Türkiye'de nükleer enerji santralleri hala politikacıların ve rantçıların iştahını kabartırken İtalya'da halk referandumda konuştu ve nükleer enerjiye hayır dedi.
Şu anda Avusturalya, Avusturya, Danimarka, Yunanistan, İrlanda, Latvia, Luxembourg, Malta, Portekiz, İsrail, Malezya, Yeni Zellanda, Norveç, Almanya, İsviçre ve son olarak İtalya gibi ülkeler nükleer enerjiye HAYIR diyor... (1)
Hemen yarın Türkiye'de bir referandum yapılsa %50'den fazlası "Evet" der bence... Yeni patlayan Fukuşima'ya aldırmadan evet çıkar, hatta zamanında içtikleri radrasyonlu çayları düşünmeden, kanserden kaybettikleri yakınlarının neden kanser olduğunu düşünmeden en fazla "Evet" de Karadeniz'den gelir bence.
Evet diyeceklerin arasında "nükleer teknoloji ve nükleer savaş" meraklıları vardır;
Derler ki "Türkiye'nin nükleer teknoloji ile mutlaka tanışması lazım, bu nükleer enerji santralleri bizim de nükleer silahı olan ülkeler kervanına katılmamız için bir fırsat olacaktır"
Türkiye'de 5 MW'lık TR-2 araştırma reaktörü var, Türk Atom Enerjisi Kurumu var, teknolojiyi çok merak ediyorsan bu kurumlara yatırım yap, ödenek ayır. Ama yok zanneder ki elin Rus'larına, Kore'lilerine, Japon'larına nükleer enerji santrali yaptırınca bu teknolojiyi sana altın tepside sunuyorlar, bundan silah yapman için sana yol gösteriyorlar... Bunlar zanneder ki uranyum zenginleştirmesini dünyadaki diğer büyük ülkelere çaktırmadan yapıp silah üretebileceğiz, bunlar zanneder ki geleceğin savaşları nükleer silahlar ile olacak...
Evet diyeceklerin bazıları da enerji bağımlılığından dem vuracaktır;
Derler ki "Petrol bağımlılığından kurtulmak için nükleer enerji şart"
Nerdeyse hiç petrol üretimi bulunmayan (Tükettiğinin %10'undan az üreten) ülkelerden Almanya günde 2,862,000 baril petrol tüketiyor, gene neredeyse hiç petrol üretimi bulunmayan İtalya günde 1,911,000 baril tüketirken ve bu ülkeler buna rağmen nükleer enerjiye hayır diyebiliyorken Almanya ve İtalya'ya göre çok daha az, günde 734,600 baril tüketen Türkiye'nin (2) petrol bağımlılığından kurtulmak için nükleer enerjiye ihtiyacı varmış... Almanya ve İtalya geri zekalı çünkü onlar hiç anlamıyor bu enerji bağımlılığı işlerinden değil mi? Almanya ve İtalya gibi Avrupa'nın en çok üreten iki ülkesi, Avrupa'nın en çok enerji ihtiyacı olan iki ülkesi, nükleer enerjiye sırtını dönebiliyor, onlar alternatif enerji kaynaklarına göre geleceğini planlarken biz neden hala nükleer diyoruz biliyor musunuz?
Çünkü alternatif enerjide henüz bir rant oluşmadı, çünkü bizim halkımızın geleceği Almanya'daki Hans'ın, İtalya'da ki Luca'nın geleceği kadar önemli değil...
Ne diyelim "patlarsa ekime patlamazsa atomun köküne kadar nükleer"...
çevre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çevre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
14 Haziran 2011
16 Mart 2011
Aygaz tüpü ile değil nükleer enerjiyle demlensin çaylar
Yıl 1986
Çernobil Faciası sonucunda yayılan radrasyon ülkemizde özellikle Karadeniz kıyılarını vurmuş. Uzman ekipler o dönem Karadeniz'de yetişen çayda kilogram başına 10 bin ton bekörel oranında radyasyon tespit etti ve imha edilmeli dediler.
Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı "Cahit Aral"
- Biraz radrasyon iyidir
diyerek kameralar önünde çay içti
Dönemin Başbakanı "Turgut Özal"
- Radyoaktif çay daha lezzetlidir
Dönemin Cumhurbaşkanı "Kenan Evren"
- Radrasyon kemiklere yararlıdır
Bu dönemden sonra Karadeniz'de kanser vakalarında yıllar içinde inanılmaz bir artış kaydediliyor.
Yıl 2011
Japonya Fukuşima santralindeki facia sonucunda tüm dünyada nükleer enerji tartışılıyor.
Almanya -1980'den önce kurulan 7 santralin 3 ay için kapatılacağını açıkladı.
İsviçre - İsviçre hükümeti güvenliğin ana öncelik olduğunu açıklayarak ülkedeki nükleer santral planlarını askıya aldığını duyurdu.
Fransa - Aktif 58 nükleer reaktöre sahip Fransa'da Yeşiller Partisi, Japonya depremi sonrasında nükleer enerjiden vazgeçilmesi için kampanya başlattı.
Türkiye - Rusya'nın Türkiye topraklarında enerji satın alım garantili "Rusya'ya ait" santralin kurulması anlaşmasına haftalar kaldı duramayız diyor. Zamanında Çernobil nükleer santralini inşa eden Rusya'dan güvence istiyor, Rusya Devlet Başkanı sözlü olarak teminatını veriyor kameralara gülümseyerek.
Dönemin Başbakanı "Recep Tayyip Erdoğan"
- Aygaz tüpü de riskli, geri adım atmayız
Aradan 25 yıl geçmiş, çeyrek asır, bu zamanda Türkiye çok gelişmişmiş, bir varmış bir yokmuş....
Biz de ne diyelim, aygaz tüpüyle çok çay demledik, biraz da Rusya'nın nükleer enerjisi ile demleyelim çayları...
Çernobil Faciası sonucunda yayılan radrasyon ülkemizde özellikle Karadeniz kıyılarını vurmuş. Uzman ekipler o dönem Karadeniz'de yetişen çayda kilogram başına 10 bin ton bekörel oranında radyasyon tespit etti ve imha edilmeli dediler.
Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı "Cahit Aral"
- Biraz radrasyon iyidir
diyerek kameralar önünde çay içti
Dönemin Başbakanı "Turgut Özal"
- Radyoaktif çay daha lezzetlidir
Dönemin Cumhurbaşkanı "Kenan Evren"
- Radrasyon kemiklere yararlıdır
Bu dönemden sonra Karadeniz'de kanser vakalarında yıllar içinde inanılmaz bir artış kaydediliyor.
Yıl 2011
Japonya Fukuşima santralindeki facia sonucunda tüm dünyada nükleer enerji tartışılıyor.
Almanya -1980'den önce kurulan 7 santralin 3 ay için kapatılacağını açıkladı.
İsviçre - İsviçre hükümeti güvenliğin ana öncelik olduğunu açıklayarak ülkedeki nükleer santral planlarını askıya aldığını duyurdu.
Fransa - Aktif 58 nükleer reaktöre sahip Fransa'da Yeşiller Partisi, Japonya depremi sonrasında nükleer enerjiden vazgeçilmesi için kampanya başlattı.
Türkiye - Rusya'nın Türkiye topraklarında enerji satın alım garantili "Rusya'ya ait" santralin kurulması anlaşmasına haftalar kaldı duramayız diyor. Zamanında Çernobil nükleer santralini inşa eden Rusya'dan güvence istiyor, Rusya Devlet Başkanı sözlü olarak teminatını veriyor kameralara gülümseyerek.
Dönemin Başbakanı "Recep Tayyip Erdoğan"
- Aygaz tüpü de riskli, geri adım atmayız
Aradan 25 yıl geçmiş, çeyrek asır, bu zamanda Türkiye çok gelişmişmiş, bir varmış bir yokmuş....
