pazarlama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pazarlama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Şubat 2009

Kriz Türkiye'de fırsat mı yaratır, fırsatçı mı yaratır?

Klasik laf, "krizi fırsata çevirin" derler. İşte bunu farklı yorumlayanlar olabiliyor. Örneğin Pegasus firmamız...

Efendim Pegasus firması bünyesindeki çeşitli pozisyonlar için eleman arıyor, secretcv.com, yenibiris.com gibi sitelere iş ilanları veriyor. Buraya kadar herşey normal, ilana başvurduğunuzda ise sizi "son pazarlama harikası" ile tanıştırıyor. Direkt kendi ağızlarından buyurun;
Başvurunuzun Pegasus tarafından alınması, İnsan Kaynakları bölümü tarafından değerlendirilmesi ve geri bildirim süreci için 10 YTL hizmet bedeli, aşağıda tamamlayacağınız süreçte, kredi kartınızdan tahsil edilecektir. Bu hizmet bedeli hiç bir şekilde tarafanıza iade edilmeyecektir. Ayrıca 1 yıl boyunca yapacağınız diğer başvurulardan ücret talep edilmeyecektir.

Pegasus olarak iş garantisi vermemekle birlikte, müracaatınızı ve özgeçmişinizi bir yıl boyunca bilgi bankamızda aktif tutacağız ve gelişen ihtiyaçlarımıza göre size uygun pozisyon açılması halinde sizi bilgilendireceğiz.
Hizmet bedeli için 10 YTL (bu arada YTL'de kalktı ya neyse) alıyorlarmış. Ayda 100 kişi başvursa 1000 YTL havadan para, oh ne güzel. İş garantisi de vermiyor, yani 50 tane "aslında var olmayan işler" için ilan verip binlerce kişiden 10 YTL toplasa sonra da iş alımını durdurduk derse, kimse verdiği parayı geri de alamaz. Güzel iş valla.

Bu ilandan anlıyoruz ki Pegasus'ta insan kaynakları bahşişle çalışıyor, yapmaları gereken iş için hizmet bedeli aldıklarına göre bu insanlar maaşlı çalışıyor olamaz. Allah için etik değerleri olan bir firma ama, diyor ki bir yıl için de sizi sadece 10 YTL kazıklayacağız, birden fazla ilana başvursak da sadece bir kere 10 YTL alıyorlarmış, bonus olarak bir yıl boyunca da CV'nizi veritabanlarında tutuyorlarmış, allah razı olsun valla yük oluyor millete CV'miz tabi. Ha bir de 10YTL kredi kartından tahsil edileceği için kredi kartı olmayan hiçbir aday da işe alınmamış oluyor haliyle. Yaşasın "eşit iş imkanı" konsepti.

Bu arada bu ufak hesapların "marka değerlerine yaptığı KATKIyı" hesaba katıyorlar mı acaba? Hani yeni kurulan küçük bir firma bu yönteme başvursa sadece komik olur ama neredeyse 20 yıllık bir havayolu şirketi yapınca "Trajikomik" oluyor.

İşte bu yüzden bazı yayın organlarında bazılarının "kriz fırsatlar yaratır" demeçlerini okudukça içimden diyorum ki "kriz Türkiye'de yaratsa yaratsa fırsatçılar yaratır".

Güncelleme: Pegasus firmasının bu uygulaması duyduğuma göre krizden önce de varmış ama yukarıda belirttiğim gibi bu sistemde bir firma var olmayan iş pozisyonları açıp haksız kazanç elde edebilir, bunun için bir önlem alınmadığı takdirde bence yasal bir uygulama değildir bu.

4 Aralık 2007

Pazarlamada test sürecinde "Toplumsal Çekingeler"

Geçen gün kız arkadaşımla Tophane'de oturuyorduk, garson elinde bir tepsi çayla yanımızdan geçerken bize "muzlu çay" vermek istedi. Beyaz renkli süt gibi çayı görünce pek alışık değil tabi insan, yadırgıyor. Bunun üzerine garson;
-Beğenmezsen parasını almıyorum
dedi ama gene de bizi ikna edemedi. Sonra düşündüm neden denemediğimizi... Kaybedecek birşeyimiz yoktu denemek için ama bir şekilde koca bardaktaki çayı sonuna kadar içip sonra da "beğenmedim parasını alma" demek pek hoş olmazdı bence.

Halbuki bunun yerine çok küçük likör bardakları tarzı bardaklara bu çaydan azar azar doldursa ve bunları test ettirse kesinlikle denerdim.

