politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Eylül 2012

Kral Çıplak

 Kral yeni elbiseleri ile saraydan çıkıp dışarıda tören için toplanan halkın önüne çıkmış tüm edasıyla kırmızı halıda yürüyerek, töreni izlemeye gelen halk kralı çıplak görünce çok şaşırmışlar ama hiçbiri idam riskini göze alıp birşey diyememiş. Sonra kalabalıktan küçük bir kız çocuğu haykırmış;

-"Kral çıplak!"


Size de sanki dışarıda savaş var gibi gelmiyor mu, üstelik tek bir savaşta değil her yönden bir çok savaş;


  • %50'lilerin savaşı
  • Yıllardır Doğu ve Güneydoğu'da süren savaş , medyada terör deniyor ama kimse birbirini kandırmasın orada bildiğimiz bir savaş var 
  • Suriye-Türkiye savaşı, işin komiği bu savaş bizim savaşımız da değil, hani İngilizler Avusturalya'dan, Hindistan'dan taa Çanakkale'ye savaşmak için alakasız insanları topladılar ya, artık modern çağda yol masrafları göze batıyor hazır komşusu Türkiye var o savaşsın diyorlar. 
  • Devlet ile ordunun savaşı
  • Yargının hukukun savaşı
  • İnsan hakları savaşı
  • İmam hatiplerin savaşı
  • Baş örtüsünün savaşı
  • Cemaat ile hükümetin iç savaşı
  • Çocuk doğurtma savaşı
  • Telekulak savaşı, kim kiminle nerede ne zaman ne yapmış
  • Mahalle baskısı savaşı

Bu liste daha uzar gider ve bu savaşlarda kim haklı taraf kim haksız taraf tartışmalarını da boş verelim ama kimse alenen dışarıda bir savaş var diyemiyor, ne devletten, ne medyadan, ne de halktan küçük bir kız çocuğu çıkıp da bu ülkede savaş var diyemiyor. 


Tıpta bir hastalıkla savaşırken önce o hastalığın tanımı konulur, adı konulur, ondan sonra nasıl mücadele edilebilir o tartışılır. Biz ise kötü ve hasta hissediyoruz ama bugünü de sağ çıkardık bir şekilde, yarın ola hayrola deyip geçiriyoruz günleri... 

19 Temmuz 2011

Şüpheli bir durum yok, dağılın

İngiltere'de patlayan telekulak skandalında skandalın ortaya çıkmasına yol açan ve kapatılan "News of the World" gazetesinde eski magazin muhabiri Sean Hoare çalıştığı gazetesinin sıklıkla telefonları yasadışı olarak dinlendiğini itiraf etmişti, bunun üzerine polisin gözaltına aldığı Sean kefaletle serbest bırakılıyor ve serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra ise dün polise gelen ihbar ile evine gidiliyor ve ölü olarak bulunuyor.

Polisin yaptığı açıklama;
''Ölüm sebebi şimdilik belirsiz, ancak şüpheli bir ölüm olduğunu düşünmüyoruz''

Adamın yaptığı itiraf yüzünden İngiltere'nin 168 yıllık en eski gazetelerden biri kapatılıyor, milyarder işadamı Murdoch inanılmaz bir maddi bir zarar görüyor, kredibilitesi çöküyor tüm gazetelere sayfa sayfa özür dilerim diye ilan geçiyor, bir hafta sonra itirafçı, yani tüm bunlara sebebiyet veren adam, evinde ölü bulunuyor ama "şüpheli" bir şey yok.

Aslında bu olayın İngiltere'de olması beni sevindirdi, en azından gelişmiş bir ülke yani sadece Türkiye'de insanlar aptal yerine konmuyor dünyanın neresine gitseniz aynı çark dönüyor diye avutabilir insan kendini.

Ha ama hala İngiltere ile aramızda gözardı edilemiyecek bir fark var, orada telekulak skandalı sebebiyle 168 yıllık gazete kapanıyor, insanlar hapse atılıyor sırf bazı kişilerin özel yaşamlarına izinsiz müdahale edildiği için. Bizim burada ise "seçim meydanlarından daha piyasaya çıkmamış ama yakında çıkacak ve özel yaşamı tüm çıplaklığı ile ortaya seren yeni kasetlerin havadislerini veriyor" politikacılarımız. Gizli telekulaklar, gizli video kameralar için soruşturma mı? Şüpheli bir durum yok arkadaşlar, dağılın...

