komik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
komik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Eylül 2012

İçimizdeki Ecce Homo'lar ölmesin!


(Ecce Homo; latince, ingilizce çevirisi "Behold the Man", türkçeye sanırım "İşte bakın insan" olarak çevrilebilir. Pontius Pilate'nin İsa çarmıha gerilmeden önce dövülmüş, dikenli tellerle bağlanmış halini kalabalığa göstererek söylediği bu sözler daha sonra İsa'nın bu halini resmeden her türlü sanat eserine de bu tanımın verilmesine yol açmıştır)

Bugüne kadar kaçımız Elías García Martínez'in adlı İspanyol ressamın adını duymuştu? Peki ya onun İspanya'nın Zaragoza adlı küçük bir şehrin yakınlarında yer alan Sanctuary of Mercy kilisesindeki 19. yüzyılda yapılan Ecce Homo adlı duvar resmini? Pek fazla kişi olduğunu sanmıyorum taa ki bu duvar resmi Cecilia Giménez adlı 81 yaşındaki yerel bir kadın tarafından restore edilmeye çalışılıncaya kadar.




Muhtemelen bu resmi bir çok internet sitesinde veya haberlerde görmüşünüzdür. Her yerde tarihi bir restorasyon başarısızlığı olarak anılan bu duvar resmini restore etmeye çalışan Cecilia Giménez adlı 81 yaşındaki kadın maalesef medyanın yoğun ilgisinden dolayı evinden çıkamıyor, yeme güçlüğü çekiyor ve muhtemelen hayata küsmüş durumda. Şu anda şehir konseyi resmi bozduğu için kadına para cezası vermeyi düşünüyor. Halbuki kadın iyi niyetiyle, amatör ruhuyla, kilisesindeki yıpranmış bir resmi düzeltmeye çalışıyordu.

Bazıları bayan Cecilie'nin orjinal resmi bu kadar tahrip etmesinin ardında kötü bir niyet taşıdığını idda ediyor, dayanakları da şu; "bir insan bir resmi restore ederken ne kadar süre geçmesi gerekir ki batırdığını fark etsin? Hadi gözlerde batırdı, burunda batırdı artık ağzını da batırmaya girişmezsiniz"... Size bir resmi batırmak hakkında bir şey söylemem gerekirse, tıpkı kumar gibidir, bir resim yaparsınız, beğenirsiniz aklınızdan şurasını da şöyle yapsam çok güzel olur diye geçirirsiniz, sonra bakarsınız ki daha kötü olmuştur ama geri dönüş yoktur bir kere, e şurasını biraz değiştirsem şurasını böyle yapsam düzelir belki dediyseniz bir bakmışınız elinizde bir patates surat kalmış, insan yenilgiyi kolay kolay kabullenemez, hatta patates suratı bile beğenir hale gelirsiniz siz yaptığınız için... Bu sebeple ben içten anlıyorum Cecilia hanımın yaşadıklarını ve bence kesinlikle bir kasıt yoktur.



Yukarıdaki ilk resme ve son haline baktığımda ben kesinlikle bu ikisi aynı resim demezdim ama hikayeye bir de başka bir yönden bakmak gerekiyor bence; bugüne dek ben belki yüzlerce İsa'nın dikenlerle çarmıha gerilmesini konu alan resim görmüşümdür müzelerde ve internette. Bu konu artık o kadar çok işlendiği için bir yerden sonra hepsi aynı veya tekdüze geliyordu açıkçası ama düşünün 19. yüzyıl eserlerinin sergilendiği bir müzedesiniz, karşınıza birden bu restore edilmiş resmi görüyorsunuz, hatta bir tek bu olmasın İsa'nın yanında gene "insan-maymun-patates karışımı benzer tarzda şeylerin de resmedildiğini düşünün. Muhtemelen o müzede benim en çok ilgimi çekecek tablo o olurdu. Herkesin tek bir kopya çizdiği gerçekçi resimlerin yanında bu kadar "farklılaşabilmiş" bir tarz beni kesinlikle etkilerdi. Bu resim 19. yüzyılda resmedilmiş olsaydı, muhtemelen ressam idam edilir ve resim yakılırdı ama, diyelim ki günümüze kadar gelebilseydi bu resim, eminim ki çağının en yaratıcı resimlerinden biri olarak anılırdı.

Gene resmin ilk hali ve son haline baktığınızda aslında bu ikisinin iki farklı resim olarak değerlendirilmesi gerekiyor. İlkinde gözler yukarı bakıyor, sanki Tanrı ile konuşuyor "Tanrım kaderimde bu varsa kabulüm" dercesine, ikincisinde ise sanki gözler sağ arkaya kaymış, hani çarmıha gerilecek ama sanki aklı geride kalmış, acaba ütüyü fişte mi unuttum der gibi... Gene ilk resimde ağız yapısı mütevazi, hafif bir tebessüm gösteriyor, Tanrı'sına kavuşacağı için kaderini kabullenmiş bir ifadeyi yansıtırken, son halinde bariz bir dudak bükme, "uff çarmıha mı gerilecem bu da mı olacaktı" ifadesi var.

Anlatmak istediğim burada bayan Cecilia Giménez kesinlikle resmine kendinden duygular katmış, bu açıkça bir restorasyon olmaktan çıkıp bağımsız bir eser haline gelmiştir. Daha önceki ressamların eserlerinden ilham alarak yeni resimler oluşturan bir çok ünlü ressam var aşağıda görebileceğiniz gibi;



Neden bunu da aynı şekilde düşünemiyoruz? Doğruyu söylemek gerekirse bayan Cecilia'nın bu yeni eserinin eski esere oranla çok daha fazla ilgi gördüğü de yadsınamaz bir gerçek. Bence kesinlikle tekrar eski haline dönüştürülmemeli bu eser. Hatta ben bir müze yöneticisi olsam, hazır bu kadar ilgi çekmişken, ilk yapacağım iş ünlü eserlerin profesyonel reprodüksiyonlarını yaptırır, sonra onları kasten yıpranmış hale getirir ve bayan Cecilia'nın kapısında yalvarırdım bunları kendi tarzıyla restore etmesi için.

