemli noktalardan biri belli bir konuda uzmanlasmanin yaninda diger bircok degisik alanlara da acik olup bunlarda da yeterli bilgi ve birikim sahibi olmamiz gerektigidir. Boylelikle bu farkli alanlar arasindaki iliskileri kurabilir ve genel tabloya uzaktan bakabiliriz. Iliskilendirme muhendislik veya bilim egitimi almis olaylara odaklanabilen, surekli gozlem yapan ve objektif bakabilen insanlar icin cok onemli bir kavramdir.

Eger kendi yarattigim bir akis diyagrami uzerinde gostermek gerekirse;

Gozlem => Bilgi birikimi => Iliskilendirme => Yaraticilik => Metholodoloji => Cozumleme

Gozlem: Hergun farkinda olmasak bile yaptigimiz birsey, daha iyi bir gozlemci olabilmek icin bence empati yetenegimizi gelistirmemiz lazim, sokakta gordugunuz herhangi bir insani izlerken bile onun gozunden bakmaya calisin, onemsiz gorunen detaylari dusunun.

Bilgi birikimi: Sadece kendi alaninizda degil butun alanlara acik olun, baska alanlarda harcadiginiz zamani bosa gecen zaman olarak dusunmeyin zira bu bilgiler hic beklemediginiz bir anda iliski kurmaniza yardimci olabilir. Her turlu bilgiye acik olun, soru sorun, cevaplarini arayin.

Iliskilendirme: Eger iyi bir gozlemciyseniz ve yuksek bir bilgi birikimine sahipseniz, iliskilendirme ister istemez kafanizda olusacaktir. Muhtemelen "su bilimde bu boyle olmustu, acaba ayni mantikla burda da isleyebilir mi, ayni sekilde modelleyebilir miyim?" sorusu ya da "bu alandan edindigim bilgi birikimine gore boyle bir ihtiyac mevcut ve aslinda bu ihtiyac bir diger bilimde ogrendigim teknikle rahatca cozulebilir belki de" cinsinden sorular kafanizda olusur. Sadece kafanizda objektif dusunmeye baslayin ve kafanizdaki "ne alakasi var canim" bariyerini yikin.

Yaraticilik: Yaraticilik nasil olusur? Sizce gozlem ve bilgi birikimi olmadan yaraticilik olusabilir mi? Yaratici bir ressam yaptigi resimlerde aslinda sadece duygularini gozlemleyip bu gozlemlerini sanat bilgisi ile yogurup bize aktarmaz mi? Yaraticilik sadece gozlem ve iliskilendirme surecinin sonucunda kafanizda olusan bir kivilcimdir. Yaratici fikirler cok ani geldikleri gibi aniden hafizamizdan silinebilirler de, not almayi aliskanlik haline getirin.

Methodoloji: Bu noktadan sonra fikir aklinizda, sadece nasil gercege donustureceginizi bilmiyorsunuz. Eger bu bilimsel bir fikir ise nasil bir deney ile bu tezinizi kanitlayabilirsiniz? Eger bu bir is fikri ise nasil fikrinizi pazarlayabilirsiniz, nasil finansal destek bulabilirsiniz? Yardimci olmasi icin benzer fikirlerin gecmiste nasil hayata gecirildigini, benzer deneyleri inceleyebilirsiniz.

Cozumleme: Fikrinizi gercek hayata uyarladiniz, peki bu sonuclari nasil cozumleyebilirsiniz? Deney sonuclari elinizde peki bunlari nasil yorumlayabilirsiniz? Belki bu cozumunuz farkli alanlarda da isinize yarayabilir, fikrinizin kullanilabilecegi diger alanlar neler? Bu cozumlemeyi yaptiktan sonra elinizdeki yeni verilerle tekrar bir iliskilendirme kurabilir misiniz? Fikrinizi nasil gelistirebilirsiniz? Son olarak butun bu sorulara da cozumleme kisminda cevap arayabilirsiniz.

Bugun ulkemizde (ve belki de dunyanin cogu yerinde) verilen egitimi dusunun. Bize verilen egitim ne? Cogunlukla sadece belli bir alanda bilgi birikimi, muhendisler belki gozlem yeteneklerini de gelistirir biraz ama bize gene de hicbir zaman nasil daha etkili gozlemler yapabiliriz ogretilmez. Biz kafamizda belli bir iliskilendirme kurup ogretmenimize bu iliskiyi sordugumuzda cogu zaman "konuyu dagitma" denir. Sonra mezun olunca da bize yaratici olun denir, nasil yaratabilirim ki kafamda sadece bana yillarca verdiginiz sorgulamadigim bir bilgi birikimi var (cogu gercek hayatta kullanamadigim icin unutulan) ... Methodoloji belli bir bilim okuyan insanlara ogretilir biraz, o da sadece belli deneyleri yapmalari gerektigi icin, bunun disinda yaratici olup aklimiza bir fikir gelse bunu nasil gercek hayata uygulayacagimizi bilemeyiz bile, unutulur gider o fikirler. Cozumleme kismina ulasabilmis az sayida zihin ise bu kisimda sadece kendinden beklenilen cozumlere ulasir, bir vizyona sahip olup o cozumu genel bir bakis acisiyla yorumlamakta gucluk ceker.