E olsun o kadar fark, burası Türkiye.

22 Nisan 2011

"Zaman"e gazeteciliği

Zaman gazetesi bugün internet sitesinde yayınlanan gündem başlıklarından biri olan ve buradan ulaşılabilecek haberin başlığı:

Büyük puntolarla " Öldürülen teröristlerin okuduğu kitap"

Teröristler Hanefi Avcı'nın "Haliç'te yaşayan simonlar" kitabını okuyorlarmış.

Ha bu arada teröristler çıkan çatışmada öldürülmüş, şu silahlar bulunmuş, teröristlerin planları şunlarmış, jandarma şöyle başarılı bir operasyon yapmış, şöyle yakalanmışlar vs... bunlar başlık olacak kadar önemli değil.

Önemli olan kitap, o kitabı teröristler okuyor. Teröristin başucu kitabı hatta belki de terörist olmasına teşvik eden o yegane kitap. Mesaj bu.

Peki ya teröristin üzerinden Kur'an çıksaydı ? "Yerse aynı manşeti koy"...

16 Mart 2011

Aygaz tüpü ile değil nükleer enerjiyle demlensin çaylar

Yıl 1986

Çernobil Faciası sonucunda yayılan radrasyon ülkemizde özellikle Karadeniz kıyılarını vurmuş. Uzman ekipler o dönem Karadeniz'de yetişen çayda kilogram başına 10 bin ton bekörel oranında radyasyon tespit etti ve imha edilmeli dediler.

Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı "Cahit Aral"
- Biraz radrasyon iyidir
diyerek kameralar önünde çay içti

Dönemin Başbakanı "Turgut Özal"
- Radyoaktif çay daha lezzetlidir

Dönemin Cumhurbaşkanı "Kenan Evren"
- Radrasyon kemiklere yararlıdır

Bu dönemden sonra Karadeniz'de kanser vakalarında yıllar içinde inanılmaz bir artış kaydediliyor.

Yıl 2011

Japonya Fukuşima santralindeki facia sonucunda tüm dünyada nükleer enerji tartışılıyor.

Almanya -1980'den önce kurulan 7 santralin 3 ay için kapatılacağını açıkladı.
İsviçre - İsviçre hükümeti güvenliğin ana öncelik olduğunu açıklayarak ülkedeki nükleer santral planlarını askıya aldığını duyurdu.
Fransa - Aktif 58 nükleer reaktöre sahip Fransa'da Yeşiller Partisi, Japonya depremi sonrasında nükleer enerjiden vazgeçilmesi için kampanya başlattı.

Türkiye - Rusya'nın Türkiye topraklarında enerji satın alım garantili "Rusya'ya ait" santralin kurulması anlaşmasına haftalar kaldı duramayız diyor. Zamanında Çernobil nükleer santralini inşa eden Rusya'dan güvence istiyor, Rusya Devlet Başkanı sözlü olarak teminatını veriyor kameralara gülümseyerek.

Dönemin Başbakanı "Recep Tayyip Erdoğan"

-  Aygaz tüpü de riskli, geri adım atmayız

Aradan 25 yıl geçmiş, çeyrek asır, bu zamanda Türkiye çok gelişmişmiş, bir varmış bir yokmuş....

Biz de ne diyelim, aygaz tüpüyle çok çay demledik, biraz da Rusya'nın nükleer enerjisi ile demleyelim çayları...

23 Nisan 2009

Toprağa gömdüm filizlensin diye

Ergenekon davası kapsamında Poyrazköy'de gene toprak altında cephanelik çıkmış. İstanbul emniyetine atılan bir e-posta ile cephaneliğin yeri tam olarak bulunmuş. Soruşturma devam ediyor ama benim aklıma çok basit bir soru geliyor;

Darbe planlayan birileri bu silahları buraya gömmüş olsun zamanında, peki ortada neredeyse bir yıldır devam eden bir dava var ve bu dava kapsamında onlarca kazı yapılıp silah bulunmuş, bir yıl boyunca bu adamlar güvenlik amacıyla ya da yakalanmamak için demez mi;

"ya şu gömdüğümüz silahları ya başka yere taşıyalım ya da imha edelim" diye?