Biz de ne diyelim, aygaz tüpüyle çok çay demledik, biraz da Rusya'nın nükleer enerjisi ile demleyelim çayları...
5 Mart 2011
Nereye gideceksin?
Şehirdesin, trafik ile boğuşuyorsun, kalabalıktan nefes almak bile zor geliyor, her köşede bir tiyatro oynanıyor daha çok para kazanablmek için... İşte öyle zamanlarda "neyse şimdi bu hayata katlanırım sonra da belki emeklilik günlerinde Anadolu'da küçük bir kasabaya yerleşirim" hayalini kuruyorsun, gerçek olur olmaz ama en azından hayalini kurabiliyorsun... Peki ya o hayal bile suya gömülürse? O zaman nereye gideceksin, nasıl hayal kuracaksın?
15 Eylül 2010
Yunusların Gözyaşları
2010 yılı Türkiye'de Japon yılı olarak kutlanıyor. Bu kapsamda Japon kültürünü ve Japonya'yı tanıtan bir çok etkinlik var Japonya Büyükelçiliği tarafından desteklenen.
Ne yazık ki 2010'da Japonya ismini Türkiye'ye ve dünyaya çok daha farklı bir şekilde, Japonya ve insanlık açısından kötü bir şekilde duyurdu.
2009 yapımı The Cove adlı belgesel ülkemizde 4 Haziran2010'da "Koy" adıyla gösterime girdi. Bu belgesel kısaca eski yunus eğitmeni Ric O'Barry'nin bir grup aktivist ile Japonya'nın Taiji şehrinde her yıl tekrar eden yunus balığı katliamını durdurmak için bu katliamı gizli kamera ile kayıt altına almalarını konu alıyor. Koy belgeseli dünya çapında çeşitli festivallerden bir çok ödül kazandı. Bu belgesel NTV'de Yeşil Ekran kuşağında da yakın zamanda yayınlandı. Gerçekten etkileyici olan bu belgeseli izlemenizi tavsiye ederim.
Bugün ntvmsnbc'de ki habere göre yunus katliamının yeniden başladığını okudum ve bu katliamın durdurulması ve yunusların insanları eğlendirip para kazanmak uğruna gösteri merkezlerinde hapsedilip stres altında hapsedilmesine engel olmak için neler yapabilirim diye düşündüm ve başlangıç olarak daha fazla insanı bilgilendirebilirim diye düşünerek bu blog yazısını yazmaya karar verdim.
Bunun dışında Türkiye'de Doğa Derneği tutsak tutulan yunuslar için imza kampanyası başlatmış. Kampanya sayfasında yer alan hazır metni japon büyükelçisi Nobuaki Tanaka'ya eposta atabilirsiniz. Bu kampanyaya katılarak da umuyorum sesimizi daha fazla duyurabiliriz.
Live grubundan "Dolphins Cry" şarkısı bu yazıyı bitirmek için uygun olur sanırım.
Live grubundan "Dolphins Cry" şarkısı bu yazıyı bitirmek için uygun olur sanırım.
15 Haziran 2009
Yuva belgeseli
Geçen hafta kaçırdığım yuva belgeselinin tekrarını NTV'de bu gece seyrettim. Dünyaya genel bir bakış olarak çok yardımcıydı ve şu an yaşadığımız dünyada ben ve bu yazıyı okuyabilen insanların aslında dünyanın ne kadar şanslı ve elit bir kısmını oluşturduğumuzu dehşet içinde izledim. Belgeseli izlerken aslında dünyanın şu anda geçici bir lale devrinden geçtiğini, şu ana dek birikmiş dünya mirasımızdan yediğimiz için bu hızlı gelişmelerin gerçeklştiğini daha iyi anlıyor insan. Dünyanın sınırlı kaynağının sonu geldiğinde ve dünyadaki ekosistemin bozulması sonucunda yaşanacak göç, açlık ve kuraklık dalgalarının getireceği sorunlar ise gerçekten inanılmaz boyutlarda.
