30 Haziran 2007
Bodrum
Birkac gunlugune Bodrum'a gittim, burada inanilmaz yavas bir telefon cevirmeli internet baglantim oldugu icin pazartesi gunu dondugumde e-posta ve yorumlara cevap yazabilecegim. Pazartesi gorusmek uzere :)
27 Haziran 2007
Blog müzik ekleme - 1
Çoğu blog yazarı bloğumuza nasıl müzik ekleriz diye bana danışınca bu açıklayıcı yazıyı yazmaya karar verdim.
İlk önce bu yazıda blog sayfanızda yazı içinde nasıl müzik ekleyebileceğinizi göstereceğim.
Kullanabileceğiniz iki servis var, birincisi Radioblogclub adlı servis, bu serviste yabancı çoğu müzik parçasını hazır olarak bulabilirsiniz yani kendi bilgisayarınızdan yüklemenize gerek kalmaz. Bu sebeple ilk olarak bu servisi kontrol edin müzik koymak istediğinizde. Üstelik bu servisi kullanmanız için üye olmanız da gerekmiyor.
Öncelikle http://www.radioblogclub.com adresine gidin. Bu ekrandan koymak istediğiniz şarkı veya grubun adını girip ara (Search) düğmesine tıklayın.
Ben bu örnekte Coldplay adlı grubu arattım.
Arama sonuç sayfası size Coldplay adlı grubun sistemde yüklü tüm şarkılarını listeler, diyelim ki siz Scientist adlı şarkısını bloğunuza koymak istiyorsunuz, o zaman bu şarkının adının yanında bulunan mavi düğmeye tıklayalım.
Siz mavi düğmeye tıkladığınız anda sayfa yeniden yüklenmeden ekranın sağ tarafında ihtiyacınız olan kod bölmesi belirecektir. Buradan 1 no.lu işaretlediğim bölümden şarkıçaların renklerini değiştirebiliriz (öntanımlı olarak gri renkte). 2 no.lu kısımdan da kodumuzun tamamını seçip sağ klik ile kopyalamalıyız.
Kopyaladığımız kodu bloğumuza yerleştirmek için Blogger'da Gönderi oluştur bölümünde, sağ üst köşede bulunan html düzenle sekmesine tıklıyoruz
Bu kısımda kodumuzu uygun gördüğümüz yere yapıştırarak işlemimizi tamamlıyoruz. Yazınızı tamamladıktan sonra yazıyı yayınla demeyi unutmayın :) Ben örnek olarak buraya Coldplay'in Scientist adlı şarkısını yerleştirdim.
Eğer bu şarkı bloğunuz her açılışta görünsün, sadece yazıya gömülü değil bloğun anasayfasına gömülü olsun istiyorsanız Blogger'da üst menüden şablon kısmına tıklayın ve yan menüden eklemek istediğiniz bölümde "Sayfa öğesi ekle" bağlantısına tıklayın.
Karşınıza çıkacak pencerede "HTML/Javascript" seçeneğini seçin ve Bloğa ekle bağlantısına tıklayın.
Açılan pencerede başlık olarak "sevdiğim müzikler" tarzı bir yazı girebilirsiniz, içerik kısmına ise gene RadioblogClub'dan kopyaladığınız kodu girin. Değişiklikleri kaydet dedikten sonra şarkınız bloğunuzda koyduğunuz bölümde yayınlanacaktır.
Peki ya aradığınız şarkı RadioblogClub sisteminde yoksa? Onu da bu yazının ikinci bölümünde anlatırım :)
İlk önce bu yazıda blog sayfanızda yazı içinde nasıl müzik ekleyebileceğinizi göstereceğim.
Kullanabileceğiniz iki servis var, birincisi Radioblogclub adlı servis, bu serviste yabancı çoğu müzik parçasını hazır olarak bulabilirsiniz yani kendi bilgisayarınızdan yüklemenize gerek kalmaz. Bu sebeple ilk olarak bu servisi kontrol edin müzik koymak istediğinizde. Üstelik bu servisi kullanmanız için üye olmanız da gerekmiyor.
Öncelikle http://www.radioblogclub.com adresine gidin. Bu ekrandan koymak istediğiniz şarkı veya grubun adını girip ara (Search) düğmesine tıklayın.
Ben bu örnekte Coldplay adlı grubu arattım.