Darbe planlayacak olan adam bu kadar salak olur mu?

Bir de silah gömmek zaten salakça bir iş, bu insanların deposu yokmuymuş ki? Yani law silahı dediğin alet elektrikli ateşleme düzeneğine sahiptir, toprağa gömüp iki yağmur gördü mü at o silahı çöpe. Gazete kağıdına sarıp, naylona sarıp yalıtım yapılması gülünçtür. Askerlikten biliyorum bırak toprağın altındakini depoda duran G3'leri bile her cuma günü yağlayıp bakım yapmazsan bir yılda kullanılamaz hale gelir silahlar. Bir de bu Law silahı hafif zırhlı araçları hedef alan bir silahtır, darbe yapmak için değişik bir silah seçimi olduğunu söylemek gerekir.

Eğer bir silah gömülüyorsa bir daha bulunulmamak üzere gömülüyordur, vakti gelince kullanırız diye değil, vakti gelince kullanılacak silahı deponda saklarsın. Kirli işlerde kullandığın, üzerinde parmak izi, barut izi olan silahı gömersin. Şimdi silahlara bakıyorum, law silahı, el bombası... Sıfır gıcır gıcır. Şimdi sen sıfır law silahını alıyosun, bozulacağını bile bile toprağa gömüyorsun. Heralde darbeciler o kadar salak ki bu silahların zamanla filizlenip silah ağaçları çıkaracağını düşünmüşler. Başka açıklaması yok çünkü.

(Fotoğraf kaynağı: Ntvmsnbc)

5 Mart 2009

Seçim Projeleri

Geçen yazımda "niye ve neye oy veriyoruz" diye sormuştum, benim gibi başkaları da düşünüyor olmalı ki seçim projeleri sitesine rastladım (Anafikir bloğu yardımıyla). Şu anda tam oturmamış olmasa da yapmaya çalıştıkları şey bence gayet güzel ve zamanla çok güzel olabilir. Açık demokrasi için gerekli adımlardan biri aslında bu. Buna (tam olmasa da) benzer bir uygulama İngiltere tabanlı mySociety.org projelerinde görülebilir. Buradaki projeler bilgilendirmeden öte biraz daha aktivist ve yaptırıma yönelik projeler (örnek: Fixmystreet).

Türkiye'nin genç nüfusu olduğunu ve internet kullanılabilirliğinin gün geçtikçe arttığı gerçeklerini düşünürsek internet tabanlı bu "açık demokrasi" örneklerinin aslında gelecekte çokdaha popülerleşeceğini varsaymak yanlış olmaz diye düşünüyorum.

BağlantıAslında zamanla daha aktif ve bilinçli vatandaşlar ile e-domacracy kavramına geçiş kaçınılmaz gibi geliyor, tabii ki elektronik deomakrasi ile gelişmesi muhtemel direkt demokrasi kavramları ile de karşılaşabiliriz.

Konudan uzaklaşmadan "seçim projeleri"ne dönecek olursak, yeterli katılım sağlandığında çok başarılı olacağını düşünüyorum, en azından ben bu seçimlerde oy vermeden önce mutlaka detaylıca benim bölgem için adayların projelerini buradan inceleyeceğim, beğendiğim biri olursa oy veririm olmazsa da bir daha ki bahara kısmet.

15 Şubat 2009

Rüşvete, yolsuzluğa var mısın yok musun?

Bir hafta önceki yazımda;
Diyelim ki demokrasi değişti, başka bir yönetim biçimi geldi? Buna istediğiniz adı verin, komunizm olsun, monarşi olsun, ne bileyim sosyalizm cart curt. Hangi sistemin paraya karşı bağışıklığı var? Hangi sistemde içindeki bir yöneticiyi parayla satın alamazsınız? Var mı böyle bir sistem? İçinde insan öğesi içeren her sistem paraya bağımlı gözüküyor benim gözümde, bu yüzden başka bir yönetim sisteminin de birşeyleri değiştirebileceğini sanmıyorum.
diye yazmıştım. Bu konu üzerinde biraz daha düşündüm ve şu kanıya vardım, para odaklı bir sistemi değiştirmenin tek yolu gene paradan geçer. Şöyle açıklayayım, diyelim ki rüşvet alıyorsunuz, eğer aldığınız rüşvetin miktarı aldığınız riskin maliyetini karşılamıyorsa o rüşveti almazsınız değil mi? Ya da bir firma belli bir işi içerden halletmesi için bir yöneticiye bir rüşvet verecek ama yönetici halletmeleri istedikleri işin karından daha büyük bir rüşvet isterse şirket rüşvet vermeye hiç yeltenmez bile.