Belgesel gerçekleri yansıtmasının yanında (veya sonucu olarak) oldukça karamsar aslında, belgeselin son beş dakikasında "hala umut var" düşüncesini biraz olsun yaymaya çalışsalar da belgeselin geneline oranla bu bölüm oldukça sönük kalıyor. Karşılacaşacağımız sorunlar hakkında oldukça çarpıcı olan belgeselin, çözüm önerileri konusunda daha bilgilendirici olmasını beklerdim aslında. Ben inanıyorum ki dünyanın sonunu getirecek şey insanların içindeki umudun yokolmasıdır. Eğer dünyaya iki gün sonra engellenemez bir meteorun çarpacağını bilseydik kaçımız ertesi gün işe giderdik? Aslında genç nesillerin daha savurgan, önemsemez olmasının sebeplerinden biri de bu bence, geleceğe dair umutları yok. Şu anki güç savaşları ve anlık kazançlara yönelik dünya düzenine dair haklı olarak bir güvenleri ya da bu sistemin değişeceğine dair bir umutları yok. Bu umutları canlı tutabilmek bence önümüzdeki yıllar için en büyük sorunlardan biri olabilir. Aslında bu tür belgeseller ilköğretim ve lise dönemi çocuklar için dünyanın içinde bulunduğu durumu anlamaları açısından oldukça faydalı olurlardı, tabii biraz daha umut dolu olmaları ve bu çocukların birşeyleri değiştirebileceklerini inandırmaları şartıyla. Keşke her ilkokul ve lisede haftada bir saat de olsa bir belgesel saati düzenlense...
Bu arada belgeseli seyrettikten sonra duşa girdim, belgeselde bahsedilen dünya su kaynaklarının tükenmesinin de etkisiyle aklıma küçük bir fikir geldi. Çoğumuz duşa girdiğimizde sıcak suyu açarız ve bir süre akıp giden suyun yeterli sıcaklığa ulaşmasını bekleriz. İşte bu süre zarfında belki de 1 litre su boşu boşuna akar. Bunu engellemek aslında kolay olabilir ve insanların duş alma sayısını düşünürsek toplamda büyük bir israfın önüne geçilebilir. Şöyle bir çözüm düşündüm;
Her duş başlığının içine küçük bir termostat yerleştirilir, siz termostatı ayarlayarak istediğiniz su sıcaklık değerini girersiniz, daha sonra musluktan suyu açtığınızda duş başlığı hemen su çıkışına izin vermez, termostatın sudan aldığı sıcaklık değeri sizin istediğiniz değere ulaşana dek su duş başlığının içinde devir daim olur, termostat ne zaman istenilen sıcaklığa ulaşıldığını bildirirse o zaman duş başlığından su çıkışına izin verilir. Bu sistem tabiki duş başlığından önce duş bataryasına da uygulanbilir ama duş başlıkları değişebilir, modüler sistemler oldukları için bu şekilde eski tüm mevcut bataryalara uyum sağlanır.
Bunun dışında en az yarım saat banyoda kalan ben bu duşumu 7 dakika gibi bir sürede tamamladım. Bir de belgeseli izledkten sonra et tüketimimi azaltma kararı aldım. Öldürülmek için "üretilen" hayvanlar, bu hayvanları beslemek için boşa üretilen tahıllar ve bu tahılların yetişebilmesi için ormanları keserek kuraklaştırılan topraklar ve tüm bu işlemler için harcanan su ve enerji miktarı düşünüldüğünde bence her insanın alması gereken bir karar. Ha bu arada McDonalds'da 3 katlı hamburger çıkmış, Burger King ise kat çıkmamış ama et gramajını arttırmış... Ne güzel, ne güzel.
15 Ekim 2007
Biraz ısınalım fena mı?
Bir kaç gündür yağan yağmur geçici olarak İstanbul'un su sıkıntısını hafifletecek belki ama dikkatinizi çekti mi, yağdı mı da tam yağıyor, her yeri sel basıyor... Neden acaba?