Iste boyle bir egitim surecinden gectikten sonra is aramaya baslariz, sirketlerin bizden beklentisi neler acaba? "Yaratici cozumleme yetenegine sahip takim arkadaslari ariyoruz." Oldu, hep birlikte arayalim, bulursaniz parmakla bana da gosterin.

Sonuc olarak egitim sistemimizin, egitim mantalitesinin gunumuz dunya kosullarina ayak uydurmasi icin koklu bir degisiklige ihtiyaci var. Eger siz coktan egitim hayatinizi noktaladiysaniz hala gec degil, yukaridaki akis diyagramini takip edin;
  • gozlemlemelerinizi daha dikkatli yapin, empati yeteneginizi gelistirin
  • diger alanlardaki bilgilere acik olun, sizin kendi uzmanliginizdan ne kadar uzak olursa olsun
  • yaraticilik aklinizin sinirlarini kaldirdiginizda daha rahat ortaya cikar, "olmaz oyle sey" bariyerlerini yikin
  • basari oykulerini izleyin, basaranlarin nasil bir method izledigini gozlemleyin
  • cozume ulastiginizda cozumu dikkatlice ve genis bir perspektif ile yorumlayin, gecici cozumlere degil bir vizyona odaklanin.
Peki bir ogretmenseniz ve yukarida yazdiklarimda bana hak veriyorsaniz ogrencilerinize nasil bir egitim verebilirsiniz bu dusunce mantigini kazanmalari icin?
  • Ogrettiginiz bilgi ne olursa olsun bu bilginin gercek hayatta nasil ve nerelerde kullanildigini aciklayin (yeni bir konu ise hangi alanlarda kullanisli olabilecegini), bu ogrencilerinizin ogrettiginiz konuyu daha somutlandirmasina ve gercek hayatta uygulamasina yardimci olacaktir, konuya daha fazla onem vericeklerdir ayrica akillarinda daha uzun sure kalicaktir.
  • Ogrencilerinizden ogrettiginiz konuyu herhangi baska bir bilimdeki bir mantikla benzestirmelerini isteyin odev olarak(en alakasiz gorunen bilimler arasinda bile, matematik ve tarih gibi), bu onlarin olaylar ve bilimler arasindaki iliskilendirmelerine yardimci olacaktir. Boylelikle ogrencileriniz konuyu derinlemesine anlamak zorunda kalicaklar ve baska bir bilimi de inceleme geregi duyacaklardir.
  • Ogrencilerinize yeni ogrettiginiz konu ile ilgili gercek hayattan bir sorun verin, bu sorunu nasil cozulebilecegi hakkinda fikir yurutmelerini isteyin ya da ogrencilerinize sorun; bu ogrettigim kavrami gercek hayatta nerede ve nasil kullanabilirsiniz diye
  • Onlara yaratma firsati verin, onlari sadece kucuk bilgisiz ogrenciler olarak gormeyin, fikirlerine deger verin ne kadar sacma gorunseler bile. Bu onlarin kafasindaki "ben kimim ki", "olmaz oyle sey" bariyerlerini yikacaktir. Fikirleri sacma gorunuyorsa onlara hayir deyip dogru cevabi vermeyin, onlari dogru sorularla yonlendirip dogru mantiga kendilerinin ulasmasini saglayin boylelikle dusunme mantiklari gelisecektir.
  • Bir bilgiyi anlattiginizda bu bilgiyi ilk bulan kisiyi ve nasil boyle bir bilgiyi buldugunu anlatin, cogu bilgi bir gereksinim sonucunda dogmustur. Eger bu tarihsel bilgiyi sizde bilmiyorsaniz arastirin ve ogrenin. Bu ogrencilerinize neden-sonuc iliskisini ogretecegi gibi methodoloji hakkinda da bilgi verecektir.
  • Onlara bir bilgiyi sunun ve bunu nasil kanitlayabileceklerini sorun, cevaplar yanlis ise tekrar dogru sorularla onlari yonlendirin dogru cevaba. Sinifinizda sakin bir tartisma ortami yaratin.
  • Ogrencilerinize sadece sorunun cozumunu sormayin, bu cozumun etkilerini sorun, bu cozumun baska hangi kavramlara etki edecegini, nerelerde ve nasil kullanilabilecegini sorun. Bu onlarin cozumleme yetenegini gelistirecektir.
Son olarak bu yaziyi neden yazdim ben? Bu fikirler hep kafamdaydi belki ama karisik olarak duruyorlardi oylece. Zeynep hanimin yazisindan etkilenmeseydim bunlari yazabilir miydim? Paylasin ve paylastirin, dogacak etkilesimle bilgi katlanarak artacaktir.