Peki orta gelirli devlet memuru olarak çalışan bir vatandaş düşünelim, bu vatandaşın geliri ayda 2,000 TL olsun, bu memurun rüşvet aldığı kanıtlanırsa işinden olur, belki hapis yatar, bir de para cezası ödeyebilir. Ben bir şirketim ve bu memura 100,000TL rüşvet veriyorum benim işimi görmesi için. 100,000 TL bu memurun yaklaşık 4 yıllık maaşı. Memur yakalanana dek aradan 2 ay geçse elindeki para 104,000, bu suç için 10,000 TL para cezası alsa, 6 ayda hapis yattı diyelim. Rüşvet aldıktan sonra elinde 94,000 TL kalıyor. Bu parayı hapiste kaldığı süre içinde faize yatırsa 97,000 TL olur. İşini kaybetti belki ama 8 ayda 97,000 TL kazandı. Normalde 4 yılda kazanıyordu bu parayı. Bu tabii yakalandığını düşünürsek, ya yakalanmazsa, havadan 100,000TL geliyor. Yani risk analizi yaptığımızda gayet mantıklı çıkıyor rüşvet alması. Hani var mısın yok musun yarışmasında ki risk analizleri gibi. Peki bunu önlemek için devlet ne yapabilir? Cezaları arttırsa hapiste bu adamın bakım masrafı var, maddi cezayı arttırsa adam paraları çoktan başkasına aktarır gene para cezası hapse çevrilir. Maaşını arttırsa maaliyetlerin altından kalkamaz. Başka bir kaynak, bir değer yaratmak zorunda. Öyle bir değer olmalı ki rüşvet teklif edilen memur bu değeri kaybetmeyi göze alamamalı.

İnsanların önem verdiği değerleri düşünelim; bunları belirlerken Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarjisini kullanabiliriz. En altta fiziksel ihtiyaçlar vardır; yemek, içmek, barınak, giyim, seks gibi. Bir üstünde güvenlik ihtiyaçları, sağlık ihtiyaçları, çalışma ihtiyaçları. Şimdilik piramidin burasında kalalım, daha yukarılara çıkmadan devletimiz mevcut imkanlarıyla bunları nasıl karşılayabildiğini inceleyelim. Barınak ihtiyacı için ortak kooperatifler, sağlık ihtiyaçları için yeşil kart ve çalışma imkanları için devlet dairesinde düzenli bir iş. Geriye kalan tüm ihtiyaçların da maaşla temini. Rüşvet alan bir memur lojmandan çıkartılır, yeşil kartı ise devam eder diye biliyorum, devlet dairesinde çalışması engellenir, bundan başka da bir yaptırım yok sanırım. Yani rüşvet alırken aldığınız ek risk olarak sadece lojmandan çıkmak var o da eğer lojmanda yaşıyorsak. Zaten bugün lojmanların hali de ortada.

Şimdi 95,000 TL'ye İstanbul'da olmasa bile küçük bir şehirde iki daire alabilirsiniz. Birinde siz yaşarsınız, birini de kiraya verirsiniz. Bu arada 100,000TL sadece bir şirketten gelen rüşvet, yakalanmazsa çok daha fazla da para kazanabilir. Yani gene risk analizi olarak incelediğimizde hala çok mantıklı rüşvet alması.