81 yaşındaki iyi niyetli bir kadını hayata küstürmenin ne manası var? Bırakalım herkes içindeki Ecce Homo'ları özgürce resmetsin, içimizdeki Ecco Homo'lar ölmesin!

27 Mart 2012

Bomba uzmanı ve teyze

Bu fotoğraf karesinin ödül alması gerekir; içinde bomba olmasından kuşkulanılan otoyol kenarına bırakılmış bir buzdolabını özel kıyafetli bomba uzmanı incelerken 2 adım yanından bir elinde elektrik süpürgesi, bir elinde çarşı torbası taşıyan teyze geçiyor. Herşey güvenliğimiz için.


1 Kasım 2011

Arkadaşım rica etsem bir iter misin?


Arkadaşım rica etsem bir iter misin? Teknoloji ne kadar gelişse de arkadaşın yerini tutamıyor tabii ki...

Orjinal haber için bakınız...

22 Nisan 2011

Uçan dairenin duvarına Kur'an asmak


Nasıl bir hayal gücüdür bu... İmla hataları olmasa kurgu bir karakter dersin. Haberin ve yorumun orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.

13 Kasım 2010

Verilmeyen hizmetin vergisi, sıfır alışveriş bir fiş

Geçenlerde numaramı başka bir operatöre taşımıştım, eski operatörümden son olarak aşağıdaki fatura geldi.

Konuşma ücreti, aylık ücret hepsi "0" ama devlete hala borçlu çıkmışız. Devlet verilmeyen hizmetin vergisini almaya başlayınca böyle garip faturalar çıkıyor ortaya...


 

18 Mart 2009

İş ilanı - yani it is unclear

Sürekli kariyer sitelerinden ilanlara baktığımdan o kadar komik ilanlar görüyorum ki anlatamam. Aşağıdaki örnekte ki ilanı okuyup anlamak uzunca bir süremi aldı. Bu ilanı muhtemelen bir asistan hazırlamış ve revize etmesi için muhtemelen yabancı bir müdürüne göndermiş, müdürü de revize yapılması gereken yerleri kendi notlarıyla belirtmiş. Ne var ki muhtemelen asistanımız bu ilanı yayınlarken hiç revize etmeye ihtiyaç duymamış ve aynen notlarıyla, "orjinal" haliyle yayınladığında ortaya bu komik ilan çımış. İlanın en can alıcı noktası ise yabancı olduğunu düşündüğüm müdürümüzün araya "yani it is unclear" diye not düştüğü yer.

17 Şubat 2009

Sap bi uygulama geliştirme uzmanı aranıyor!

Bazen insan kaynakları aradıkları pozisyonu tanımlarken türkçenin azizliğine uğruyorlar sanırım.

Not: SAP hakkında buradan bilgi alabilirsiniz, BI ise Business Intelligence için kısaltma olarak kullanılmıştır.

12 Şubat 2009

Kriz Türkiye'de fırsat mı yaratır, fırsatçı mı yaratır?

Klasik laf, "krizi fırsata çevirin" derler. İşte bunu farklı yorumlayanlar olabiliyor. Örneğin Pegasus firmamız...

Efendim Pegasus firması bünyesindeki çeşitli pozisyonlar için eleman arıyor, secretcv.com, yenibiris.com gibi sitelere iş ilanları veriyor. Buraya kadar herşey normal, ilana başvurduğunuzda ise sizi "son pazarlama harikası" ile tanıştırıyor. Direkt kendi ağızlarından buyurun;
Başvurunuzun Pegasus tarafından alınması, İnsan Kaynakları bölümü tarafından değerlendirilmesi ve geri bildirim süreci için 10 YTL hizmet bedeli, aşağıda tamamlayacağınız süreçte, kredi kartınızdan tahsil edilecektir. Bu hizmet bedeli hiç bir şekilde tarafanıza iade edilmeyecektir. Ayrıca 1 yıl boyunca yapacağınız diğer başvurulardan ücret talep edilmeyecektir.

Pegasus olarak iş garantisi vermemekle birlikte, müracaatınızı ve özgeçmişinizi bir yıl boyunca bilgi bankamızda aktif tutacağız ve gelişen ihtiyaçlarımıza göre size uygun pozisyon açılması halinde sizi bilgilendireceğiz.
Hizmet bedeli için 10 YTL (bu arada YTL'de kalktı ya neyse) alıyorlarmış. Ayda 100 kişi başvursa 1000 YTL havadan para, oh ne güzel. İş garantisi de vermiyor, yani 50 tane "aslında var olmayan işler" için ilan verip binlerce kişiden 10 YTL toplasa sonra da iş alımını durdurduk derse, kimse verdiği parayı geri de alamaz. Güzel iş valla.

Bu ilandan anlıyoruz ki Pegasus'ta insan kaynakları bahşişle çalışıyor, yapmaları gereken iş için hizmet bedeli aldıklarına göre bu insanlar maaşlı çalışıyor olamaz. Allah için etik değerleri olan bir firma ama, diyor ki bir yıl için de sizi sadece 10 YTL kazıklayacağız, birden fazla ilana başvursak da sadece bir kere 10 YTL alıyorlarmış, bonus olarak bir yıl boyunca da CV'nizi veritabanlarında tutuyorlarmış, allah razı olsun valla yük oluyor millete CV'miz tabi. Ha bir de 10YTL kredi kartından tahsil edileceği için kredi kartı olmayan hiçbir aday da işe alınmamış oluyor haliyle. Yaşasın "eşit iş imkanı" konsepti.