Arama sonuç sayfası size Coldplay adlı grubun sistemde yüklü tüm şarkılarını listeler, diyelim ki siz Scientist adlı şarkısını bloğunuza koymak istiyorsunuz, o zaman bu şarkının adının yanında bulunan mavi düğmeye tıklayalım.
Siz mavi düğmeye tıkladığınız anda sayfa yeniden yüklenmeden ekranın sağ tarafında ihtiyacınız olan kod bölmesi belirecektir. Buradan 1 no.lu işaretlediğim bölümden şarkıçaların renklerini değiştirebiliriz (öntanımlı olarak gri renkte). 2 no.lu kısımdan da kodumuzun tamamını seçip sağ klik ile kopyalamalıyız.
Kopyaladığımız kodu bloğumuza yerleştirmek için Blogger'da Gönderi oluştur bölümünde, sağ üst köşede bulunan html düzenle sekmesine tıklıyoruz
Bu kısımda kodumuzu uygun gördüğümüz yere yapıştırarak işlemimizi tamamlıyoruz. Yazınızı tamamladıktan sonra yazıyı yayınla demeyi unutmayın :) Ben örnek olarak buraya Coldplay'in Scientist adlı şarkısını yerleştirdim.
Eğer bu şarkı bloğunuz her açılışta görünsün, sadece yazıya gömülü değil bloğun anasayfasına gömülü olsun istiyorsanız Blogger'da üst menüden şablon kısmına tıklayın ve yan menüden eklemek istediğiniz bölümde "Sayfa öğesi ekle" bağlantısına tıklayın.
Karşınıza çıkacak pencerede "HTML/Javascript" seçeneğini seçin ve Bloğa ekle bağlantısına tıklayın.
Açılan pencerede başlık olarak "sevdiğim müzikler" tarzı bir yazı girebilirsiniz, içerik kısmına ise gene RadioblogClub'dan kopyaladığınız kodu girin. Değişiklikleri kaydet dedikten sonra şarkınız bloğunuzda koyduğunuz bölümde yayınlanacaktır.
Peki ya aradığınız şarkı RadioblogClub sisteminde yoksa? Onu da bu yazının ikinci bölümünde anlatırım :)
24 Haziran 2007
16 Haziran 2007
Şehrini göster Pınar'a
Sevgili arkadaşım Pınar tabiri caizse biraz tutuşmuş çünkü kendisi çoğu öğrenci gibi son haftaya bırakmış bir dersinin final projesini, eğer bu durum size tanıdık geliyorsa ve öğrencilik hali diyorsanız belki kendisine yardım etmek isteyebilirsiniz.
Pınar'a Şehir Tecrübelerinin Temsilleri adlı ders için dünyanın çeşitli şehirlerinden fotoğraflar gerekiyormuş. Fotoğrafların ilki sabah uyandığınızda pencerenizden gördüğünüz şehrin fotoğrafı diğeri için ise pek bir kısıtlama yok, günün her hangi bir saatinde şehir içinde ki herhangi bir şeyi çekebilirmişsiniz. Daha ayrıntılı bilgiye Pınar'ın bu projesi için açtığı blogdan ulaşabilirsiniz. Pınar'ın eposta adresine pbudan@bilgi.edu.tr fotoğraflarınızı gönderebilirsiniz.
Pınar'a Şehir Tecrübelerinin Temsilleri adlı ders için dünyanın çeşitli şehirlerinden fotoğraflar gerekiyormuş. Fotoğrafların ilki sabah uyandığınızda pencerenizden gördüğünüz şehrin fotoğrafı diğeri için ise pek bir kısıtlama yok, günün her hangi bir saatinde şehir içinde ki herhangi bir şeyi çekebilirmişsiniz. Daha ayrıntılı bilgiye Pınar'ın bu projesi için açtığı blogdan ulaşabilirsiniz. Pınar'ın eposta adresine pbudan@bilgi.edu.tr fotoğraflarınızı gönderebilirsiniz.
13 Haziran 2007
Günlüğüme bırakılan yorumlar hakkında
Yakın zamana dek günlüğüme bırakılan her yoruma teker teker cevap yazardım, kimi zaman yoğunluğumdan dolayı çok geç cevap yazdığım da olmuştur ama hiç atlamamaya çalışırdım. Ne var ki çoğu zaman yazdığım yorumlar, "teşekkür ederim" "çok sağolun" tarzı nezaket yorumlarıydı. Nezaket bence çok önemlidir ve hiçbir zaman gereksiz olarak görmem fakat bundan böyle nezaketimi farklı bir şekilde göstermeye karar verdim. Bundan sonra yazdığım konu ile ilgili herhangi bir soru ya da eleştiri dışındaki yorumlara nezaket cevapları yazmak yerine yorum bırakan kişinin kendi günlüğüne yazdığı konular hakkında yorum bırakmaya karar verdim. Bir bakıma iade-i ziyaret :)
Bunun sebepleri;
Bir de tek tıklama ile basit geribeslemeler verebileceğiniz altta gördüğünüz postreach tarafından sağlanan sistemi entegre ettim, yakın zamanda bu sistemin türkçe desteği de gelecek umarım.