Bence beğenmezsen parasız, 15 gün içinde iade edebilirsiniz vs. tarzı yaklaşımların önünde çok büyük bir engel var. Ben buna "Deneme sürecinde toplumsal çekingeler" adını verdim.

Örneğin yukarıda ki örnekte tüm çayı içip beğenmedim demeye "utanırım", bir arabayı test sürüşüne çıkarırken aklımda hep "ya kaza yaparsam" fikri olacağı için buna "çekinirim", aldığım bir karpuz kelek çıkarsa "karpuzun kelek çıktı bana yenisini ver" demek bana biraz "çingenelik" gibi gelir. Oysa bunların hepsini yapmaya hakkım var ama her seferinde çekingelerim bu haklarımın önüne geçer.

Peki müşterinize yeni bir ürünü onu çekindirmeden denetmeye nasıl ikna edersiniz? Çekingesiz bir pazarlama taktiği nasıl olabilir?

Öncelikle bu söylediğim için pazarlamacılar bana kızabilir ama bazı istisnalar dışında tüketiciler alışveriş sırasında çoğu zaman pazarlamacılardan çok daha dürüst ve düşüncelidir. Ben adamın çayını içerken ya beğenmezsem diye utanıp sıkılırım, ben bir arabayı test sürüşüne çıkarırken ya kaza yaparsam diye ekstra dikkatli kullanırım. Oysa pazarlamacını umurunda değildir, onun tek düşüncesi malını bir an önce satmaktır. Deneme sürecinde tüketici pazarlamacıyı zor durumda bırakmaktan elinden geldiğince kaçınırken, pazarlamacı tüketicinin hissettikleriyle ilgilenmez, malı satıp sıradaki müşteriye geçmek tek amacıdır.

İşte değişmesi gereken pazarlamacının bu süreci yönetimidir. Bu süreçte pazarlamacı tüketiciye;
"bak eğer memnun kalmazsan bile, işler düşündüğümüz gibi gitmezse bile beni zor durumda bırakmayacaksın, merak etme!"
hissini verebilmelidir.

Mesela bu yeni muzlu çayı verirken küçük test miktarlarında vererek, "bak önce az bir dene beğenmezsen zaten benim kayıbım çok ufak olacağı için dert etmezzsin" mesajını vermeli. Arabayı test sürüşüne çıkartırken "bütün test araçlarımız sigortalanmıştır, olası bir kaza durumunda yalnızca çarptığınız yerdeki hasar size aittir, araba üzerindeki hasarlar size ait olmayacaktır merak etmeyin rahat rahat kullanın" diyebilmeli. Pazarlamacı süreci rahatlaştırabilmeli.

Süreç demişken marketlerde çoğu zaman sucukların test porsiyonlarını size uzatan görevliler görmüşünüzdür. Sucuğu tezgahta kızartıp size küçük bir porsiyon olarak test ettirirler. Buraya kadar herşey hoş güzel de siz hiç tek başına sucuk yediniz mi? Sucukla birlikte en çok ne yenir? Ekmek. Eğer çok küçük dilimler halinde ekmekler kesilse, bu sucuk iki dilim ekmeğin arasında aperatif gibi bir kürdanla sıkıştırılıp sunulsa tadı daha kalıcı olmaz mı? Tabi opsiyon olarak sadece sucuk da sunulabilir ama ek olarak konacak ekmeğin maliyeti ne kadar olabilir ki...

Bunları genelleştirirsek,
  • Yiyecek-içecek gibi ürünlerde küçük test porsiyonları kullanılmalı ve yalnızca ürünü değil o ürünü daha güzel kılabilecek opsiyonlarla birlikte sunulmalı
  • Yüksek fiyatlı ve lüks ürünlerin deneme süreçlerinde test ürünlerini sigortalamalı ve bunu müşteriye açıkca belirtmeli
  • Mümkünse test ürünlerinden bolca bulundurmalı böylelikle müşteri sizin test ürününüzü beğenmese ya da zarar verse bile yedekte daha birçok ürün olduğunun güveni ile test edecektir.
  • 15 gün içerisinde beğenmediğiniz ürünü iade edebilirsiniz demek yerine "Sizin için bu ürünün bir kopyasını iki haftalığına ayırtıyorum, bir sorun çıkması halinde kopyasıyla değiştirebilirsiniz" ya da benzer bir yaklaşım kullanılabilir. Böylelikle tüketiciyi ürperten "iade etmek" anlayışı yerine "sizin için ayrılmış kopyasıyla değiştirmek" kavramı kullanılır.
  • İade eden tüketici suçlu değil iade edilen ürün suçludur. İade ve test sürecinde satış elemanları bu yaklaşımı benimsemeli ve iade sürecinde tüketiciyi "sorguya çeker" gibi değil de "tüketiciyi dinleyen" biri gibi, tüketiciyi rahatlatacak cümleler kurmalı ve elinden geldiğince tüketiciden ürün hakkında geri besleme alıp bunları kaydetmelidir.
  • Son olarak satış sırasında size bu ürünü satıyoruz mantığı yerine "bu ürünü iki haftalık test edin lütfen" yaklaşımı da etkili olabilir.