Türk mantığıyla yaklaşırsak şöyle bir cümle gelir aklımıza,
Biz hala ilkel bir biçimde gökyüzünü ve çevremizi "sinirlenip sinirlenip bir anda sinirini boşaltan insan" gibi düşünsek de, bilimsel gerçekler pek öyle değil.
Bu grafikte 1900'lü yıllardan beri her yıl rapor edilen felaketlerin (ani sıcaklık değişimleri, seller, açlık, fırtınalar vs.) sayısı gösteriliyor, kırmızı olan ise depremlerin sıklığı. Grafikten görüleceği üzere 1960'lardan sonra çok büyük bir ivme kazanmış bu felaketler.
(Kaynak:Pascal Peduzzi (2004) "Is climate change increasing the frequency of hazardous events?" Environment Times, www.environmenttimes.net (c) United Nations Environment Programme / GRID-Arendal)
Diyelim ki 1960lardan sonra daha fazla bilgi paylaşımı oldu, nüfus daha fazla arttı ve bu grafiğin sebebi bu diyelim, o halde 1980'lerden sonrasını gösteren ve depremler ile iklimsel felaketler olan kasırga ve sel baskınlarının sayısını karşılaştıran küçük grafiğin açıklaması ne olabilir? Geçenlerde Samsun'da yaşanan sel felaketini hatırlıyor musunuz? Hani yetkililerin 100 yılda bir karşılaşılan bir yağmurla karşılaştık dedikleri felaket.
Tüm dünyada gözlemlenen kasırgaların şiddeti gün geçtikçe daha da artıyor. Tüm bunların sebebi gökyüzünün kızgınlığı, gökyüzünün dolup birden sinirini boşaltan bir insana benzemesi ya da Allah'ın gazabı değil. Bunların sebebinin bir adı var, bilimsel bir adı; "KÜRESEL ISINMA".
Kimileri bunun dünyada sürekli tekrar eden bir süreç olduğunu savunuyor, her 100bin yılda gerçekleşen bir süreç olduğunu savunuyorlar.
Grafikten görüldüğü gibi dünya varoluşundan bu yana hiç bu kadar yüksek CO2 değerleri ile karşılaşmamıştı. Evet süregelen bir düzen olabilir ama biz insanlar olarak belki de bu düzeni bir daha hiç eski seyrine dönmeyecek şekilde sarsmış olabiliriz.
Ben küresel ısınmanın durdurulabileceğinden şüpheliyim artık, doğa bir dizi zincirleme reaksiyondan oluşur. Şu anda bütün devletler birlik olup karşılarına çıkan tüm lobilere ve ekonomik zorluklara rağmen küresel ısınma için çarpışsa belki derdim ama kendimi aptal yerine koymak istemem. Milyar dolarlık benzin şirketleri milyarlarca yatırımla petrol kuyuları açmışsa adamlar bu kuyular bitip paralarına para katana dek durmazlar. Küresel ısınmanın sorunu ne devletlerle ne de bilinçlenmeyle alakalı. İnsanların kafasında ki mantaliteyle alakalı.
Sürdürülebilirlik... Bu kavram aldığımız her kararı etkilemedikçe birşeylerin değişeceği yok bu dünyada.
Adamların milyar dolarlık petrol şirketleri var sen adama diyorsun ki;
-Bak kardeşim senin yaptığın iş yüzünden çok fazla CO2 salınımı oluyor, bak Küresel Isınma denen bir olay var, yaşadığın yer bir 30 yıl sonra yaşanılmaz hale gelebilir. Sen yatırımlarını çöpe at, durdur bu işi.