Bunun sebepleri;
- Bence bu bloglar arasındaki yorum alışverişini arttıracak.
- Nezaket yorumları yazmaya üşeniyordum ve hep kafamda önce yorumlara cevap yazar sonra yeni yazı girerim bloğa diyordum, böylelikle hem üşenmemiş hem de kendimi zorlamadığım için günlüğe daha çok yazı yazabilirim.
- Yazdığım yorumları takip sistemini (cocomment yardımı ile) yeniden ekledim yan menüye. Böylelikle sizin sitenize iade-i ziyaret için gelip yorum yazdığım da sizin yazınız da listelenecek yan menüden.
Bir de tek tıklama ile basit geribeslemeler verebileceğiniz altta gördüğünüz postreach tarafından sağlanan sistemi entegre ettim, yakın zamanda bu sistemin türkçe desteği de gelecek umarım.
PS3 ve Garip Çoban
Sony firmasının oyun konsolu Playstation çoğu zaman farklı ve aykırı reklamları ile dikkat çekmeyi başarmıştır. Playstation 3 için hazırladıkları reklamlar da farklı değil üstelik bu reklamda eski türk rock gruplarından Moğollar'ın Garip Çoban adlı şarkısını kullanmışlar.
Uyarı: reklam filmi cinsellik içermektedir.
Uyarı: reklam filmi cinsellik içermektedir.
12 Haziran 2007
Kişisel prototip üretimi - Bölüm 1
Öncelikle ilk bölümde sanayileşme devriminden beri süregelen sömürgecilik ve üretim furyalarını bildiğim / gözlemlediğim kadarıyla özetlemek istiyorum;
Sanayi devriminden önce el yapımı, basit makinalar ile üretim yapılıyordu, üretim sınırlı ve tabii ki insan gücüne dayalı uzun bir süreçti. Maliyetler çok daha yüksekti. O zamanlarda ucuz işçi gücüne yani kölelere ihtiyaç vardı ve sömürgecilik mantığı genelde köleleştirme ve hammadde üzerine kuruluydu. Sanayileşme devrimi ile daha az insan gücüne ihtiyaç duyuldu, kölelik sadece hizmet sektörü için devam etti ve asıl olarak ham madde sömürgeciliği hız kazandı. Sanayi devrimi ise bambaşka bir sömürgeciliğin önünü açacaktı, tüketim sömürgeciliği... Sanayi devrimi ile yüksek hızda, düşük maliyette ve yüksek kar marjı ile üretilen mallar kısa sürede malların üretildiği sanayileşmiş ülkelerin kendi iç piyasa ihtiyaçlarını karşılayınca para kazanabilmek için bu mallara dış ticaret yolları bulmak şart oldu. İşte bu dönemden sonra tüketim sömürgeciliği başladı. Tüketim sömürgeciliğinde sömürgeci devlet artık işgal ettiği ülkelerdeki insanları köle olarak ülkesinde çalışmaya getirmek yerine onların ülke iktidarını ele geçirip hiç kendi ülkelerine bulaştırmadan çalışmalarını ve kazandıkları paralarla kendi ürünlerini tüketmelerini sağladılar.
Amerika'nın gelişmesi ve dünyada özgürlük ve insan haklarının yaygınlaşması üzerine Amerika sömürgeci bayrağını modern bir yaklaşımla İngiltere'den devraldı ve işgalci sömürgeciliğin yerine daha modern olan yeni bir sömürge sürecini tanıttı dünyaya, "tüketim kültürü sömürgeciliği" adını uygun gördüm bu mantığa. Bu mantıkla birlikte köleliğe artık ihtiyaç kalmıyordu, bu mantığın yürümesi için insanlar tüketimi benimsemeli ve yabancı bir ülkeye mal satabilmek için o ülkeyi işgal etmek gibi dikkat ve tepki çeken davranışlara gerek olmamalıydı. (Irak işgali tamamiyle hammadde ihtiyacına (petrole) dayalı bir durum bence.) Bu mantığa göre tüketime yönlendirilen insanlar (çeşitli pazarlama ve alttan verilen maddeselcilik mesajları ile) sürekli bir tüketim kültürünün içinde yer alacak ve bu kültür içinde kazandığı paraları gene tüketime yatıracaktı. Bu sistem günümüzde bile çok iyi işlemektedir.