20 Kasım 2007

Garanti (Spamci) Arkadaş

Genelde Amerikan filmlerinde izleriz, para kazanmak için her yol mübahtır zihniyetindeki firmalar ve çevirdikleri işleri. Bu filmler genelde suçluların yakalanıp cezalanmasıyla mutlu biter ama gerçek hayatta pek de öyle değildir işler. Bu kurumsallaşmayla birlikte gelen "para kazanmak için her yol mübahtır" virüsü belki Amerika'dan sonra Türkiye'ye de sıçradı, belki de çok önceden beri vardı ama ben internet üzerinde yeni yeni şahit olmaya başlamışımdır.

Uzun zamandır www.garantiarkadaş.com sitesinden spam e-postalar alıyorum, spam e-posta ne derseniz en basitinden "istenmeyen elektronik postalar" diyebiliriz. Vikipedi'de türkçe olarak "Yığın ileti" adıyla bahsediliyor, buradan daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

Benim gibi yüzbinlerce kişiye bu spam postaları gönderiyor Garanti Arkadaş sitesi, Google üzerinde yapacağınız basit bir arama ile Garanti Arkadaş sitesinden rahatsızlık duyanların yazılarını görmek mümkün. Bir kaç örnek: (1), (2), (3), (4), (5)

Garanti arkadaş sitesi yalnızca spam posta atmakla kalmıyor, bir bakıma insanları yanıltarak dolandırıcılık da yapıyor aslında (tebrikler 500 sms kazandınız kampanyası misali) Bunun dışında Msn hesapları hacklenen/ele geçirilen arkadaşlarımın hacklenen e-postalarından Garanti arkadaş spam e-postası gönderiliyor sürekli. Msn şifresi kıranlar bu e-posta adreslerini Garanti Arkadaş sitesine satıyor olabilirler.

İnternette bir proje yaptığınız zaman bunu duyurmak, pazarlamasını yapmak önemlidir evet ama bunun için insanların gizliliklerini hiçe saymak, kaba kuvvetle yüzbinlerce spam eposta atmak tam olarak "para kazanmak için her yol mübahtır" mantığında bir harekettir. Yaptığın iş düzgünse o zaten kendini satacaktır. Spam eposta atmak Amerika ve çoğu gelişmiş ülkede suç olarak kabul edilmektedir, Amerika'da spam mesaj gönderen bir kişi 9 yıl hapse mahkum edildi, İtalya'da ise spam eposta göndermenin 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası var. Türkiye'de spam/istenmeyen/yığın postalar hakkında bir kanun var mı bilmiyorum ama spam postalar yüzünden Türk Telekom şebekesi gereksiz yere meşgul ediliyor ve çok yüksek maddi zarar görüyordur dünyadaki tüm diğer Telekom servisleri gibi.

Genelde spam postalar gönderen şirketler fiziksel olarak pek kendilerini göstermezler ama Türkiye'de gayet rahatlar sanırım, google aramasında hemen şirket için çektikleri tanıtım videoları çıkıyor. Garanti Arkadaş sitesinin mimarları tanıtım için Tuğba Özay'la anlaşmışlar, böyle bir sitenin tanıtımını da bir mankenin yapmış olması nedense beni hiç şaşırtmadı. Garanti Spamci sitemizin tanıtımını Tuğba'dan dinleyelim o halde;

26 Eylül 2007

Geri beslemeli online reklam oyunları

Chevron çok güzel bir site hazırlamış, kendi şehrinin elektriğini kendin üretiyorsun. Online oyun gibi (basit bir Simcity gibi düşünün) hazırlanan sistem de kullanıcılara eğer şehrin yönetiminde onlar olsaydı şehrin elektrik ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını soruyorlar. Oynarken enerji üretim alternatifleri hakkında oldukça bilgi de edinebiliyorsunuz. (her enerji üretim çeşidinin çevreye, ekonomiye ve enerji ihtiyacını karşılamada ki etkisi gibi)

Ne var ki benim asıl değinmek istediğim nokta ayrı, bu oyunu oynadıktan sonra oyunun sonunda size hangi ülkeden olduğunuzu, çalıştığınız sektörü, cinsiyetinizi ve çalıştığınız alanı soruyorlar. Oyun sonunda sizin puanınızla diğer ülkelerden (diğer mesleklerden, sektörlerden ve cinsiyetten) kişilerin puanlarını ve enerji seçimlerini karşılaştırabiliyorsunuz.