Devlet bu bozulmuş sistemi düzeltmek için neler yapıyor? Para ve hapis cezası uyguluyor ama görüldüğü gibi bu cezalar teklif edilen rüşvet rakamları karşısında pek bir tehdit oluşturmuyor. Ayrıca 2006 yılında rüşvet aldığı için tüm Türkiye'de rüşvet suçundan yargılanan toplamda sadece 176 kişi varmış (kaynak). Yani devlet de rüşvetin farkında, devlet de verdikleri maaşlar ile aile geçinmeyeceğinin farkında ve rüşvete göz yumuyor diyebiliriz. Zaten ülkemiz "Benim memurum işini bilir" diyen bir cumhurbaşkanı görmüş bir ülke, gayet doğal karşılamak lazım. Hatta rüşveti "bahşiş" adı altına sokup, ne var bunda diyen bakanlarımız da vardır. (kaynak)

Peki bunların karşısında rüşvet almayan memurun artısı ne? Aferim mi? Madalya mı? Vicdani rahatlık mı? Cennette pencere kenarı güzel bir köşe mi? Devletimiz hala "İyi vatandaş ol, vergini zamanında öde" diyor ama ya artık iyi vatandaş olmak karın doyurmuyorsa? Devletin herkesi ileri ve eşit düzeyde etik değerlerine bağlı vatandaşlar olarak görme rüyası, bu ütopyası ne zaman değişecek acaba? Doğru olanı yapana sadece aferim de, yanlış yapana "cezalandırırım ha" diye korkutma politikasının başarısızlığı çok açıktır. Çünkü devletin herkesi denetleyecek gücü yoktur ve verilen cezalar güncellenmediği için risk alınmaya değerdir. Artık "iyi vatandaşları" ödüllendirmenin vakti çoktan gelip geçmiştir çünkü yakında devletimizin iyi vatandaş olarak gördükleri kişiler parmakla sayılır hale gelecektir.

Peki nasıl bir değer yaratılmalı ki rüşvet aldığında yakalanma riskine değmesin? Öyle bir sistem olmalı ki rüşvet almayanı ödüllendirmeli, almayı düşüneni de caydırmalı? Öyle bir değer olmalı ki maddi değeri rüşvet vermenin değerini aşmalı böylelikle şirketler veya kişiler için rüşvet vermek maddi anlamda cazip olmasın...

Kafamda böyle bir sistem için çeşitli fikirler var ama biraz daha toparlamam lazım bu yüzden bunu bir sonraki yazıya bırakıyorum.

(Fotoğraf kaynakları: Madcow Morning News, Wikipedia)

7 Şubat 2009

Niye ve neye oy veriyoruz?

Kendime neden oy veriyorum diye sorduğumda mantıklı bir cevap bulamıyorum. Dünya güç dengesine dayalı bir sistem ve bu dünya düzeninde güçte paraya dayalı bir sistem. Sorun sadece politikacılarda ya da partilerde de değil, sorun sistemde. Demokrasi aslında paraya dayalı sistemde göz boyamaktan başka bir şey değil, mantık olarak doğru ama işleyiş bakımından işlevsiz bir sistem.

En basitinden ben neye oy veriyorum? Partilerin adaylarının mevcut durumu nasıl geliştireceklerine dair önerileri ve fikirleri olması gerekir değil mi? Ben de bu önerileri, fikirleri kafamda tartarım ve fikirleri aklıma en çok yatan adaya oy veririm. Normalde olması gereken bu değil mi? Yani demokraside oy verme işleminin amacı bu değil mi? Ben şimdiye dek iki kere oy verdim ve ikisinde de ne oy verdiğim ne de vermediğim partilerin planlarını, icraatlarını nasıl gerçekleştireceklerini bilmiyordum, tahmin ediyorum çoğunuz bilmiyordunuz. Şimdi oy vermeyi düşündüğünüz partinin internet sitesine gidin ve bakın bakalım oturduğunuz bölgeyi geliştirmek için nasıl fikirleri var ve bunları nasıl hayata geçirecekler... Bulabildiniz mi? Ben bulamadım. Biz şöyle yapıcaz, böyle yapıcaz diye yazıyorlar ama hangi kaynakları kullanarak, nasıl gerçekleştireceksin ve bunun gibi önemli detaylar hakkında hiçbir açıklama yok, bazılarında o da yok, sadece partinin ne kadar güzel ne kadar iyi olduğunundan bahsediyorlar. Bana ne partinden be? Benim partiye mi oy vermem mantıklı, fikirlere mi? Sanki hepimiz takım tutuyoruz, Galatasaray mı Fenerbahçe mi? Soruyorum kendime
"o zaman neye oy veriyorum ben?"
Hayatım boyunca fen ve mühendislik eğitimi aldım ama şu an ki durumda, işleyişte "oy verme ve demokrasi" kavramlarını hiçbir mantığa uyduramıyorum. En basitinden Amerikan seçimlerine bakalım, 2 parti var sanıyorsunuz ama aslında onlarda çok partili sadece diğerleri susturulmuş, amerikan hükümeti halkına kolaylık olsun diye iki parti sunuyor;
A'mı diyeyim B'mi? mantığı yani
Şimdi bu iki parti de seçimlerden önce seçim kampanyası yürütüyor, tabi bu partilerin seçim kampanyalarının devasa maliyetleri var, eh amerikan firmaları da burada imdada yetişiyor ve diyor ki "kardeşim ben senin partini çok sevdim sana şu kadar milyon dolar bağış yapıyorum". Ekonomik krizde nereden adam atsam da maaliyetleri kıssam diye düşünen bu şirketler çok bonkörce cart diye bu partilere bağışlar yapıyor. Ne kadar düşünceliler, karşılığında da hiçbir şey beklemiyorlar helal olsun. Mesela Obama abimiz şimdiye dek en çok bağış toplayanlardan biri. Sonra seçimi bir taraf kazanıyor ve devleti yönetmeye başlıyor. Ama lütfen yanlış düşünmeyin, bu partiler belli yasaları çıkarırken kesinlikle kendilerine bağış yapan şirketlerin çıkarlarını düşünmüyorlar. Sonra bir sonraki seçim yaklaşıyor, gene paraya ihtiyaç var seçim kampanyası için, Obama abimiz (veya önceki başkanlar) gidiyorlar bu şirketlerden gene bağış istiyorlar.