Değişim gösteren sadece sömürgecilik mantığı değildi, üretim anlayışında da köklü değişiklikler oldu. Sanayi devriminden sonra "mass production"ın yani seri üretimin her yönden avantajlı olduğuna inanılıyor, talep olmadığı halde mallar elbet bir gün satılır yaklaşımı ile durmadan üretilip devasa depolarda saklanıyordu. İşte o anlayışta bir fabrikanın deposu ne kadar büyük ve doluysa fabrikanın o kadar değerli olduğu görüşü yaygındı. Şimdi ise bir fabrikanın devasa depolarında bekleyen bir çok ürün görmek pek de iyiye işaret olarak algılanmaz. Bu değişimi başlatan Japonya'da ki Toyota fabrikası oldu. Japonya'nın kısıtlı yüzölçümü sebebiyle toprak fiyatları çok yüksek olduğu için fabrikaların ürettikleri ürünleri depolayacak büyük araziler fabrikalar için olduça yüksek maliyetler demekti. Bunu engellemek için yeni bir üretim anlayışı geliştirdiler, bizim üretim bandımız çok hızlı ve seri olmalı, önce malları üretip sonra tüketiciye satmak yerine önce tüketiciden siparişi almalı, küçük serilerle hızlı bir üretim yapmalıyız ve depolamadan göndermeliyiz dediler. Bu mantıklar Just in Time, push-pull ve Lean üretim felsefelerinin oluşmasını sağladı. Toyota'nın kısa zamanda liderliği ile bu felsefeler tüm dünyada kabul gördü ve günümüzde modern fabrikaların temel felsefeleri olarak görülmektedirler.
Son yıllarda değişen bambaşka bir değişim var, bu değişimi sağlayan güç ise Çin. Şu anda dünyanın üretim merkezi haline gelen Çin düşük maliyetleri ile bütün belli başlı üreticileri kendine çekti. Şu anda dünya üzerindeki sistemde firmalar kendi ülkelerinde prototiplerini tasarladıkları, arge çalışmalarını yaptıkları ürünleri Çin'de kurdukları fabrikalarda kendi kalite standartlarında üretiyorlar. Peki bu ne kadar sürer? Çin daha ne kadar süre ucuz işçi gücü sağlayabilir? Bu kadar yüksek bir nüfusa sahip bir ülkenin tüm vatandaşlarının gelir düzeylerinin artması, yaşam standrtlarını arttırması ve bunun sonucu olarak işgücünün pahalılaşması elbette ki çok uzun zaman alacaktır, işte bu sebeple daha çok uzun bir süre Çin'in dünyanın üretim merkezi olacağını düşünmek yanlış olmaz.
Yazının ikinci bölümünde ise yaklaşmakta olan yeni bir sanayi devriminden ve bunun endüstriye, üretim yaklaşımlarına ve insanlar üzerindeki etkilerine değineceğim.
Sanayi devriminden önce el yapımı, basit makinalar ile üretim yapılıyordu, üretim sınırlı ve tabii ki insan gücüne dayalı uzun bir süreçti. Maliyetler çok daha yüksekti. O zamanlarda ucuz işçi gücüne yani kölelere ihtiyaç vardı ve sömürgecilik mantığı genelde köleleştirme ve hammadde üzerine kuruluydu. Sanayileşme devrimi ile daha az insan gücüne ihtiyaç duyuldu, kölelik sadece hizmet sektörü için devam etti ve asıl olarak ham madde sömürgeciliği hız kazandı. Sanayi devrimi ise bambaşka bir sömürgeciliğin önünü açacaktı, tüketim sömürgeciliği... Sanayi devrimi ile yüksek hızda, düşük maliyette ve yüksek kar marjı ile üretilen mallar kısa sürede malların üretildiği sanayileşmiş ülkelerin kendi iç piyasa ihtiyaçlarını karşılayınca para kazanabilmek için bu mallara dış ticaret yolları bulmak şart oldu. İşte bu dönemden sonra tüketim sömürgeciliği başladı. Tüketim sömürgeciliğinde sömürgeci devlet artık işgal ettiği ülkelerdeki insanları köle olarak ülkesinde çalışmaya getirmek yerine onların ülke iktidarını ele geçirip hiç kendi ülkelerine bulaştırmadan çalışmalarını ve kazandıkları paralarla kendi ürünlerini tüketmelerini sağladılar.