Peki bu Chevron'un ne işine yarayacak? Sizin normalde 10 dakikanızı harcayacak cevaplayacağınız anket çalışmasını Chevron bu sayede çok az bir maaliyete, size hiç farkettirmeden ve sizi bilgilendirip sıkmadan yapmış oluyor. Yani sizin geri beslemenizi alıyor, farklı ülkelerde yaşayan kişilerin enerji ve çevre beklentilerini elde ediyor.

Bakalım bir taşla kaç kuş vurmuş Chevron;
  1. Reklamını yapıyor
  2. Anket çalışması yapıyor (hem de normalde kağıt üstünde bu kadar gerçekci ve güzel cevaplar alamayacağı bir anket çalışmasını çok ucuza malediyor)
  3. Kullanıcıları bilgilendiriyor (hem farklı enerji üretim alternatifleri ile hem de sonuçları kullanıcılarla paylaşarak farklı ülke ve sektörlerden kişilerin görüşleriyle karşılaştırmanızı sağlayarak)
  4. Kullanıcıları eğlendiriyor
  5. Benim bu blog yazısını yazmamı sağlayacak kadar iyi bir uygulama yapmış olmakla tekrar reklamını yaptırıyor :)
Peki şimdi benzer bir uygulamanın bir hazır giyim firması tarafından yapıldığını varsayalım, bir moda şovu tarzında bir oyun hazırlansa, tüm mevcut giysi modellerini oyuna dahil etseler, oyundaki mankenleri firmanın kendi koleksiyonlarından kıyafetlerle giydirseler kullanıcılar kendi zevklerine göre ve moda şovu sonunda puanlama yapılsa modayı takip ve kıyafetler arasındaki uyuma göre ve oyunun sonunda müşteri profilini ortaya çıkaracak çok kişisel olmayan sorular sorulsa; bu oyundan hazır giyim firmasının elde edeceği karlara bir bakalım;
  1. Marka reklamını yapıyor
  2. Tüm giysi modellerinin reklamını yapıyor, kullanıcılar beğendikleri giysileri direkt online olarak veya mağazalarından satın alabilirler
  3. Kullanıcıların en çok beğendiği modelleri istatiksel olarak görüyor
  4. Farklı müşteri profillerinin farklı beğenilerini keşfediyor
  5. Farklı profillerden kullanıcıların modayı ne kadar yakından takip ettiklerini keşfediyor
  6. Kullanıcıları eğlendiriyor
  7. Kullanıcıları yeni sezon malları hakkında bilgilendiriyor
  8. ve daha aklıma belki şu anda gelmeyen nicesi...
Şimdi medyada vereceğiniz bir reklamdan bu bilgilerin ne kadarını elde edebilirsiniz? Müşteri ile ne kadar etkileşime geçebilirsiniz? Bence yeni nesil reklamlarda amaç sadece mesajı müşterinin gözüne sokmak değil, müşteri ile etkileşime geçerek onunla bilgi alışverişine girerek geri beslemeli ve eğlendirici reklam kampanyaları hazırlamak olmalı. Potansiyel müşterilerden elde edeceğimiz geri besleme belki marka bilinirliğinden bile daha değerli olabilir firmalar için.

14 Mart 2007

Resim bankasi ve reklam fikri

Internet uzerinde yavas yavas ureten toplum modeline gecmeye basliyoruz. Bunun yayilmasini en cok saglayan seylerden biri de bloglar sanirim. Bloglara herkes yaziyor degil mi? Peki yazili bir metinin gorseller ile guclendirilmesinin yararindan bahsetmistim daha once de. Iste bu sebeple yazan insanlar surekli olarak yazilarina yazilariyla anlamli bir iki fotografta eklemek istiyor degil mi? Cogumuzun kullandigi (benim de) kaynak ise genellikle "Google Image Search" oyle degil mi? Ve ne yazik ki aslinda farkinda olmadan baskalarinin resimlerini calip copyright haklarini ihlal ediyor olabiliriz.

