Deniz ve Maco
Video sent by mertulas

İşin boktan yanı da artık Geocities Yahoo Web 360 mı ne olmuş, geocities'e giremiyorum, hiç bir şekilde o siteyi silemiyorum, değişiklik ya da yönlendirme yapamıyorum ve o sitede 1.sırada inatla... Anlayacağınız enkaz bir site olarak birinciliği koruyor kendisi ve bu gidişle ineceği de yok çünkü Blogger'da 2.5 yıldır yayınladığım bloğum bile 3.sırada Mert diye aratınca. Yani 2.5 yılda yetişememişim o ilk yaptığım sitenin popülerliğine. Pagerank'i 3 bu ilk yaptığım sitenin, benim şu anki bloğumun pageranki 4 ama gene de 1. olamıyor.
Normal koşullarda Amerika'da parasıyla satın aldığınız bir DVD'yi Türkiye'de izleyemezsiniz, ha izlersiniz şöyle 5 tane bölge kodu değiştirme hakkınız var, bir amerikadan gelen dvd, bir türkiyeden gelen dvd, sonra bir avrupa bir ingiltere bir de çin'den gelen dvd seyrettiniz hakkınız bitti bundan böyle son kullandığınız bölgenin kodu (bu durumda çin) dışından satın aldığınız dvd'leri izleyemiyosunuz. Teknolojik uyumsuzluk mu? Hah tabii ki hayır, teknolojik olarak hiçbir sorun yok ama bu kilidi yapan kafalar sorunlu... Bunun sebebi tabii ki bazı şirketlerin ticari karı başka hiçbir sebebi yok.
sağlamış. Linux kullanıcıları diyor ki "tamam siz kaynak kodunu verin, sürücülerini biz yazıcaz" cevap olarak "bu şirket kurallarımıza aykırı" yani Microsoft'un çıkarlarına aykırı. Teknoloji olarak bir yenilik yok kullanıcıya sunulan, aslında sadece Windows uyumlu yapmak için daha bile fazla para harcıyorlar. Şimdi sırf bu yüzden mp3 çalarımı satacağım ve bir daha hiç Iriver markası satın almayacağım.
Yazmadığım süre için de Genelkurmay'dan Türkiye'de internet yeterince kullanılmıyor diyenlere nispet olacak şekilde tahminim dünya tarihinde bir ilk olan sanal muhtıra geldi. Bence bu muhtıranın internet ortamından duyurulması oldukça mantıklıydı çünkü Genelkurmay Başkanı aslında 12 Nisan'da çok benzer açıklamalar yapmış ama pek dikkate alınmamıştı, sanki sadece "Genelkurmay Başkanı'nın sözleri" olarak yorumlanmıştı, benzer ve daha sert dilli bir açıklamayı resmi internet sitelerinden yaptıklarında ise "Askerden muhtıra" adını aldı... Demek ki açıklamayı nasıl yaptığınız bile bir konudaki ciddiyetinizi medya önünde değiştirebiliyor. Bunun dışında internet üzerinden yapılması sayesinde tüm basın organlarına aynı anda, sansürsüz olarak iletilmiş oldu bir bakıma. Tabii ki tüm halka da, üstelik hiç bir kelimesi sansürlenmeden, atlanmadan ve anında. Ordu profesyonel bir kurum olduğu için teknolojiyi kullanması da gayet mantıklı. Gönül isterdi ki muhtıra vermeye ihtiyaç duymasaydı ordu, işler bu kadar gerilmeden uzlaşmacı bir politika izleyebilseydi iktidar partisi...
Bunun dışında hayatımda ilk defa gözlemlediğim, Ankara ve İstanbul'da ailecek piknik gibi gidilebilecek olaysız mitingler yaşandı, gerçekten güzel sahnelerdi. 1 Mayıs mitingi için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim ne yazık ki, o geçmiş yılların kopyası gibiydi. Biraz da çok üst üste gelmişti sanırım olaylar... Polis köprüden geçen neredeyse her arabayı durdurup aramış, herkes çile çekmiş ama düşünüyorum da bir araba infilak etse köprü üzerinde 1 Mayıs günü sanırım bunun etkileri çok daha büyük ve yıkıcı olurdu, o bakımdan kontrolleri çok da eleştiremiyorum.