Bu arada bu ufak hesapların "marka değerlerine yaptığı KATKIyı" hesaba katıyorlar mı acaba? Hani yeni kurulan küçük bir firma bu yönteme başvursa sadece komik olur ama neredeyse 20 yıllık bir havayolu şirketi yapınca "Trajikomik" oluyor.

İşte bu yüzden bazı yayın organlarında bazılarının "kriz fırsatlar yaratır" demeçlerini okudukça içimden diyorum ki "kriz Türkiye'de yaratsa yaratsa fırsatçılar yaratır".

Güncelleme: Pegasus firmasının bu uygulaması duyduğuma göre krizden önce de varmış ama yukarıda belirttiğim gibi bu sistemde bir firma var olmayan iş pozisyonları açıp haksız kazanç elde edebilir, bunun için bir önlem alınmadığı takdirde bence yasal bir uygulama değildir bu.

21 Eylül 2007

Askerin olayım

Bu aralar askerliğe gitmek için kasıyorum, hiç aklına gelmez insanın bunun için bile mücadele vermesi gerektiği ama öyle bir durum oluştu. Askerlik tecilim aralığa kadardı ben de aralıkta giderim diyordum, tüm ayarlamaları buna göre yaptım askerlik şubesine gittim. Bana nisan ayında gidiyorsunuz dediler. Eh iptal ettireyim tecilimi aralıkta gideyim dedim, Ankara'dan halletmen gerek dediler. Yurtdışında okuduğum için tecilim Ankara'dan gelmiş, iptalinin de oradan gelmesi gerekiyormuş (Yaşasın bürokrasi!)

Neyse Ankara'dan uğraştık Milli Eğitim'den yazıyı alıp oradaki askerliğe ilettik. (Neden Milli Eğitim, neden YÖK değil o da ayrı mesele) Şimdi oradaki askerlik şubesindeki evrağın buradaki şubeme gelmesini bekliyoruz. Geçen gün Ankara şubesini aradım evrağımın durumunu sormak için;

-Soyadınız
-Ulaş
-Sadece Ulaş mı?
-Ulaş, Mert Ulaş (Bond, James Bond tribi)
-Şimdi Mert mi Ulaş mı?
-Adım Mert soyadım Ulaş
-Ama bana tersden söylüyorsunuz

Askerlik eğlenceli geçecek galiba...

9 Ağustos 2007

Lab. anıları

Ben ve lab.da ki deney setimiz, ben ona çift biraver ismini koydum. Birlikte güzel ölçümler yaptık, ucuna motorlar-pervaneler takıp döndürüşünü izledim duygulanıp. En verimli çalışma gerilimini, akımını bulduk, saniyede ne kadar hidrojen alması en ideali onu hesapladık. Bunu şöyle düşünün, biri sizin yerinize size en yakışacak kıyafet budur, sen en rahat bunda hareket edersin, senin poponu en güzel bu gösterir diyerek sizin yerinize bu kıyafetleri alıyor. İşte ben de bunun benzeri şeyler hesapladım sırf yakıt pilim için :)

Bu yoklukta bile onu herşeyin en güzeli, en safıyla besledim... (Kola şişesi içinde saf su tutmak tam türk işi ama türklerin plastik kola şişelerine karşı bir zaafı var bence, her iş için onları kullanmak istiyoruz nedense)

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim, deney raporu yazmak sıkıcıdır, hatta öyle sıkıcıdır ki bundan kaçınmak için günlüğüne böyle şeyler yazdırır insana. Herşeye rağmen seni seviyorum çift biraverim, hidrojenin hiç eksin olmasın...

6 Haziran 2007

Bastır Mastır ve boyun yalama

Bu yanda gördüğünüz fotoğraf Taksim metro istasyonunda bir reklam panosunda yer almaktadır. Şimdi sevgili reklamcı arkadaşlar; Türk Dil Kurumu'nda "mastır" diye bir kelime yoktur ne var ki Google'da mastır diye aratırsanız bu kelimenin oldukça yaygın kullanıldığını göreceksiniz. Tamam yabancı sözcükleri türkçemize katma gayretiniz takdire şayan ama zaten master kelimesinin o anlamdaki türkçesi "yüksek lisans" olarak mevcuttur, bu mastır kelimesini okuyan ve düzgün bir ingilizce ve türkçe dil bilgisine sahip insan sizin reklamını yaptığınız programlardan koşarak kaçar. Hayır madem Work&Travel'ı ingilizce yazmayı biliyorsunuz, Master'ı da olduğu gibi yazın. Yabancı özentiliği biraz su yüzüne çıkmış sanki ürettiğiniz "mastır" kelimesinde;

-Abi master'a havalı bir isim lazım, yüksek lisans havasız kaçıyor
-Tamam o zaman okunduğu gibi yazalım mastır olsun
-Vaay çok yaratıcısınız

Bunun dışında geçenlerde arabayla giderken yol üstünde bir fotoğraf stüdyosu vitrini dikkatimi çekti, hani fotoğraf stüdyoları camlarında stüdyolarında çekilmiş yeni evli çiftlerin fotoğraflarını yayınlar ya, işte en yaratıcı yeni evli çift fotoğrafını gördüm orada;
"Damat gelinin boynunu yalıyordu!"
Hani tamam zevkler tartışılmaz, fantezi kulvarında böyle bir fotoğraf çektirmek istemiş olabilirsin ama bunu yayınlamalarına izin vermekteki mantık nedir? Arabayla geçerken stüdyonun camında bebek fotoğrafları, yeni evli birbirine sarılmış mutlu çiftlerin fotoğraflarını izlerken bir anda yüzünde şeytani bir gülümseme ile gelinin boynunu yalayan bir damat görmek garip oluyor gerçekten. Olayın şoku ile o vitrinin fotoğrafını çekemedim ne yazık ki...