Peki dusunun, soyle bir servis olsa... Kullanicilar bir servise kendi cektikleri ve kendilerine ait olan fotograflari yuklese bu servise. Daha sonra uye olan ve bu servisi kullanmak isteyen uyelere bir kod (muhtemelen javascript) verilse ve dense ki "sen bu sistem uzerindeki butun resimleri yazilarinda kullanabilirsin ama bu kodu yayinladigin sayfaya koyman sartiyla..." Iste bu kodu koyan uyelerin kodu koyduklari kisimda reklamlar gosterilse servise uye reklam kuruluslarinin verdigi reklamlar...

Daha acik anlatmaya calisayim, ben bu servise uye oldum ve sidebarima reklam kodunu yerlestirdim. Sonra bu servisin bana sundugu firefox/IE eklentisi sayesinde blogumu yazarken bu eklentiye basiyorum ve bana anahtar kelime girmemi soyluyor, ben klavye yaziyorum ve karsima klavyelerle ilgili kullanicilarin yolladigi klavye fotograflari ve cizimleri geliyor, ben begendigim birini secip koyuyorum yazima (ama resim olarak degil bir javascript olarak veriliyor resim kodu bana). Iste yazim yayinlandigi zaman bir kod olarak koydugum resimler goruntulenmeden once bakiyor sayfada reklamlar icin olan diger javascript mevcut mu diye
... Eger mevcutsa resimlerin goruntulenmesine izin veriyor, degilse gostermiyor. Boylelikle sadece reklamlari sitelerinde gosterenler bedava resim bankasindan yararlanabiliyor... Bu arada sitenizde gosterilen reklamlarda tabi ki son yazdiginiz yazida resim ararken kullandiginiz anahtar kelime ile baglantili olur, yani ben son yazimda klavye ile ilgili bir resim kullandiysam, yandaki reklam kutusunda da sadece klavye veya genel bilgisayar urunu reklamlari cikacaktir.

Peki kullanicilar sisteme niye kendi fotograflarini veya cizimlerini yuklesinler derseniz, sistem onlara reklam verenlerden kazandigi bir yuzdeyi vericek de o yuzden. Bunun disinda sistem blog yazanlar arasinda en cok aranan kelimeleri listeleyebilir boylelikle resim veya fotograf yukleyen kullanicilar da en cok hangi turde gorsele ihtiyac var bunu anlayabilir. Tabi bence bir tek blog yazanlar kullanmaz bu servisi, daha genis bir kullanici kitlesi olur.

1 Şubat 2007

WOMM (AAP)

Bu seferde Zeynep Hanim tarafindan WOMM uzerine ebelenmisim (kimisi "mimlenmek" diyor ben eski usulu tercih ediyorum, blogger jargonuyla hic bilgisi olmayan okuyucularin bile bir benzerlik kurup anlamasini kolaylastirdigi icin) Hemen basliyorum;

1. WOMM sizce ne demek?

Sanirim ingilizce Word of Mouth Marketing'in kisaltmasi, agizdan agiza bir arkadasinizin veya tanidiginiz birinin size bir urunu ovmesi veya sadece bahsetmesi bile olabilir. AAP (agizdan agiza pazarlama) olarak kisalticam bundan sonra bahsederken. Bence AAP insanlik tarihinin ilk ve en etkili pazarlama aracidir ve hicbir modern pazarlama araci/metodu bunu degistirmeyi basaramamistir ve bu sebeple yukselen bir egimle agizdan agiza pazarlamayi profesyonellestirme egilimleri baslamistir gunumuz pazarlama sektorunde.

2. Bildiğiniz başarılı AAP örneklerini bize yazar mısınız?

Hizmet sektorundeki her tavsiye... Doktor tavsiyeleri mesela en basitinden, "bak ben su doktora gidiyorum sen de bir gorun" dedi mi size bir yakininiz tamam... Buyuk bir ihtimalle o doktor sizden para kazanicaktir artik. AAP ozellikle guven gerektiren hizmet sektorunde cok buyuk bir aractir. Profesyonel bir calisma olarak Myspace ve turevi arkadas siteleri, hic myspace reklami gordunuz mu TV'de veya gazetelerde?