"Kardeşim ben senin şirketinin çıkarlarını hiç gözetmedim, sana hiçbir faydam olmadı ama demokrasi adına faaliyetlerimi yürütebilmek için senden gene seçim kampanyama bağış yapmanı bekliyorum" diyor.

Şirketler de o kadar iyi niyetli ki...

"Tabii ki Obama kardeşim, ben senin kara gözünü, kara kaşını, kepçe kulaklarını çok sevdim, feda olsun sana milyon dolarlar" deyip bir çırpıda bağışını yapıyor.

İşte Amerika'da özgür demokrasi böyle işliyor. Biz de dışarıdan olayları seyredenler "yaşasın Amerika'da siyahi bir başkan seçildi, değişim rüzgarları esecek, herşey çok güzel olacak" diye alkış tutuyoruz. Ben hep amerikan halkını eleştiriyordum ne kadar duyarsızlar, oy verme oranları ne kadar düşük, neden birşeyleri değiştirmek için oy vermiyorlar diye. Şimdi anlıyorum nedenini, yanlış işleyen bir sistemde oy vermek pek birşey değiştirmiyor çünkü.

Ne var ki Amerika'nın takdir ettiğim bir yanı var en azından partiler aldıkları rüşvetler konusunda şeffaflar, adam diyor ki "kardeşim bak ben bağış adı altında şu kadar rüşvet topladım, cebimde bu kadar para var". Bir bakıma "kıroyum ama para bende" şeklinde bir delikanlılık. Türkiye ve diğer devletler de ise bu işleyiş hala biraz daha utangaç, el altından yapılıyor.

Aslında devletimizin gönlü çok zengin, bedavaya herkese kömür veriyor, bedavaya beyaz eşya dağıtıyor. Ben o kadar ülke gezdim, böyle bir bonkörlük görmedim. Hepsi halkımız için... Yalnız bir tek iş veremiyorlar ama çalışmasanda oy ver yeter diyor devletimiz, e zaten biz de çalışmayı pek sevmeyiz. Otur evinde aç televizyonu kapı çalsın bedavaya kömür gelsin, kapı çalsın bedavaya beyaz eşya gelsin, kapı çalsın bedavaya çekyat gelsin krallar gibi yaşa ohh. Nereden geliyor bu değirmenin suyu diye sorsan "şşşt sihiri bozacaksın, sen anlamazsın" derler, sen oyunu bizim partiye ver yeter.

