27 Kasım 2015

Stratejik Düşünme

Rusya ile kritik zamanlar geçirdiğimiz şu günlerde "Stratejik Düşünme" hakkında bir yazı yazmak istedim. Bu yazıya ilham veren Ed Yong'un muhteşem TED konuşması oldu, bence konuşmanın tamamını mutlaka izleyin, benim yazımda değindiğim konu konuşmanın sadece giriş kısmı.  

Artemia (Tuz Karidesi)


Bu yan tarafta gördüğünüz canlı Artemia, tuz karidesi olarak da biliniyorlar. Yüksek bir besin değeri olduğu için yavru balıkların beslenmesinde çok değerli bir canlı yemdir (ha bir de flamingolar bunların tadına bayılır, aklınızda bulunsun) bu sebeple aşağıdaki fotoğraftaki gibi geniş yetiştirme tuzlu sularında üretimi yapılmaktadır. Bu canlı genelde sürüler halinde dolaşıyor, işte bu yüzden oldukça sosyal bir canlı olduğunu düşünebilirsiniz. Birlikten kuvvet doğar değil mi?


Aslında tam olarak değil!


Normalde bu canlı Trias devrinden beri (250 milyon yıldan beri) pek değişmemiş ve her ne kadar sürü halinde dolaşmayı seviyor gibi gözükse de aslında yalnız başına dolaşan bir canlı ve aslında tuzlu su tarlalarına bu kırmızı rengi veren canlının kendi rengi bile kırmızı değil, transparan, renksiz bir canlı aslında.

Peki neden asosyal bir canlı iken sosyalleşiyor ve bir de renk değiştiriyor?

Tapeworm - Cestoda (şerit asalak) ile tanışın!

Bizde tenya, asalak veya şerit solucanı olarak da bilinirler, insanlar ve çevremizdeki komplike hayvanlara kıyasla omurgasız oldukça basit canlılardır. Bu basit canlı temelinde bir parazittir ve bu asalaklar normalde suda kendi halinde dolaşan zavallı yalnız tuz karidesimizi kendine hedef belirler. Önce onun içine yerleşir, sonra vücudundaki besinleri sömürür, sonra onları hadım eder (ki üreme gibi şeylerle uğraşmasın), sonra onların yaşam ömrünü uzatır (kendi iyilikleri için mi?), sonra onların renklerini şeffaftan kırmızıya çevirir ve son olarak onların gruplar halinde dolaşmalarını sağlarlar.

Peki neden? Tamam vücudundaki besinleri sömürmesi ve hatta hadım etmesi de anlaşılabilir ama renklerini kırmızıya çevirip gruplar halinde onları sosyalleştirmenin manası ne?

Flamingo'yu tanımayan yoktur sanıyorum?

Gökyüzünün en zarif canlılarından, pembe renkleri, uzun bacak ve boyunları ile onları sürekli göllerden bişeyler yerken görürsünüz fotoğraflarda ve belgesellerde, işte görmesek de bayılarak yedikleri şey Artemia, bizim tuz karidesinden başkası değildir. Flamingolar peki Artemia'yı (tuz karidesini) eğer transparan ve tek başına dolaşıyor olsaydı fark edebilir miydi? Çok düşük bir ihtimal. Tapeworm tarafından vücudunun tüm kontrolü ele geçirilmiş tuz karidesi kırmızı ve gruplar halinde dolaşarak flamingoların dikkatini çekiyor ve bu sayede ona yem oluyorlar.

Peki ama hala çok mantıksız, sırf flamingoya yem olmak için bu kadar çaba niye?
diye soruyorsanız bu sorunun tek bir cevabı var;

Denizin altında yaşayan, gözle görülmeyecek büyüklükteki bu spesifik Tapeworm'un (şerit asalak paraziti) dünya üzerinde üreyebileceği tek uygun yer gökyüzünde uçan Flamingo'ların midesidir.