11 Mayıs 2007

Kraldan çok Kralcı

En fazla kral hangi ülkede yaşar derseniz düşünmeden cevabım Türkiye'dir. Hani "kraldan çok kralcı" diye bir tabir vardır ya ülkemizde, nasıl doğru bir laf anlatamam. Ya bütün bu kralcılar beni buluyor ya da çoğunluk meslek olarak "kralcılık oynuyor" ülkemizde.

Bana çok ilginç teklifler geliyor bu kralcılardan. İstanbul'a döndükten sonra askerliğe daha var boş durmayayım diye bir iş arıyorum, iş için görüşmeye gittim.

-Yıldız Teknik'ten mezunsun, Amerika'da yüksek lisansını yapmışın, yabancı dilinde var ama askerliğini daha yapmamışın, tamam o zaman bedavaya seni fabrikamda çalıştırayım askerliğine dek iş hayatını öğrenirsin...

Güzeeeel... OSS'de ilk 10,000'e girip 4 sene mühendislik oku, Toefl'da 300 üzerinden 275 al, sonra Amerika'nın batı yakasındaki en eski, 150 yıllık üniversitesinde, Silikon vadisinde çalışan mühendislerin %60'nın mezun olduğu okulda 2 sene yüksek lisans yap, bir yıl da iş tecrüben olsun sonra gel Türkiye'de kralcının fabrikasında bedavaya çalış. İş çıkışında da patronun evine temizliğe giderim hizmette kusur kalmasın diye... Hayır eğer ihtiyacın yoksa iş yok dersin ama bedavaya çalış diyerek neyi zorluyosun ki?

Bloğumda Plugoo eklentisi kurmuştum, işte bloğuma giren ziyaretçiler isterlerse msn üzerinden hemen benimle konuşabilsin diye. Oradan da çok güzel teklifler geliyordu. En son dün 3 kişi birden kendi bloglarındaki Google reklamlarına "tıktıklar mısın" dedi. Tabii canım benim sanal alemde ki lakabım "TıkTıkçı Mert" zaten... Google reklamı gördüm mü dayanamıyorum hemen tık tık, alışkanlık oldu bende söyleminize bile gerek yok. Gittiğim her sitede Google reklamı "tıktık"lamadan çıkmam. Biz de senin bloğundakilere tıklarız diyorlar. Güzel arkadaşlarım bloğumu çok güzel gezmişiniz ama ben 3 yıldır blog yazıyorum ve daha bir kere bile bloğuma reklam almadım, nereye tıklıycan? Bir kişiden gelse bu istek neyse, aynı gün içinde 3 kişiden gelince bende sigortalar attı ve bugün itibari ile kaldırdım tabii ki plugoo eklentisini.

Bende genel olarak dışarıdan enayi/saf görülme durumu da mevcut galiba, hiç unutmam 2 yıl önce bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim, arabayı park ettim, tam apartmana giricem birisi arkadaş bir baksana dedi, ben de adres sorucak sanıyorum;

-Buyrun
-Ya bizim bir piyano vardı da 4.katta, onu iki kişi sırtlanıp şu kamyona koyalım hadi
-Piyano? 4.kat? iki kişi?

Güzeeeel... Ya tamam türk insanı yardımseverdir ama bir yere kadar be... Sokaktan tanımadığım birisinin piyanosu için benden kafamı yarmayı, belimi çıkarmayı göze almam mı bekleniyor anlamıyorum.

Bir de en çok şaşırdığım şey kralcı insanlar bu isteklerini o kadar rahat dile getirirler ki sanırsınız dünyanın en normal şeyini istiyorlar sizden hatta sanki size iyilik yapıyorlar. Daha önce kimse bunlara birşey demediği için mi bu kadar rahat oluyorlar yoksa rahat görünürsem yuttururum ayağına mı yatıyorlar orası meçhul.

Benim asıl merak ettiğim bu tür kralcı istekler neden hep bana denk geliyor? Alnımda bir yerde benim okuyamadığım bir yazı mı yazıyor nedir ben de anlamadım.

10 Mayıs 2007

Senin Olayın Ne Alp?

Az önce Kinetix'in bir reklamını izledim televizyonda, reklamda Alp adlı arkadaşımız bir otobüse biniyor ve 4 durak boyunca ayakları hiç yere basmadan maymun gibi otobüsün içinde ilerliyor, buyrun önce izleyelim;



Şimdi sevgili Alp arkadaşımız, olay ne biliyor musun... Sen şu hareketleri gerçek hayatta bir otobüste yapsan önce şöför bey sonra da yolcular 4 durak boyunca seni bir güzel döverler. Milletin elleriyle tuttuğu yerlere sen maymunluk yapıcam diye İstanbul'da gezdiğin ayakkabılarla basarsan o reklam filminde gülümseyen yaşlı amca bile bastonu ile sana hamle yapar. İşte bizim olayımız budur Alp'cim.

Şimdi yaratıcı reklam var, abuk reklam var, ikisinin arasında da fark var...