Sanırım ilkbahar ayları insanların içindeki reform duygularını harekete geçiriyor çünkü reform kokusu sadece ülkemizde değil sanal platformda dünyada da kendini gösterdi. Digg adı verilen ve oylama usulü işleyen kullanıcı tabanlı haber sitesinde HD-DVD lerin kodu kırıldığı haberinin sansürlenmesi üzerine yüzlerce Digg yazarı bu haberi yaymaya başladı ve sonunda pes eden Digg oldu. Bu kod ve arkasındaki yaklaşımı bir sonraki yazımda daha net açıklamaya çalışacağım.
ugeot 307 aldık yani neredeyse masrafsız olarak arabayı güncelledik diyebilirim :) 307'ler için çok elektronik arıza çıkarabildiklerini duydum ama şimdilik gayet memnunum arabamdan, güzel denk geldi bence.
Son olarak İstanbul'a dönüşümle birlikte tekrar bahçe katında yaşamaya başladım ve haliyle haşere arkadaşlarım beni yalnız bırakmıyorlar. Evimiz İstanbul'un göbeğinde yer almasına rağmen evimizdeki haşere çeşitliliği tropik ormanları kıskandıracak nitelikte. Artık haşereler öyle bir boyuta ulaşmış ki öldürdüğüm bazı örümceklerden neredeyse kan çıkıyor. Biraz daha büyük olsalar "egzotik yemek" adı altında ızgaraları yapılabilir o derecede durum.
Yurtdışında batı medeniyetlerinde bulunduğum süre içinde yaptığım bir gözlem var, hiç herhangi bir batı medeniyetinde bizde ki rahmetli Adile Naşit'e benzer bir karakter gördünüz mü gerek filmlerinde ya da tiyatro oyunlarında?Rob sana sevdiğin çaylardan ve bisküvilerden yolluyorum, kendine dikkat et, annen...tarzında oldukça kısa bir mektuptu. Oldukça soğuk ve mesafeli gelmişti bana, açıkcası benim annem bana böyle bir mektup yollasa hemen telefona sarılır, 'ne oldu anne kim öldü benden saklamayın' derdim herhalde... Ben dünyanın her yerinde anne sevgisinin aynı derecede kuvvetli evrensel bir duygu olduğunu düşünüyorum, bu sebeple aradaki tek fark bana göre bu sevgiyi gösteriş (veya göstermeyiş) biçimimiz olmalı.
Daha sonra bizdeki ailelerin ilgi ve şefkat gösterme 'merasimleri' ile batılıların bu tür ailevi duygusallıktan kaçışlarının sebeplerini düşünmeye başladım. İki aşığın arasındaki duygusallık duygusunu batılı medeniyetlerde hala gözlemlediğime göre sanki kaçınılan aslında duygusallık değil de anaçlık duygusuydu... (anaçlık duygusu derken lütfen yalnızca annelere özgü bir duygu olduğunu düşünmeyin, bu duygu bence her erkeğin içinde de vardır ama gene toplumsal geleneklerden ötürü bunu anneler kadar göstermezler)
mek için de kendi ayakları üzerinde durmaları gerekiyordu çünkü böyle bir değişimi hiç yaşamamış olan onlardan önceki kuşak bu tür bir gelişim sürecinin ihtiyaçlarını bilememiş ve kendi ebeveynlerinin onları yetiştirdiği şekilde çocuklarını yetiştirmek için bir baskı uygulamaya calışmışlardır muhtemelen, işte bu baskı da aileye ve bir yerde aile kurumuna bir isyan olarak genç nesilde bir tepki oluşmasına yol açmış olmalı. İşte bu şekilde yetişen sonraki kuşaklar belki de farkında olmadan ve çocuklarının üzerinde kendi gördükleri gibi bir baskı kurmamak için anaçlıktan ve aile içi duygu gösterilerinden uzaklaşmaya başlamış olmalılar. Bu biraz da çocuklarda bireyselliğin oluşması için ödenmesi gereken bir bedeldi belki de.