8 Kasım 2006

6 Kasım 2006

Amerikan futbolu

Gecen cumartesi oda arkadaslarimla ilk defa amerikan futbolu macini seyretmeye gittim, California (Berkeley) ile UCLA arasinda oynanan buyuk maclardan biriydi. Arkadaslarim kurallari anlattilar biraz, aslinda zevkli ama bana gore biraz yavas bir oyun yani bekleme suresi cok, futbol gibi akici degil. Sonucta 38-24 bizim takim (California) kazandi. Neyse disariya cikip bu atmosferi gormek de hosuma gitti aslinda. Belki firsat bulabilirsem bir beyzbol macina da gitmek istiyorum. Bu arada asagidaki cektigim videoda daha cok devre arasinda yapilan gosteriler, bando takimi ve ponpon kizlar mevcut. Eger macin onemli ozet goruntulerini izlemek isterseniz onlarda burada.

Bu arada gecen hafta sali gunu gittigim Placebo konseri guzeldi ama konserin yapildigi yer buyuk bir kapali tiyatro salonuydu ve o salonda amplifikatorlerle konser verilince ses kalitesi pek hos cikmadi. Bir suru de video cekmistim, buraya koyucaktim ama videolari sonradan izledigimde ses cok gurultulu oldugu icin kameram sacmalamis, goruntuler var ama sesler yerine sadece bir bogultu var onun icin koymadim. Ama siki durun 6 Aralik'ta hangi konsere gidiyorum? Damien Rice :)

4 Kasım 2006

Murat Kurnaz ve integrasyon

Bugun ki New York Times gazetesini okurken gozume soyle bir haber carpti. Murat Kurnaz, 24 yasinda Almanya dogumlu, 2001 yilinda Pakistan'i ziyareti sirasinda (11 eylul saldirilarindan bir ay sonra) tutuklaniyor islami terorist baglantili oldugu suphelenilerek ve once Afganistan'daki bir amerikan hapishanesinde sonra ise unlu Guantana-mo Bay hapishanesinde dort bucuk yil tutuklu kaliyor ve bu sure icinde cesitli iskenceler gordugunu soyluyor, ozellikle de Afganistan'daki hapishanede kaldigi sure boyunca. Tabi ki Pentagon bu iddalari yalanliyor.

Isin ilginc yani ise 2002 yilinda Amerikan hukumeti onu Almanya'ya, dogdugu ulkeye geri gondermek istiyor ama Almanya tarafindan bu istek red ediliyor! Raporlara gore Almanya'nin onerilerinden biri de onun Turkiye'ye gonderilmesi yonunde oluyor. Almanya dogumlu ve Almanya'da yasayan birini neden Turkiye'ye gonderelim diye Amerikali yetkililerde saskinlik yasiyorlar hakli olarak. Sonucta red edildigi icin Amerika'nin unlu cezaevinde tutuklu kalmaya devam ediyor 3 yil daha ve gectigimiz agustos ayinin sonlarinda sucsuz olduguna kanaat getirilerek serbest birakiliyor. Haliyle ulkesi Almanya'ya donuyor ama yasadigi yer Bremen'de alman yayin organlari tarafindan kendisinden "Bremen'in Talibani"diye bahsediliyor. Almanya hukumeti tarafindan tekrar yargilaniyor El-Kaide baglantilari olabilir diye (amerikan hukumeti tarafindan dort bucuk yil tutuklu tutulup, yuzlerce kez sorgulanmasi sonunda sucsuz olduguna kanaat getirilip serbest birakildiktan sonra) Almanya hukumeti de bu konuda hicbir delil bulamiyor ve sucsuz olduguna kanaat getiriyor.

Oncelikle cogu avrupa ulkesi gibi Almanya da Amerika'nin unlu Guantana-mo Bay hapishanesine siddetle karsi ciktigini savunuyordu ama anlasilan o ki orada yatan "turk asilli" bir almanin o hic tasvip etmedigi hapishanede bir kac yil daha yatmasina hicbir itirazi bulunmuyor. Ikiyuzlulugun siniri yok sanirim.

Hani hep medyamizda "Almanya'da yasayan turk vatandaslari alman kulturune adapte olamadi" derler ya, sanirim uzaktan konusmak kolay cunku bana gore adaptasyon cift yonlu olmalidir. Bir taraf kendi ulkesinde dogan birisine "gercek bir vatandas muamelesi" bile yapmiyor, Turkiye'ye gonderin diyorsa integrasyon yollari bastan kapali demektir.

Kaynak: New York Times, 4 Kasim 2006 (haberi okumak icin tiklayin)