6 Mayıs 2007

Google arama sonuçları

Google Analytics sayesinde Google'dan hangi aramalar sonucu siteme ziyaretçi geldiğini görebiliyorum, son 1 hafta içinde Google'dan bloğuma gelen ziyaretçilerin yaptıkları arama sonuçlarından en "orjinal" olanlarını yorumlarımla birlikte paylaşmak istedim;

porno film bakmak istiyorum: böyle Google'a emrivaki yaklaşımlara bayılıyorum, isteği hakkında yoruma zaten gerek yok

youtube mahkeme kararı ile kapanmış oraya nasıl girebiliriz: Google'ı bir dost bilip ona soru cümlesi kuran arkadaşım, sen bu aramayı bu hafta içinde yapmışın ama Youtube yeniden açılalı çok oldu, biraz geriden takip ediyoruz sanırım

cıbıldak porno: ahaha bu benim en beğendiğim arama, o nedir arkadaşım? Öyle birşey mi var? Nasıl bir insan böyle bir arama yapabilir? Hem porno hem de cıbıldak bak sen...

hosteslik yapmanı zorlukları: öncelikle "n" harfini atlamışınız, en büyük zorluğu getir-götür işleri çok oluyor.

amerikaya ressam olarak vize almak: portfolyonuz ile amerikan konsolosluğuna başvurun, resimlerinizi beğenirlerse vizenizi verirler.

sharon stone boyu kaçtır: bence 1.65 falan

kendİnİ hİssetmeme: i leri büyük yazan arkadaşım bir silkelen kendine gel lütfen

biz böyle değildik: Google'dan bir teselli, bir dost omzu arayan arkadaşım, haklısınız değildik, nerede o eski günler...

dedelerimizin küçükken oynadığı oyunlar. : Ahah en beğendiğim ikinci arama, sonuna bir de nokta koymuş. Arkadaşım dedelerimiz küçükken saklambaç, elim sende ve hatta seksek oynarlardı, şimdi ki çocuklar ise tüm gün bilgisayar başında cıvcıv atari tek dertleri...

hafifçe ısır : eheh bu da güzel, tamam ama bazen dozunu kaçırabiliyorum acıtırsam söyle

vikipedide çevreyi kimler nasıl kirletiyorlar: vikipedide çok şerefsizler var, geçen gün birini yakaladım yere çöp atıyordu, çektim kulağını hemen, burası vikipedi ayağını denk al dedim ama kimseyi de ispiyonlamak istemiyorum şimdi buradan, onlar kendilerini biliyor.

hapishanede seks: tavsiye etmiyorum

popüler lise kızı nasıl olunur: Hah hep Güzin Abla'ya özenmiştim işte karşıma bir fırsat, sevgili kızım... Hayatta hedef aldığın değerleri yeniden gözden geçirmeni öneririm. Bence sen bu genç döneminde derslerine odaklanıp başarılı bir talebe olmaya gayret göstermelisin. Liselerdeki popüler kızlara bazen başka isimler de takarlar, popülerlik uğruna hafif bir kız olmanı hiç istemem ama illa ki popüler olmak istiyorum diyorsan etek boyunu kısaltmanı önerebilirim.

popiler porno : popiler değil güzel arkadaşım popüler, popiler nedir? Popiler olsa olsa sevimli bir çizgi film adı olabilir. Sevimli köpek ailesi "Popiler" yeni maceralarıyla Baby TV'de sakın kaçırmayın.

windows açılmıyor yanıp sönüyor: Yanıp sönüyor? ne yanıyor ne sönüyor? Bir derdi var işte Windows'un size anlatmaya çalışıyor, dili yok ki nasıl anlatsın derdini başka türlü zavallıcık...

kulaĞim tikandi: ğ'yi büyük yazan arkadaşım, geçmiş olsun, acil şifalar dilerim

pota kadu: bunu anlamlandıramadım acaba posta kodu mu demek istemiş? Posta kodunu Google'a sormanız çok mantıklı ama isterseniz bir de postacınıza danışın.

Daha böyle yüzlerce orjinal arama sonuçları var, inanın hepsi gerçek, ekran görüntüsüyle ispat edebilirim zaten takdir edersiniz ki bu kadar yaratıcı aramaları kendi başıma uyduramazdım.

Şimdi sevgili Google sana bir sorum var, bak bu sefer ilk kez ben de sana bir dost gibi yaklaşıyorum, insanca soru soruyorum...

Neden bütün abuk subuk pornocuları benim siteme yönlendiriyosun GOOGLE? Ben bu ziyaretçileri hak edicek ne yaptım? Cevap veremediğin aramaları, soruları bana mı havale ediyorsun? Çöplük mü benim bloğum? Neden Google... Neden?

Şimdi anlaşıldı neden "mert" diye aratınca ilk benim sitemin çıktığı, ben de sanıyordum ki...

4 Mayıs 2007

Google'da Mert

Türkiye içinden Google'da Mert diye arattığınızda ilk çıkan siteye dikkat ettiniz mi hiç?

Bu site benim ilk web sitesi denememdi. O zaman üniversitenin ilk yılları sanırım 2000 yılı falan... Benim saçlar uzun böyle fotograflarda var çok komik. Şimdi bu siteyi yaptığım zamanlarda Yahoo'nun Geocities adında bir servisi vardı (gençler bilmezler eheh), bedavaya alan veriyordu çok büyük birşeydi o zamanlar için ama tabi reklam destekli... Neyse ben de hemen yaptım kendime bir site, gene o zamanların internet akımlarından etkilenmişim altta kayan yazı ile siteme hoşgeldiniz falan yazıları... Sitede ortada da bir fotograf vardı ama silinmiş o zamanla ahah. Neyse benim bu dandik sitem şu anda Google'da Mert adlı aramada ilk sırada 26,7000,000 sonuç arasından. (en azından türkiye içinden yapılan aramalarda)

İşin boktan yanı da artık Geocities Yahoo Web 360 mı ne olmuş, geocities'e giremiyorum, hiç bir şekilde o siteyi silemiyorum, değişiklik ya da yönlendirme yapamıyorum ve o sitede 1.sırada inatla... Anlayacağınız enkaz bir site olarak birinciliği koruyor kendisi ve bu gidişle ineceği de yok çünkü Blogger'da 2.5 yıldır yayınladığım bloğum bile 3.sırada Mert diye aratınca. Yani 2.5 yılda yetişememişim o ilk yaptığım sitenin popülerliğine. Pagerank'i 3 bu ilk yaptığım sitenin, benim şu anki bloğumun pageranki 4 ama gene de 1. olamıyor.