(Mühendislik seçip 100 kişilik sınıfta sadece 2-3 kız öğrenci ile birlikte üniversite öğretimini tamamlayan erkekler Tapeworm'un halinden iyi anlar)

İşte bu koşullar altında bu basit organizma bile "stratejik düşünme"de bize taş çıkartıyor, devamlılığını sağlamak, hedefe ulaşmak için her yolu kullanıyor ise bizim de başarıya ulaşmak için izlediğimiz stratejiyi (varsa) gözden geçirmemiz gerekir.

Tekrar gündeme, Türkiye-Rusya uçak krizine dönecek olursak, sizce Türkiye burada yukarıda anlatılan hangi canlıya daha çok benziyor, bir strateji izliyor mu? Yoksa masumca, başına geleceklerden habersiz suyun içinde tek başına dolaşıyor mu? 

17 Kasım 2015

Bilişim Teknolojileri Zirvesi 2015


İTÜ İşletme Mühendisliği Kulübü tarafından bu yıl 8. düzenlenecek Bilişim Teknolojileri Zirvesi 4-5 Aralık 2015 tarihlerinde İTÜ Maçka Yerleşkesinde yapılacak.

Etkinlik hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Yurtdışındaki örneklerini aratmayacak güzel bir organizasyon olacağından eminim, bu tip etkinlikler sayesinde umuyorum Bilişim Teknolojileri'nde tüketici bir toplumdan ziyade üretici bir toplum haline dönüşebiliriz.





21 Mart 2013

Aşık Veysel - Hiçbir Türlü Bulamadım Ben Beni


Yıllarca aradım kendi kendimi
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Hayal mıyım rüya mı bilinmez
Hiçbir türlü bulamadım ben beni

İnsan mıyım mahluk muyum ot muyum
Ekilir biçilir bir nebat mıyım
Yoksa görünüşte bir sıfat mıyım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni

Leyla mıyım Mecnun muyum çöl müyüm
Arı mıyım çiçek miyim bal mıyım
Köle miyim bir güzele kul muyum
Hiçbir türlü bulamadım ben beni

Varlığım yokluğum bir Veysel adım
Gök kubbede kalacaktır ses kadim
Elli üç yıl kendi kendim aradım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni

6 Eylül 2012

İçimizdeki Ecce Homo'lar ölmesin!


(Ecce Homo; latince, ingilizce çevirisi "Behold the Man", türkçeye sanırım "İşte bakın insan" olarak çevrilebilir. Pontius Pilate'nin İsa çarmıha gerilmeden önce dövülmüş, dikenli tellerle bağlanmış halini kalabalığa göstererek söylediği bu sözler daha sonra İsa'nın bu halini resmeden her türlü sanat eserine de bu tanımın verilmesine yol açmıştır)

Bugüne kadar kaçımız Elías García Martínez'in adlı İspanyol ressamın adını duymuştu? Peki ya onun İspanya'nın Zaragoza adlı küçük bir şehrin yakınlarında yer alan Sanctuary of Mercy kilisesindeki 19. yüzyılda yapılan Ecce Homo adlı duvar resmini? Pek fazla kişi olduğunu sanmıyorum taa ki bu duvar resmi Cecilia Giménez adlı 81 yaşındaki yerel bir kadın tarafından restore edilmeye çalışılıncaya kadar.




Muhtemelen bu resmi bir çok internet sitesinde veya haberlerde görmüşünüzdür. Her yerde tarihi bir restorasyon başarısızlığı olarak anılan bu duvar resmini restore etmeye çalışan Cecilia Giménez adlı 81 yaşındaki kadın maalesef medyanın yoğun ilgisinden dolayı evinden çıkamıyor, yeme güçlüğü çekiyor ve muhtemelen hayata küsmüş durumda. Şu anda şehir konseyi resmi bozduğu için kadına para cezası vermeyi düşünüyor. Halbuki kadın iyi niyetiyle, amatör ruhuyla, kilisesindeki yıpranmış bir resmi düzeltmeye çalışıyordu.