Amerika'nın gelişmesi ve dünyada özgürlük ve insan haklarının yaygınlaşması üzerine Amerika sömürgeci bayrağını modern bir yaklaşımla İngiltere'den devraldı ve işgalci sömürgeciliğin yerine daha modern olan yeni bir sömürge sürecini tanıttı dünyaya, "tüketim kültürü sömürgeciliği" adını uygun gördüm bu mantığa. Bu mantıkla birlikte köleliğe artık ihtiyaç kalmıyordu, bu mantığın yürümesi için insanlar tüketimi benimsemeli ve yabancı bir ülkeye mal satabilmek için o ülkeyi işgal etmek gibi dikkat ve tepki çeken davranışlara gerek olmamalıydı. (Irak işgali tamamiyle hammadde ihtiyacına (petrole) dayalı bir durum bence.) Bu mantığa göre tüketime yönlendirilen insanlar (çeşitli pazarlama ve alttan verilen maddeselcilik mesajları ile) sürekli bir tüketim kültürünün içinde yer alacak ve bu kültür içinde kazandığı paraları gene tüketime yatıracaktı. Bu sistem günümüzde bile çok iyi işlemektedir.
Değişim gösteren sadece sömürgecilik mantığı değildi, üretim anlayışında da köklü değişiklikler oldu. Sanayi devriminden sonra "mass production"ın yani seri üretimin her yönden avantajlı olduğuna inanılıyor, talep olmadığı halde mallar elbet bir gün satılır yaklaşımı ile durmadan üretilip devasa depolarda saklanıyordu. İşte o anlayışta bir fabrikanın deposu ne kadar büyük ve doluysa fabrikanın o kadar değerli olduğu görüşü yaygındı. Şimdi ise bir fabrikanın devasa depolarında bekleyen bir çok ürün görmek pek de iyiye işaret olarak algılanmaz. Bu değişimi başlatan Japonya'da ki Toyota fabrikası oldu. Japonya'nın kısıtlı yüzölçümü sebebiyle toprak fiyatları çok yüksek olduğu için fabrikaların ürettikleri ürünleri depolayacak büyük araziler fabrikalar için olduça yüksek maliyetler demekti. Bunu engellemek için yeni bir üretim anlayışı geliştirdiler, bizim üretim bandımız çok hızlı ve seri olmalı, önce malları üretip sonra tüketiciye satmak yerine önce tüketiciden siparişi almalı, küçük serilerle hızlı bir üretim yapmalıyız ve depolamadan göndermeliyiz dediler. Bu mantıklar Just in Time, push-pull ve Lean üretim felsefelerinin oluşmasını sağladı. Toyota'nın kısa zamanda liderliği ile bu felsefeler tüm dünyada kabul gördü ve günümüzde modern fabrikaların temel felsefeleri olarak görülmektedirler.
Son yıllarda değişen bambaşka bir değişim var, bu değişimi sağlayan güç ise Çin. Şu anda dünyanın üretim merkezi haline gelen Çin düşük maliyetleri ile bütün belli başlı üreticileri kendine çekti. Şu anda dünya üzerindeki sistemde firmalar kendi ülkelerinde prototiplerini tasarladıkları, arge çalışmalarını yaptıkları ürünleri Çin'de kurdukları fabrikalarda kendi kalite standartlarında üretiyorlar. Peki bu ne kadar sürer? Çin daha ne kadar süre ucuz işçi gücü sağlayabilir? Bu kadar yüksek bir nüfusa sahip bir ülkenin tüm vatandaşlarının gelir düzeylerinin artması, yaşam standrtlarını arttırması ve bunun sonucu olarak işgücünün pahalılaşması elbette ki çok uzun zaman alacaktır, işte bu sebeple daha çok uzun bir süre Çin'in dünyanın üretim merkezi olacağını düşünmek yanlış olmaz.
Yazının ikinci bölümünde ise yaklaşmakta olan yeni bir sanayi devriminden ve bunun endüstriye, üretim yaklaşımlarına ve insanlar üzerindeki etkilerine değineceğim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)