Benim bir altımda Mert.com alan adını almış 1969 yılında kurulmuş koca şirket var ama 2000 yılında benim Geocities'de yaptığım kıçı kırık sitenin altında kalmış... Ben o fabrikanın sahibi olsam kudururdum :)

Bir de o zamanlar anytimenow diye bir e-posta servisi kullanıyormuşum, eh onun da şifresini unutmuşum, kimbilir ne e-postalar gelmiştir o adrese eheh... Bir de sitede yazmışım "sizin de beğendiğiniz yazı veya fotoğraflar var ise lütfen e-posta ile iletiniz" diye, valla siteyi açtığım zamanlarda bir kişi bile eposta atmamıştı, bundan sonra attıysa da okuyamıyorum kusura bakmasınlar. Neyse eğer benim uzun saçlı halimi merak ediyorsanız 26 milyon 700 bin Mert'in tepesine çıkmış Mert Ulaş'ın ilk sitesine alalım sizi de :)

(not: o zamanlar da penguen-fors takma adını kullanıyordum o yüzden adını öyle koymuşum :) )

2 Ocak 2007

Atom karinca ve geri donusum felsefesi

Tahminim cogumuzun evini karincalar basmistir bir kere de olsa. Hic bir gun tuvalete girdiginizde bir karincanin tuvaltteki cop kovasindan "biseyler" tasidigini gordunuz mu? Hani tuvalet kagitlarinizi attiginiz cop kovasindan. Gorunce "igggvvhhyy" olursunuz boyle, hemen klozetin etrafina bakinirsiniz acaba buraya kadar tirmanan olmus mudur diye. Bir de bu karincalara bosuna atom karinca demiyorlar cunku karincalar kendi agirliklarinin 10 katini tasiyabiliyorlar ve inanin bana bu oldukca buyuk bir "seye" tekabul ediyor. O an "hemen bir karinca ilaci almaliyim" diye dusunursunuz ama gun icinde kafanizdan ucup gider.

Taa ki sabaha kadar... Sabah uyanirsiniz, mutfaga gidersiniz, en buyuk kaseye en sevdiginiz misir gevreginden doldurup uzerine sutu bosaltirsiniz, masaya oturup ilk kasiginizi alirsiniz sonra birden kaseye bakarsiniz ve birsey farkedersiniz... Dun banyoda gordugunuz ayni atom karinca bu sefer sutun uzerinde yuzen misir gevreginin ustunde sirt ustu yatmis guneslenmektedir ve size;

-Gunaaaaydiiiiin, beni hatirladin mi?

bakisi atar.

Ayni karinca oldugunu bilirsiniz cunku o kahverengi antenleri nerede gorseniz hatirlarsiniz. Akliniza hemen acaba ilk kasigimin icinde arkadaslarindan biri olabilir miydi diye dusunursunuz, sonra da eger vardi ise acaba dun ne yemistir diye dusunmeye baslarsiniz. Bir bakima yeniden donusum felsefesine benzer ve isler burada biraz karmasiklasir benim icin.

Simdi benim bu yeniden donusum felsefesiyle, topraktan gelip topraga donmemizle, oldugumuzde vucudumuzun topraga karisip gubre olmasi ve o topraktan sebzeler yetisip baska bir canlinin sonra o sebzelerle beslenmesi ve sonra da belki baska bir insanin o canli ile beslenmesi ile ilgili hicbir sorunum yok. Bu surdurulebilirlige, donusume ve karmaya saygi duyuyorum. Ne var ki benim sorunum bu donusumun bu kadar kisa surede olmasiyla ilgili, bunu bilmek, gozlemlemis olmak beni biraz rahatsiz ediyor sadece. Mesela geri donusturulmus urunleri tamamiyle destekliyorum gezegenimizin kaynaklarini en optimal sekilde kullanabilmemiz acisindan ne var ki markette "yeniden donusturulmus tuvalet kagidi" gorunce biraz kuskuyla yaklasabiliyorum, almadan once koklama geregi duyabilirim mesela... Iste tek rahatsizligim burada.

1 Ocak 2007

Rontgenci Huseyin

Hic hayvanlari cok seven bir arkadasiniz oldu mu? Bahsettigim kedi, kopek ya da tavsan falan degil ama neredeyse her turlu hayvan... Bir gun arkadasimin evinde dusa girmistim, dustan cikinca hemen arkamdan arkadasim dusa girdi ve birden heyecanla dustan cikti.

-Mert, Huseyin nerede?
-Huseyin?
-Evet dustaydi, hemen kosedeydi
-Vallahi ben dusta yalnizdim, zaten en basindan dusta Huseyin diye biri olsaydi hic girmezdim, dus alirken yanimda baska erkek olmasindan pek hoslanmam
-Hayir be, Huseyin kosedeki orumcek
-Haa.. onun adi da mi vardi?
-Yoksa oldurdun mu?

Size tam olarak ne oldugunu anlatayim. Simdi ben dustaydim, hersey guzel suyun sicakligi ideal ve stabil. Tam sacimi sampuanliyorum "dabadababibi" seklinde birden bir huzursuzluk geldi uzerime. Hani sanki birisinin sizi izledigini hissedersiniz ya, ayni o his. Kafami kaldirdigimda tam kosede Huseyin bacaklarini germis harem agasi edasiyla soyle tepeden asagi "woouuw" bakisiyla beni suzuyordu. Ben de pek hoslanmiyorum dusta izlenmeyi o yuzden dus basligini kendisine dogru dogrulttum ve asagi kadar surukledim sonra da su suzgecinden giderken de hoscakal bakisiyla ugurladim onu. Ben ev sahibine de bir iyilik yaptigimi dusunuyordum, megersem oyle degilmis...