Bazıları bayan Cecilie'nin orjinal resmi bu kadar tahrip etmesinin ardında kötü bir niyet taşıdığını idda ediyor, dayanakları da şu; "bir insan bir resmi restore ederken ne kadar süre geçmesi gerekir ki batırdığını fark etsin? Hadi gözlerde batırdı, burunda batırdı artık ağzını da batırmaya girişmezsiniz"... Size bir resmi batırmak hakkında bir şey söylemem gerekirse, tıpkı kumar gibidir, bir resim yaparsınız, beğenirsiniz aklınızdan şurasını da şöyle yapsam çok güzel olur diye geçirirsiniz, sonra bakarsınız ki daha kötü olmuştur ama geri dönüş yoktur bir kere, e şurasını biraz değiştirsem şurasını böyle yapsam düzelir belki dediyseniz bir bakmışınız elinizde bir patates surat kalmış, insan yenilgiyi kolay kolay kabullenemez, hatta patates suratı bile beğenir hale gelirsiniz siz yaptığınız için... Bu sebeple ben içten anlıyorum Cecilia hanımın yaşadıklarını ve bence kesinlikle bir kasıt yoktur.



Yukarıdaki ilk resme ve son haline baktığımda ben kesinlikle bu ikisi aynı resim demezdim ama hikayeye bir de başka bir yönden bakmak gerekiyor bence; bugüne dek ben belki yüzlerce İsa'nın dikenlerle çarmıha gerilmesini konu alan resim görmüşümdür müzelerde ve internette. Bu konu artık o kadar çok işlendiği için bir yerden sonra hepsi aynı veya tekdüze geliyordu açıkçası ama düşünün 19. yüzyıl eserlerinin sergilendiği bir müzedesiniz, karşınıza birden bu restore edilmiş resmi görüyorsunuz, hatta bir tek bu olmasın İsa'nın yanında gene "insan-maymun-patates karışımı benzer tarzda şeylerin de resmedildiğini düşünün. Muhtemelen o müzede benim en çok ilgimi çekecek tablo o olurdu. Herkesin tek bir kopya çizdiği gerçekçi resimlerin yanında bu kadar "farklılaşabilmiş" bir tarz beni kesinlikle etkilerdi. Bu resim 19. yüzyılda resmedilmiş olsaydı, muhtemelen ressam idam edilir ve resim yakılırdı ama, diyelim ki günümüze kadar gelebilseydi bu resim, eminim ki çağının en yaratıcı resimlerinden biri olarak anılırdı.

Gene resmin ilk hali ve son haline baktığınızda aslında bu ikisinin iki farklı resim olarak değerlendirilmesi gerekiyor. İlkinde gözler yukarı bakıyor, sanki Tanrı ile konuşuyor "Tanrım kaderimde bu varsa kabulüm" dercesine, ikincisinde ise sanki gözler sağ arkaya kaymış, hani çarmıha gerilecek ama sanki aklı geride kalmış, acaba ütüyü fişte mi unuttum der gibi... Gene ilk resimde ağız yapısı mütevazi, hafif bir tebessüm gösteriyor, Tanrı'sına kavuşacağı için kaderini kabullenmiş bir ifadeyi yansıtırken, son halinde bariz bir dudak bükme, "uff çarmıha mı gerilecem bu da mı olacaktı" ifadesi var.

Anlatmak istediğim burada bayan Cecilia Giménez kesinlikle resmine kendinden duygular katmış, bu açıkça bir restorasyon olmaktan çıkıp bağımsız bir eser haline gelmiştir. Daha önceki ressamların eserlerinden ilham alarak yeni resimler oluşturan bir çok ünlü ressam var aşağıda görebileceğiniz gibi;



Neden bunu da aynı şekilde düşünemiyoruz? Doğruyu söylemek gerekirse bayan Cecilia'nın bu yeni eserinin eski esere oranla çok daha fazla ilgi gördüğü de yadsınamaz bir gerçek. Bence kesinlikle tekrar eski haline dönüştürülmemeli bu eser. Hatta ben bir müze yöneticisi olsam, hazır bu kadar ilgi çekmişken, ilk yapacağım iş ünlü eserlerin profesyonel reprodüksiyonlarını yaptırır, sonra onları kasten yıpranmış hale getirir ve bayan Cecilia'nın kapısında yalvarırdım bunları kendi tarzıyla restore etmesi için.