3. Türkiye’den efsane haline gelmiş bir viral örnek gösterir misiniz?

Turkiye'yi uzun zamandir takip edemiyorumm ama bence Turkiye'de agizdan agiza pazarlama garip bir sekilde "ozgun" reklamlar sayesinde oluyor... Ilginc bir reklam gordugumuzde bunu hemen yakinlarimiza su reklami izledin mi seklinde soruyoruz ya da daha etkilisi o reklamda gecen bir repligi ya da sarkiyi gunluk yasantimizda diyaloglarimizda kullanmaya basliyoruz (ornek: reklam kokan hareketler bunlar / Opet reklami)

Sorular bu kadar ama ben yaptigim bir gozlemi daha eklemek istiyorum, agizdan agiza pazarlamanin bana gore en onemli yani kisisel ve guvenli olmasi. Neden kisisel cunku tanidigimiz biri, bizi taniyan biri bize oneriyor. Neden guvenli? Cunku bizden once baska biri denemis, paramizin bosa gitmesi daha dusuk bir ihtimal. Peki bu guveni neden sirketler/markalar veremiyor? Cunku onlar insan degil... Bu kadar basit, cunku onlarin onemsedigi karlari ben degilim, onlarin onemsedigi benim isimi gormem degil, onlarin para kazanmasi. Peki sirketler o zaman bu agizdan agiza pazarlamayi nasil kullanbilirler? Mantaliteyi degistirmeleri lazim, oncelikle markalastirma bir kisilik katmak acisindan cok onemli, daha sonra kendilerini bir arac olarak sunmalilar bir amactan ote. Mesela bir araba satiyorsaniz surus zevki uzerine yogunlasmali hem uretici hem de pazarlamaci, arabayi bir elmas gibi gosterip onu bir statu sembolu haline sokmak ise pazarin sadece kucuk bir bolumunu etkileyecektir. Son olarak markalastirmanin otesinde ne olabilir? Kisisel marka haline getirmek. Insanlar sirketinizin basindaki kisiyi tanidiklari zaman agizdan agiza pazarlama daha hizli gelisecektir. Apple sirketini dusunun, Steve Jobs ve Steve Jobs'un markasi Apple. Iste sirketler boyle vizyonu olan birini markalarinin lideri haline getirdiklerinde zaten o vizyonu benimseyen insanlar sirket hic bir sey yapmasa bile agizdan agiza pazarlamalarini yapacaklardir urunun.

7 Ocak 2007

Pazarlamaci uyan artik bu urun senin!

Pazarlamaci ne yapar? Oncelikle onune bir urun sunulur, o da bu urunu elinden geldigince pazara nasil sunabilir, onu nasil temsil edebilir, onu nasil pazarlayabilir, nasil reklam kampanyalari yapar ve en onemlisi onu nasil satar buna odaklanir degil mi? Yakin zamana kadar boyleydi ama artik fark yaratmanin, bir adim oteye gitmenin, pazarladigimiz urunu sahiplenmenin vakti geldi... Pazarlamaci uyan artik pazarladigin urun senin!

Oncelikle degisen mantigi aciklayayim... On sene oncesine dek muhendislik okuyan biri kendi alaninda uzmanlasir ve bu is hayatinda yeterli olurdu ama artik boyle degil, bir bakima ronesans donemine donus basladi diyebiliriz, ne alaka mi? Michelangelo'yu dusunun, kendisi ronesans doneminin en bilindik ismidir, peki Michelangelo'nun meslegi neydi? Ressam, heykeltras, mimar, sair ve muhendis! Ve hepsinde de cigir acicak yenilikler sundu dunyaya. Peki bu kadar meslegin hepsinde birden nasil basarili oldu dersiniz? Cunku her meslekten yaptigi gozlemleri birbirleri ile iliskilendirebildi ve her birine farkli bir bakis acisi getirebildi. Artik gunumuzde de muhendis sadece kendi meslegi ile ilgilenirse inanin kendini o kadar sinirlamis ve geride kalmis olur ki... Sadece universitelerde son 10 yildir sunulan disiplinlerarasi programlari ve bunlara olan talebi gozlemleseniz bile bu degisimi gorebilirsiniz. Peki sirketler artik muhendislerden ne bekliyor? Muhendisten yeni bir urun tasarimi yaparken maliyet, uretim kolayligi, kullanilabilirlik gibi cesitli faktorleri de goze almasini istiyor. Bu demektir ki bir muhendisin artik finans bilmesi gerekli, uzmanligi ne olursa olsun bir muhendisin artik "endustri muhendisligi" konusunda da bilgisi olmasi gerekli (cunku fabrikada uretilecek bir dizaynin uretime uygun olmasi, uretilebilir olmasi gerekli) ve bir muhendisin kullanilabilirlik hakkinda bir fikri olmasi gereklidir vs... Butun bu alanlar hakkinda bilgisi olan bir muhendis bir bakima modern cagin kucuk capli Michelangelo'su olmuyor mu? Peki bu yeni anlayista pazarlamaci ne yapiyor? Hala onune sunulan urunu pazarliyor sadece... Bu mudur?