Benim küçük yeğen 3 yaşına bastı, onunla ne zaman hala bebekmiş gibi konuşsam bana 6 aylık bebek gibi tepki veriyor, ne zaman ciddi insan gibi konuşsam hiç yaşından beklenmiyecek şekilde olgun cevaplar veriyor. Bence halk da böyle sen halkla nasıl konuşursan o da öyle cevap veriyor.
Oyun kime? Kim bana buzdolabı getirdiyse ona. Bu kadar basit. Peki oy vereceğiniz partinin ekonomi politikalarını biliyor musunuz? Yok ben anlamam, kim buzdolabı verdiyse oyum ona.
Oyunu alan memnun oyunu veren bebek memnun. Bebek ağlıyorsa şeker ver sussun ama büyük adamlar ağlayınca şekerle susturamazsın. Bu yüzden bebek gibi konuşmak da fayda var, sen anlamazsın el bebek gül bebek, ben sana bakarım, sen şuraya oyunu ver yeter canım bebeğim, gerisini ben düşünürüm. Bu yüzden partilere sorsanız neden halka yapmak istediğiniz planları, fikirleri açık açık, bilimsel bir dilde, detaylı anlatmıyorsanız diye, size derler ki "halk ekonomi politikalarından anlamaz, halk şundan anlamaz halk bundan anlamaz, halkın anlayacağı dilden konuşmak lazım o yüzden anlatmıyoruz" derler. Halkın anlayacağı dil, yani "el bebek gül bebek dili". Sen bir çocukla yıllar boyunca sadece bebek dilinde iletişim kurarsan o çocuk büyüdüğünde de bildiği tek dil bebek dili olur tabii ki.

Bu yüzden kimse bana dünyada demokrasi var demesin, demokrasiyle yönetilmiyor dünya, parayla yönetiliyor, demokrasi sadece parayı kimin alacağını seçiyordu o da artık işlevini yitirdi çünkü artık parası fazla olan seçimleri kazanıyor. O zaman ben niye oy vereyim ki? Başa kim gelse gene parası olan güçlerin altında ezilip eski çarkı döndürmeye devam edecek.
Artık anlamamız gereken şu, partiler de birer şirkettir. Bildiğiniz kurumsal şirketlerden hiçbir farkları yoktur. Partiler de kar etmek için kurulur ve devlete, halka hizmet etmek gibi naif ve saf düşünceleri yoktur. Görüşleri ne olursa olsun, ilk kuruluşlarındaki amaç saf olsa bile iktidara geldiklerinde şirketleşiceklerdir çünkü şu anki kurulu düzende mantıklı olan budur.
Diyelim ki demokrasi değişti, başka bir yönetim biçimi geldi? Buna istediğiniz adı verin, komunizm olsun, monarşi olsun, ne bileyim sosyalizm cart curt. Hangi sistemin paraya karşı bağışıklığı var? Hangi sistemde içindeki bir yöneticiyi parayla satın alamazsınız? Var mı böyle bir sistem? İçinde insan öğesi içeren her sistem paraya bağımlı gözüküyor benim gözümde, bu yüzden başka bir yönetim sisteminin de birşeyleri değiştirebileceğini sanmıyorum.
İnanın şu anki sistemde hangi partinin başa geçeceği kurayla belli olsa çok çok daha demokratik bir yönetim olur bence. En azından para faktörünü engeller bir ölçüde.
Peki bu işleyişin çarpık olduğunu farkeden bir tek ben miyim? Başka kimse düşünmüyor mu, görmüyor mu bunları... Görüyor da herkesin şu an ki sistemde bir çıkarı olduğu için görmezden geliyor ya da bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyor ya da belki çoğumuz görmemize rağmen bunu değiştirebilmek için yapabileceğimiz birşey olmadığına inanıyoruz. Aslında kral uzun zamandır çıplak ve hatta çıplak haliyle bizleri şapur şupur öpüyor, öpülenler ise çok yaşa kralımız diye bağırıyor televizyonlarda, meydanlarda.

Ben gene de umutsuz değilim, delikanlı bir politikacı bekliyorum, diyecek ki;
- Bana oy veren herkese bir kere vericem.
- Ne vericen?
- Daha önce hiçbir politikacının vermediğini (?)
- Tamam da ne vericen?
- Orası süpriz, seçimleri kazandıktan sonra söylerim

İşte o zaman o politikacıya oy veririm, o süprizi öğrenmeye değer... O zamana dek seçimlerden uzak durmak mantığıma en çok yatan seçenek.