81 yaşındaki iyi niyetli bir kadını hayata küstürmenin ne manası var? Bırakalım herkes içindeki Ecce Homo'ları özgürce resmetsin, içimizdeki Ecco Homo'lar ölmesin!

5 Eylül 2012

Kral Çıplak

 Kral yeni elbiseleri ile saraydan çıkıp dışarıda tören için toplanan halkın önüne çıkmış tüm edasıyla kırmızı halıda yürüyerek, töreni izlemeye gelen halk kralı çıplak görünce çok şaşırmışlar ama hiçbiri idam riskini göze alıp birşey diyememiş. Sonra kalabalıktan küçük bir kız çocuğu haykırmış;

-"Kral çıplak!"


Size de sanki dışarıda savaş var gibi gelmiyor mu, üstelik tek bir savaşta değil her yönden bir çok savaş;


  • %50'lilerin savaşı
  • Yıllardır Doğu ve Güneydoğu'da süren savaş , medyada terör deniyor ama kimse birbirini kandırmasın orada bildiğimiz bir savaş var 
  • Suriye-Türkiye savaşı, işin komiği bu savaş bizim savaşımız da değil, hani İngilizler Avusturalya'dan, Hindistan'dan taa Çanakkale'ye savaşmak için alakasız insanları topladılar ya, artık modern çağda yol masrafları göze batıyor hazır komşusu Türkiye var o savaşsın diyorlar. 
  • Devlet ile ordunun savaşı
  • Yargının hukukun savaşı
  • İnsan hakları savaşı
  • İmam hatiplerin savaşı
  • Baş örtüsünün savaşı
  • Cemaat ile hükümetin iç savaşı
  • Çocuk doğurtma savaşı
  • Telekulak savaşı, kim kiminle nerede ne zaman ne yapmış
  • Mahalle baskısı savaşı

Bu liste daha uzar gider ve bu savaşlarda kim haklı taraf kim haksız taraf tartışmalarını da boş verelim ama kimse alenen dışarıda bir savaş var diyemiyor, ne devletten, ne medyadan, ne de halktan küçük bir kız çocuğu çıkıp da bu ülkede savaş var diyemiyor. 


Tıpta bir hastalıkla savaşırken önce o hastalığın tanımı konulur, adı konulur, ondan sonra nasıl mücadele edilebilir o tartışılır. Biz ise kötü ve hasta hissediyoruz ama bugünü de sağ çıkardık bir şekilde, yarın ola hayrola deyip geçiriyoruz günleri... 

23 Temmuz 2012

Ölmek var özür dilemek yok!

Bazen şaşırıyorum, acaba bir insan / firma hata yaptığında ceza olarak şeriat kuralları mı geçerli oluyor, elini kolunu mu kesiyorlar hata yapan insanının ya da iş yerinde müdürleri dayak mı atıyor çalışanına Türkiye'mde diye... Başka türlü hatayı bu kadar kabul etmemek, özür dilememek için 40 takla atmaya anlam veremiyorum çünkü...

Geçen gün yeni aldığım telefonda bir arıza çıktı, garanti kapsamında teknik servise götürdüm, cihazı bıraktım, görevli memura sordum

"Faturası da gerekiyor mu?" diye çünkü yanımda getirmişim.
"Yok efendim gerekmiyor, bilgisayar üzerinden görebiliyoruz" dedi
"E iyi ne güzel sistem gelişmiş" dedim içimden

Ofise döndüm akşam üzeri telefon, beyefendi teknik servisten arıyoruz, arızaya bıraktığınız ürün için faturasını da ibraz etmeniz gerekiyor aksi halde işlem yapamıyoruz diye... İşlem yapamıyorsan bende nasıl teknik servis kağıdı var?