powered by ODEO
Pazarlamanin gelisimine bakalim, oncelikle ilk baslarda amac yaratilan urunu mumkun oldugunca genis bir kitleye duyurabilmekti, bunu yapmak icin urunu tanimak ve genel ozelliklerini bilmek yeterliydi. Pazarlamada ilk cigir atlama "urunu tanittigimiz marketi tanima fikri" oldu, boylelikle urunu bu markete gore tanitabilecek, bir bakima onlarin ihtiyaclarini dusunerek pazarlayabilecektik. Ikinci cigir atlama pazarlama yollarinin artmasi ile yasandi, dergiler, radyo, televizyon, internet... Boylelikle hedefledigimiz markete cok kisa surede ve farkli yollardan ulasabiliyorduk. Bundan sonra da carpici bir kac yenilik olsa da hicbiri cigir acicak nitelikte olmadi bence. Peki bir sonraki cigir acicak pazarlama mantigi nedir? Bence bu "pazarladigimiz urunu sahiplenebilmek"...

Peki pazarladigimiz urunu nasil sahiplenebiliriz? Siz bir sirketin pazarlama departmaninda calisiyorsunuz, onunuze bir urun konuyor, deniyor ki size bunu en iyi sekilde pazarla. Siz ilk olarak urunu tanimakla basliyorsunuz, urunu tanidikca bu urun ile ilgilenebilecek marketi tanimaya basliyorsunuz, urunu bu markete en iyi sekilde tanitacak ve pazarlayacak kampanyalari yaratiyorsunuz sonra da urunu satiyorsunuz ve bu noktadan sonra isiniz bitiyor. Oyle mi? Artik bu yeterli degil... Yazinin bundan sonrasini bir pazarlamaci ile diyaloglar seklinde sunuyorum;

Pazarlamaci ile diyaloglar:

Siz bir pazarlamaci olarak sattiginiz urunun sunuldugu marketi en iyi bilen kisi degil misiniz? O zaman bu markette "havayi koklayan kisi" olmaniz gerekmez mi, o marketin ihtiyaclarini en iyi bilen kisi olmaniz gerekmez mi?

-Peki ben bunu bilsem nasil isime yarar ki, eninde sonunda onumde duran urun belli, onu degistiremem ya... Urunu yaratanlar muhendisler (veya her ne uzmaniysa) ve pazarin ihtiyaclarini bilmek onlarin gorevi, bu benim isim degil ki...

Iste yanlis olan kafanizdaki bu dusunce bicimi, bu urun artik sizin! Pazarlamacinin gorev tanimi degisiyor artik; pazarlamacinin gorevi onundeki urunu en iyi sekilde pazarlamak degil, onundeki urun ile pazarladigi kisi arasinda bir kopru, bir bag olusturmak, onundeki urunu sahiplenmek ve onu en iyi sekilde gelistirip pazarlamak. Ancak bu sekilde pazarladiginiz urunun pazarlamasindan en yuksek sonucu elde edebilirsiniz.

-Peki diyelim ki "marketin havasini kokluyorum, ihtiyaclarinin farkina variyorum" Bunu nasil onumdeki urune aktarabilirim ki? Bu yastan sonra bir de muhendislik egitimi alip bir de bu urunun dizayni ile mi ugrasayim?

Hayir su anda pazarladiginiz urunu belki degistiremezsiniz ama urunu yaratanlara bir "geri-besleme" verebilirsiniz, onlara kokladiginiz marketin ihtiyaclarindan bahsedebilirsiniz boylelikle bir sonraki urunde sizin de fikirleriniz goz onune alinir. Boylelikle bir sonraki pazarladiginiz urun daha basarili olur.

-Hmm peki baska nasil sahiplenebilirim urunu?