-Huseyin iki yildir orada masumca duruyordu, hic kimseye bir kotulugu ve zarari dokundugu da yoktu ve sen onu oldurdun mu Mert? O hayvanin sana ne zarari dokundu Mert?
-Bir dakika, bir dakika orada duralim, Huseyin'in olumu icin gerekli olan kosullari ben yaratmis olabilirim ama onu ben oldurmedim, o dogal yollardan bogularak oldu tamam mi!

Sonra dusundum, empati kurmaya calistim, bir insani dustaki bir orumcege baglayan durtu ne olabilirdi diye ve sonunda cevabini buldum... Kadinlar izlenmeyi seviyor.

Hic fotograf makinesi veya kamera cikardiginizda kadinlardaki tepkiyi gozlemlediniz mi? Once ayy simdi ne geregi vardi hay allah der baslarini iki yana sallarlar sonra birden bire yanaklar iceri cekilir, karin iceri cekilir boyle garip bir hal alirlar. Siz ani olumsuzlestirmek isterken artik o andan ve dogalligindan geriye bir eser kalmamistir cunku artik karsinizda kamera gormus bir kadin vardir.

Dusta 2 yildan beri olan seyi ben size anlatayim, kizimiz dusa girer, kosede edepsizce duran Huseyin'e goz ucuyla bakar ama once gormemis gibi davranir. Sonra tam sacini sampuanlarken;

-Aaa Huseyin oyle bakma ama hihihi

Sonra birden dusta kamera varmis gibi o garip poz verme halleri baslar gene. Iste butun olan biten buydu bence. Bence Huseyin de biraz rontgenci karakterliydi, dusta o kosede nasil yemek bulabilir ki bir hayvan, ne yemek artigi ne de sinek var, sonra 2 yildir hangi hayvan ac bilac sabit bir noktada bekleyebilir ki? Ac bilac oldugu kil gibi kalmis bacaklarindan belliydi zaten. Sonuc olarak Huseyin rontgenlemekten hoslaniyordu ve bu ugurda ac kalmaya bile raziydi.

Iste bu yuzden kimse benden dustaki bir hayvana sempati duymami beklemesin...

Not: Bu hikayedeki insanlar ve olaylar tamamen kurgudur, dusta bir orumcek gormemle beynimde yaratilmistir, ne var ki Huseyin gercektir ve sagligi da yerindedir.

25 Aralık 2006

James Brown

James Brown dun 73 yasinda hayata veda etmis. Cok farkli bir kisiligi vardi ve doneminde muzige yeni bir bakis acisi getirdigi kesin. Onun hakkinda Eddie Murphy'nin yaptigi parodiyi koyuyorum, ingilizcesi biraz agir aksanli ama ben cok gulmustum Eddie'nin bu sovunu izlerken.

Not: Eddie Murphy'nin dili 18 yasindan kucukler icin uygun olmayabilir.

11 Aralık 2006

Kaderimdeki hintli babalar

Gonul isterdi ki su egitim hayatimin son doneminde sadece secmeli tek bir dersim kalmisken rahat bir ogrencilik surseydim. Ne var ki kader baska bir yol cizmis sanirim bana. Bu donem alabilecegim tek secmeli ders acilmisti, bu da yuksek lisans duzeyinde muhasebe dersi, haliyle pek secme sansim olmadi.

Ben muhendislik egitimi almis biri alarak minimum duzeyde muhasebe bilgimle bu ileri duzey muhasebe dersinde surunmekteyim. Sinifta benim disimdaki neredeyse herkes isletme veya ekonomi egitimi gormus, bir de gelismis muhasebe ogreneyim demisler. Bu ortamda Mert gelsin sifirdan butun bunlari yutsun olur mu? Sonra ogretmenimiz psikopat ciksin yuksek lisans dersi icin devam zorunlulugu, 2 haftada bir quiz, 3 tane (yaziyla uc) vize, bir proje bir de final yapsin. Sonuc?

Sonucta ben bu gece opera ve klasik muzik dinleyerek projemle bogusarak sabahladim ve hala bitmedi. (ama o kadar uzagim ki projedeki kavramlardan, her bes dakikada bir internetten ingilizce sozluge "contingent (liabilities)" falan neymis diye bakiyorum, kelime anlamini cozsem gerisi gelicek ya)

Bu kadarla da kalmiyor, sinifimdaki ogrencilerden bir ornek sunayim size; 35 yaslarinda hintli bir baba, kendisi Youtube sirketinde muhasebeci olarak calisiyor, $1.6 bilyon dolarlik satista imzasi olan babalardan biri yani. Haliyle gozu kapali yapiyor, cunku yillardir isi bu! Sonucta ne oluyor biliyor musuz? Mert bu babalarla ayni can egrisine maruz kaliyor. Saka saka, sabah uyanicam gecicek hepsi biliyorum... Saka di mi?

3 Kasım 2006

Adini koy gozunu seveyim

Not: Bu yazi 18 yasindan kucuk okuyucular icin uygun olmayabilir. Okuyucular arasinda Mert neden boyle bir yazi yazmis, ondan beklemezdim diyenler de olabilir ne var ki bu konuya karsi buyuk bir icimi dokme istegi duydum.

Tipik bir Amerikan kolej ogrencisi olan oda arkadasim her ay duzenli olarak aylik erkek dergisi Maxim'i aliyor. Sagolsun oda arkadaslariyla da "vay suna bak" diyerek paylasmayi da kendi Maxim okuma tecrubesinin onemli bir parcasi olarak goruyor olmali. Ne var ki ben bu paylasimlari cok takdir ettigimi soyleyemem nitekim gecen gun gene boyle bir paylasim sonrasinda kafamda buyuk bir mantik sorunsali olustu.