Öncelikle bu mantıkla yetişen çocuklar bağımsızlıklarını bizim kültürümüzde yetişen gençlerden çok daha önce kazanıyor (gerek maddi, gerek hak olarak) ve buna bağlı olarak da kendilerine güvenleri daha fazla olabiliyor. Bir bakıma kendi ayakları üzerinde durmayı daha genç yaşta öğreniyorlar. Bunun getirisi olarak da hayat tecrübeleri daha fazla olabiliyor. Bunun dışında bireysel bir mantıkla yetiştikleri için karar verme mekanizmaları daha hızlı oluyor, örneğin anaç bir toplumda yetişen bir genç bir karar verirken genelde ailesine danışma ihtiyacı duyar ve bu da gençlerin kişisel karar mekanizmasında gecikmeye veya sorunlara yol açabilir ve bu sebeple genç içindeki potansiyeli tam olarak su yüzüne çıkaramadığını düşünebilir. Son olarak da aile baskısı ve ebeveyn ön yargılarından uzak bir yaşam yaşadıkları için daha rahat hareket edebilirler.
Genç yaşta özgürlüğünü kazanan kişinin aynı zamanda genç yaşta omuzlarına büyük bir sorumlulukta yüklenir, örneğin 18 yaşından sonra ailesinin yanında kalabilmek için ailesine oda kirası ödemesi gereken bir çok yabancı arkadaşım vardı. Anaç aile yapısında çocuk ailesinden ayrılsa bile başına kötü bir durum gelmesi durumunda her zaman anne/baba evine geri dönebileceğini bilir ve bunun güvencesi ile yaşar ama ne yazık ki batı medeniyetlerinde çoğunlukla bu güven yoktur. İşte bu sebeple genç yaşta hayatında bazı sorunlarla karşılaşmış gençler hayatlarında kendilerini tek başlarına hissedebilirler. Bunun dışında aile yaşamının erken yaşta sona ermesi sonucu gençler dış etkenlere karşı daha açık durumda olabilirler, bu etkenlerle tek başlarına mücadele ettikleri için de 'bu yaşıma dek zorluklara tek başıma göğüs gerdim ve hayatta güvenebileceğim tek kişi kendimdir' mantığı ile bireyselliği kabullenirler. Bu mantık da tabii ki ilerleyen yaşlarda aile bağlarının azalmasına yol açar.
Burada aile bağları, bireyselliğin yükselişi ve batılı medeniyetler hakkında başka bir gözlemime de değinmek istiyorum. Hiç dikkat ettiniz mi son zamanlarda popüler "mainstream" denilen Hollywood filmlerinin çoğunda aile içi bağlara değinme ihtiyacı duyuyorlar. Bundan bir yirmi yıl önce ise genellikle asilik, başkaldırma ve çoğunlukla cinsellik konuları önplanda yer alırdı bu tarz filmlerde. Zamanında gençliğin izleyip etkilendikleri bu tür yapımlar sonucu Amerika'da gözlemlerime göre aile bağları ciddi bir yara aldı ve Hollywood şimdi kendi kanattığı bu yarayı gene kendi sarmaya çalışıyor. İstatiksel olarak bilmiyorum ama sanırım amerikan aile yapısında boşanma oranları ciddi bir oranda artış göstermiştir son 20-30 yıl içinde. Parçalanmış aileler içinde yetişen yeni kuşağın ise aile kurumuna karşı olan güvenleri büyük ölçüde sarsılmış olmalı. Myspace sitesinde ilginç bir gözlem yapmıştım, yaşıtım veya daha genç gençlerin çoğunluğu Mysapce profillerindeki çocuk istiyor musunuz kısmına "hayır" cevabını verdiğini gözlemlemiştim. Aslında keşke myspace bu profil sorularına verilen cevapların istatistiklerini gösterse. Behnan arkadaşımın yaptığı ilginç bir başka gözlem var;"Bence artık doğa daha fazla çocuk yapmamamız, üremememiz için gerekli sinyalleri veriyor"demişti bu konuları konuşurken (sadece azalan doğal kaynaklar ve tüketimin artışının sonucu olarak değil, daha çok ait olduğumuz doğadan gelen bir enerji gibi). Belki de gelişmiş batılı ülkelerdeki azalan nüfusu bu mantıkla açıklayabiliriz. Kim bilir belki de batı medeniyetlerinde gerçekten veriyordur ve anaçlıktan kaçışlarının sebeplerinden biri de budur ama çin ve hindistan gibi hala anaç olan toplumların doğadan aynı sinyali almadıkları nüfuslarındaki artıştan ortada sanırım...