Şimdi adam zaten en az 50 yaşındadır, 30 yıl sonra dünyada devasa felaketler olmuş ona ne? Bu yaşadığım yer küresel ısınmadan dolayı batsa bile çılgın gibi para kazanıyorum petrol işinden gider küresel ısınmadan çok etkilenmemiş bir yerde en kral evi alır orada ömrümün son günlerini yaşarım demez mi? Adamın umurunda değil ki sürdürülebilirlik, hem neden olsun ki, adam muhtemelen karısından da boşanmıştır, çocuklarına düzenli para gönderiyordur. Hani çocuklarıma daha iyi bir gelecek endişesi de yok, eh neden umurunda olsun ki dünya?
Şimdi bu adam altın yumurtlayan tavuğunu, yıllardır çalıştığı işini küresel ısınma uğruna bırakır mı? Bu adam altın yumurtlayan tavuğunu kaybetmemek için devlete her türlü lobiyi yapmaz mı? Her türlü rüşvet dönmez mi?
O zaman kandırmayalım kendimizi, küresel ısınma tüm gücüyle gerçekleşecek.
Sürdürülebilirlik kavramı hayatımıza girmedikçe de bu senaryo milyar yıl sonra gene tekrar edecek. (Dünyanın ömrü yeterse) Sürdürülebilirlikte hayatta devletlerin yapacağı ya da şirketlerin yapacağı bir iş değil, bu konu 60'lı yıllardan beri tartışılıyor daha bir Kyoto anlaşması bile tüm dünyada kabul görmedi. O kadar politika, çıkar ilişkilerine bulaşmış ki bu işler, işin içinden hiçbir devlet çıkamaz. Amerika hala petrol için savaşa giriyorsa, kimse gıkını çıkartamıyorsa gittiğimiz yol bellidir. Bu düzen ancak halktan gelecek bir hareketle düzelebilir. Herkes tükettiği kadar enerjiyi kendi imkanlarıyla yenilenebilir kaynaklardan üretebilirse enerji ekonomisi denen şey sekteye uğrar ancak o zaman bişeyler değişebilir. Kimse anlaşmalardan, devletlerden bir hareket ummasın.
Not: Yazı çok karamsar olduğu için özür dilerim ama 2+2=4
Bu yazı Blog Action Day kapsamında yazılmıştır.
Türk mantığıyla yaklaşırsak şöyle bir cümle gelir aklımıza,
-E biriktirdi biriktirdi birden patladı tabi gökyüzü...
Biz hala ilkel bir biçimde gökyüzünü ve çevremizi "sinirlenip sinirlenip bir anda sinirini boşaltan insan" gibi düşünsek de, bilimsel gerçekler pek öyle değil.
Bu grafikte 1900'lü yıllardan beri her yıl rapor edilen felaketlerin (ani sıcaklık değişimleri, seller, açlık, fırtınalar vs.) sayısı gösteriliyor, kırmızı olan ise depremlerin sıklığı. Grafikten görüleceği üzere 1960'lardan sonra çok büyük bir ivme kazanmış bu felaketler.
(Kaynak:Pascal Peduzzi (2004) "Is climate change increasing the frequency of hazardous events?" Environment Times, www.environmenttimes.net (c) United Nations Environment Programme / GRID-Arendal)
Diyelim ki 1960lardan sonra daha fazla bilgi paylaşımı oldu, nüfus daha fazla arttı ve bu grafiğin sebebi bu diyelim, o halde 1980'lerden sonrasını gösteren ve depremler ile iklimsel felaketler olan kasırga ve sel baskınlarının sayısını karşılaştıran küçük grafiğin açıklaması ne olabilir? Geçenlerde Samsun'da yaşanan sel felaketini hatırlıyor musunuz? Hani yetkililerin 100 yılda bir karşılaşılan bir yağmurla karşılaştık dedikleri felaket.
Tüm dünyada gözlemlenen kasırgaların şiddeti gün geçtikçe daha da artıyor. Tüm bunların sebebi gökyüzünün kızgınlığı, gökyüzünün dolup birden sinirini boşaltan bir insana benzemesi ya da Allah'ın gazabı değil. Bunların sebebinin bir adı var, bilimsel bir adı; "KÜRESEL ISINMA".