Oncelikle bu Maxim dergisi FHM gibi bir dergi, iste sansasyonel pozlar, tek ozelligi carpici olan ama ici bos yazilar/roportajlar, "sozde" erkek tavsiyeleri vs... Kisacasi beynine fazla kan gitmeyen genc erkek nufusu icin bir pazarlama tuzagi diyebiliriz. Gecen gun oda arkadasimin bana gosterdigi sayisinda mayolu bir amerikali hanim kizimiz bacaklari havada pergel gibi 160 derecelik aciyla seksi bir poz vermis. Buraya kadar bana gore bir sorun yok herkes istedigi gibi kendini teshir edebilir, amerikalilarin dedigi gibi "whatever makes you happy" (turkce tercumesi "takil abi") Benim mantik sistemimi cokme noktasina getiren sey ise fotograftan ote fotografin altinda ki hanim kizimizla yapilmis olan roportajdan alintiydi;

"Erkekler neden masturbasyon yapar hic anlamiyorum!"

O yaziyi okudugumdaki yuz ifadem aynen cizdigim Bulut Cocuk karakteri gibiydi. Amerikalilarin dedigi gibi "what the fcuk?" (turkce tercumesi "t.... mi geciyorsun?") Simdi iki olasilik var, ya bu hanim kizimiz cok salak ya da ben cok art niyetliyim.

Bu hanim kizimiza sorsaniz kesin verdigim bu yari ciplak pergel pozlari sanatsal icerikliydi der (bakiniz sanatta geometri) ama bana gore bu derginin hedef kitlesi olan sivilceli yeni ergen amerikan erkeklerinin yuzde doksaninin hanim kizimiza dergiyi okuduklari odalari ya da lavabolarinda verecekleri cevap "sanatina ......." olacaktir.

Ben hicbir zaman kimsenin salak oldugunu dusunmek istemem ama salak yerine konmak da istemem. Bu 25 yasina gelmis amerikali genc kizimizin bu yasina dek "az biraz" erkek cinsiyle etkilesime girdigini varsayarsak yari ciplak pergel pozlu fotograflarina bakan yeni ergen erkeklerdeki fiziksel ve zihinsel degisimi de ongorebilecegini ve erkeklerin neden masturbasyon yaptiklarini aslinda cok da iyi anladigini dusunuyorum.

Bu mantikla geriye iki olasilik kaliyor,
  1. Derginin pazarlamacilari "salak kiz" imaji yarat, cogu erkek bunu daha seksi bulur demistir hanim kizimiza ve roportaji birlikte hazirlamislardir.
  2. Kizimiz bu imaji kendi kendine dusunmus ve boyle sansasyonel salak laflar ederse daha populer olacagini dusunmustur.
Simdi isin pazarlama kismina deginmek istiyorum. Her iki kosulda da aslinda gunumuzde pazarlamacilarin etik degerlerden ne kadar uzaklastiklarini gosteriyor (pazarlayan kim olursa olsun, pazarladigin ne olursa olsun) Pazarlama bilimi o kadar ilerledi ki artik sadece pazarlama degil sosyoloji ve insan psikolojisi uzerine de uzmanlasiyorlar. Ne var ki etik olarak sanirim politikacilarin bile gerisinde kaldiklarini dusunuyorum. Tuketiciyi salak yerine koymanin tuketici uzerindeki etkilerini bu ornek uzerinde aciklamak istiyorum.

Oncelikle bu derginin hedef kitlesi yeni ergen genc erkekler, ve belki bilincli belki de bilincsiz olsa da bu tuketiciler aslinda salak yerine konduklarinin hepsinin sahte oldugunun farkindalar ya da eninde sonunda farkina varacaklar. Daha once dedigim gibi ben kimsenin salak oldugunu dusunmuyorum. Peki farkina vardiklarinda ki sosyolojik tepkileri nasil olucak sizce? Ileriki ozel yasamlarinda siddet egilimli cinsellik olucak bu ornekte. Sevgi ile buyumesi gereken bir kusak bu sacmaliklarla buyuyor hatta bir kusak buyudu bile (bakiniz Ali Kirca'nin icindeki cocugu ve cocuksal siddeti ortaya cikardigi seks videosu) Bu sacmaliklarla beyni yikanan ve eninde sonunda bunlarin hepsinin aslinda sahte pazarlama yontemleri oldugunu farkeden, hepsinin populer olup para kazanmak icin yapildigini farkeden bir kusak nasil ileride guven duyabilir? Nasil samimi bir iliski kurabilir? Iste etik degerler bu noktada yikiliyor. Eger mankenlikten para kazanmak istiyorsaniz bunu profesyonel bir sekilde de yapabilirsiniz kendinizi kucuk dusurmeden, eger dergi pazarlamak istiyorsaniz bunu kaliteli icerikle de yapabilirsiniz sacma sapan sansosyenel uydurma haberler yazmadan. Rakiplerimiz etik citasini dusuruyor bizde rekabet icin ayni yolu izliyoruz derseniz hersey bir noktada dugumleniyor;
Bir akintiya karsi yuzmek vardir bir de akintiya kapilip suruklenmek, secimi insanlar yapar ve bu secime gore de hayatlari sekillenir.
Son olarak beni asil irite eden sey ise kolay yolu secen insanlarin bunu itiraf edememesi, adlarini koyamamasi. Bana hanim kizimiz "eger boyle laflar edersem kolay yoldan daha populer olucagimi dusundum, iyi de para veriyorlardi kabul ettim" dese halden anlarim, az da olsa saygi duyarim en azindan durust derim ama bana "sanat icin yaptim" ayaklariyla gelme, beni aptal yerine koyma, adini koy gozunu seveyim...