Bugün gene gittim,

"Bakın geçen faturayla gelmiştim, bana faturaya gerek olmadığını söylediniz, aradan 3 saat geçti faturayı da getirin" dediniz
"Evet beyefendi bazı işlemler için fatura gerekebiliyor çünkü"
"E madem gerekebiliyor, yanımda getirdiğimde alsanız beni 2 defa yorrmasaydınız daha mantıklı olmaz mıydı?"
"E biz bilemiyoruz hangi arıza için gerekebileceğini"
"Bilmiyorsanız en garantisi en baştan ne olur ne olmaz diye almak değil mi?"
"Tamam şimdi aldık, biz size haber vereceğiz"

Özür yok, bana sadece kusura bakmayın bir hata olmuş sizi iki kere yormak zorunda kaldık dese konu kapanacak ama sanırım özür dileyince ya elini kesiyorlar, ya da dayak atıyorlar iş yerinde. Belki de erkek adam ağlamaz mantığı gibi bir kavram işlemiş kurumsal kanımıza, bizim şirketimiz özür dilemez, altta kalmaz.

 Bir diğer örnek de ünlü yabancı bir kargo firmasının gümrük departmanından, bana gelen ürünlerin yanına ürün tiplerimi yazmam isteniyor, bu sebeple bana gelen faturayı gönderiyorlar e-posta ile, e-postayı açtığımda bakıyorum ki bana bir ay önce gelen ürünleri faturası, mail atıyorum yanlış faturayı göndermişsiniz diye cevap yok.

Bugün arıyorum, karşımdaki temsilci;

"Mert Bey ben size UPS firmasından gelen faturayı yönlendirdim, başka bir fatura yok" diyor sonra da ekliyor "Ne yapalım ürünleri geri mi gönderelim?"

"Bakın siz bana doğru ürünlere ait faturayı göndermediniz, bana attığınız faturada ki ürünler çoktan elime ulaştı, neyi geri göndereceksiniz, lütfen bir daha bakın lütfen"

"Şu anda size gönderdiğim faturayı bulamıyorum Mert Bey"

"Ben size e-posta ile göndermiştim, bu fatura yanlış diye"

"E-postanız bana ulaşmadı Mert Bey"

"O zaman lütfen faturayı tekrar bana gönderebilir misiniz?"

"O zaman ben isterseniz faturayı size tekrar e-posta ile atayım"


"Evet.... lütfen"


Ben de hata yapıyorum, bazen bir e-postaya yanlış ek koyabiliyorum ama hiç bir zaman kontrol etmeden kendimden emin konuşmuyorum. "Kusura bakmayın yanlış ek göndermiş olabilirim, hemen kontrol ediyorum" demek bu kadar zor mu? 


Hata yapmak da özür dilemek de tanrısal şeyler değil, insanlar için hepsi... Dediğim gibi kesin biz Türkler zamanında hata yapıp özür dileyenlerin ya başına kakmışız sürekli hatalarını ya da ellerini kollarını kesmişiz herhalde, öyle bir işlemiş ki özür dilemektense 40 takla 3 parende atarız daha iyi. Ölmek var özür dilemek yok.



Not: Yukarıdaki fotoğrafta ise geçen sene Nisan ayında Sony'nin 3 en üst düzey yöneticisi Playstation Network sisteminde gerçekleşen veri hırsızlığı sonucu özür dilerken görülüyor, hala kolları elleri yerinde, hiç dayak da yemediler.

27 Mart 2012

Bomba uzmanı ve teyze

Bu fotoğraf karesinin ödül alması gerekir; içinde bomba olmasından kuşkulanılan otoyol kenarına bırakılmış bir buzdolabını özel kıyafetli bomba uzmanı incelerken 2 adım yanından bir elinde elektrik süpürgesi, bir elinde çarşı torbası taşıyan teyze geçiyor. Herşey güvenliğimiz için.