Kimileri bunun dünyada sürekli tekrar eden bir süreç olduğunu savunuyor, her 100bin yılda gerçekleşen bir süreç olduğunu savunuyorlar.
Grafikten görüldüğü gibi dünya varoluşundan bu yana hiç bu kadar yüksek CO2 değerleri ile karşılaşmamıştı. Evet süregelen bir düzen olabilir ama biz insanlar olarak belki de bu düzeni bir daha hiç eski seyrine dönmeyecek şekilde sarsmış olabiliriz.
Ben küresel ısınmanın durdurulabileceğinden şüpheliyim artık, doğa bir dizi zincirleme reaksiyondan oluşur. Şu anda bütün devletler birlik olup karşılarına çıkan tüm lobilere ve ekonomik zorluklara rağmen küresel ısınma için çarpışsa belki derdim ama kendimi aptal yerine koymak istemem. Milyar dolarlık benzin şirketleri milyarlarca yatırımla petrol kuyuları açmışsa adamlar bu kuyular bitip paralarına para katana dek durmazlar. Küresel ısınmanın sorunu ne devletlerle ne de bilinçlenmeyle alakalı. İnsanların kafasında ki mantaliteyle alakalı.
Sürdürülebilirlik... Bu kavram aldığımız her kararı etkilemedikçe birşeylerin değişeceği yok bu dünyada.
Adamların milyar dolarlık petrol şirketleri var sen adama diyorsun ki;
-Bak kardeşim senin yaptığın iş yüzünden çok fazla CO2 salınımı oluyor, bak Küresel Isınma denen bir olay var, yaşadığın yer bir 30 yıl sonra yaşanılmaz hale gelebilir. Sen yatırımlarını çöpe at, durdur bu işi.
Şimdi adam zaten en az 50 yaşındadır, 30 yıl sonra dünyada devasa felaketler olmuş ona ne? Bu yaşadığım yer küresel ısınmadan dolayı batsa bile çılgın gibi para kazanıyorum petrol işinden gider küresel ısınmadan çok etkilenmemiş bir yerde en kral evi alır orada ömrümün son günlerini yaşarım demez mi? Adamın umurunda değil ki sürdürülebilirlik, hem neden olsun ki, adam muhtemelen karısından da boşanmıştır, çocuklarına düzenli para gönderiyordur. Hani çocuklarıma daha iyi bir gelecek endişesi de yok, eh neden umurunda olsun ki dünya?
Şimdi bu adam altın yumurtlayan tavuğunu, yıllardır çalıştığı işini küresel ısınma uğruna bırakır mı? Bu adam altın yumurtlayan tavuğunu kaybetmemek için devlete her türlü lobiyi yapmaz mı? Her türlü rüşvet dönmez mi?
O zaman kandırmayalım kendimizi, küresel ısınma tüm gücüyle gerçekleşecek.
Sürdürülebilirlik kavramı hayatımıza girmedikçe de bu senaryo milyar yıl sonra gene tekrar edecek. (Dünyanın ömrü yeterse) Sürdürülebilirlikte hayatta devletlerin yapacağı ya da şirketlerin yapacağı bir iş değil, bu konu 60'lı yıllardan beri tartışılıyor daha bir Kyoto anlaşması bile tüm dünyada kabul görmedi. O kadar politika, çıkar ilişkilerine bulaşmış ki bu işler, işin içinden hiçbir devlet çıkamaz. Amerika hala petrol için savaşa giriyorsa, kimse gıkını çıkartamıyorsa gittiğimiz yol bellidir. Bu düzen ancak halktan gelecek bir hareketle düzelebilir. Herkes tükettiği kadar enerjiyi kendi imkanlarıyla yenilenebilir kaynaklardan üretebilirse enerji ekonomisi denen şey sekteye uğrar ancak o zaman bişeyler değişebilir. Kimse anlaşmalardan, devletlerden bir hareket ummasın.
Not: Yazı çok karamsar olduğu için özür dilerim ama 2+2=4
Bu yazı Blog Action Day kapsamında yazılmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)