Musterinin isteklerini tercume ederek, bak sana daha once de bahsettigim bir hikayeyi anlatayim;
Japonya'da eski ve koklu bir camasir makinesi ureticisi varmis, bunlarin basarili ve cok satan bir modeli varmis. Bu model ozellikle dayanikli ve uzun omurlu olmasiyla unluymus ve servis istegi cok dusukmus fakat bir sure sonra ozellikle kirsal alanlardaki kullanicilardan servis hizmeti icin yogun bir geri gonderme yasanmis. Uzun sure bunun sebebini arastiran sirket en sonunda sebebi bulmus. Uzun suredir dayanikliligi ile unlenen bu camasir makinesini kullanicilar sadece kiyafetlerini degil, patateslerini yikamak icin de kullanmaya baslamis! Cunku tarimda bu patatesleri yikamak icin satilan makinalar bundan cok daha pahaliymis. Bunun uzerine japon sirketinin yaptigi hamle ise cok sasirtici, onlar urunun uzerine lutfen patateslerinizi bu makinada yikamayiniz yazmamis ya da bu sebeple bozulan urunler garanti kapsami disindadir dememis, aksine onlar makineyi gelistirip patates yikamak icin bile dayanikli hale getirmis. Servise gonderilen makine sayisi aniden dusmus, makine satislari buyuk oranda artmis. Bu hamle ile sirket hem teknik servis ihtiyacini dusurmus, hem pazar payini genisletmis (patates yikama makinasi alanina girerek) hem de musteri memnuniyetini kazanmis.
Bak pazarlamaci bu hikayede kullanicilarin makinede patates yikadigini muhendisler farketmis halbuki pazari ve kullanicilari en iyi taniyan olarak senin farketmis olman gerekmez miydi? Kullanicilarin isteklerini tercume edebildigini dusun bu ornekte, kullanici pazarini sadece camasir yikayan ev kadini olarak dusunurken bir anda pazara patates ureticisi ciftciler de katilmadi mi? Pazarini kendi kendine genisletmez miydin kullanicinin isteklerini tercume edebilsen? Buyuk bir pazarlama basarisi olmaz miydi eger pazarladigin urunu sahiplenseydin?

-Tamam ornegini anliyorum, peki baska neler yapabilirim?

Bilmem dikkatini cekti mi, su son yillarda bir "kullanilabilirlik" furyasi basladi... Uretilen urunlerde olsun, internet sitelerinde olsun, neredeyse herseyde... Peki pazarlamaci bu furyayi sen sadece uzaktan mi izliyorsun? Sen hic hazirladigin pazarlama kampanyalarinin kullanilabilirligini dusunuyor musun?

-Pazarlama kampanyasinin kullanilabilirligi mi?

Elbette, pazarlama kampanyan da sonucta bir urun degil mi? Bu urunu sunarken kullanicilarini dusunuyor musun? Mesela bir reklam kampanyasi yaptin diyelim, bu kampanya "kullanici ile ne kadar arkadas"? Senin yeni amacin kullanici ile urun arasinda bir kopru olusturmak degil miydi? Iste bu kopruyu kullanici dostu kampanyalar yapmadan nasil olusturabilirsin ki?

-Ama bir pazarlama kampanyasinin kullanilabilirligi nasil olculebilir ki?

Urunlerin nasil olculuyorsa aynen oyle... Mesela sen bir reklam kampanyasi hazirladin degil mi, bu reklami yayinlamadan once "disaridan" bir grup gonullu kullanici bulursun, onlara bu reklami izlettirirsin ve izlerken onlarin hislerini sorarsin, bu reklamin ilgilerini cekip cekmedigini sorarsin, neden boyle hissettiklerini arastirirsin ve kullanicidan aldigin geribesleme ile gozden gecirirsin kampanyani... Taa ki kullanici ile arandaki o kopruyu yaratmak icin uygun reklam filmini elde edene dek. Veya istersen sadece bir reklam yonetmeni tutup onun icgudulerine de guvenebilirsin hic bir bilimsel methodoloji kullanmadan su anda yaptigin gibi ama bu durumda basarin biraz piyango gibi olmaz mi?

-Hmm anliyorum, yani artik kullanilabilirlik konusunda da uzman olmam gerekicek.

Son birsey daha var, diyelim ki sen bir urun satin aldin, iki gun sonra bozuldu. Ne yaparsin?

-Aldigim yere geri gotururum...

Iste aldigin yer urunun pazarlamacisi degil mi aslinda? Senin bu urunu satin aldigin kisi onu pazarlayan kisi degil mi? Guvenini kazanip sana bu urunu satan pazarlamaci degil mi? O halde sen bir urunu sattiktan sonra gorevin bitiyor mu? Kullanici o guven koprusunu seninle kurdu simdi sen onlari hic tanimadiklari ureticiye mi gondericen? Ama hani kullanicinin sesini en iyi sen tercume edebiliyordun, ureticideki muhendisler ile tuketici iletisim kurmakta zorlanmaz mi?

-Ne yani bir de urunun satis sonrasi destegini de mi ben yapicam?

Destekden kastina bagli, kimse senden bozulan urunu tamir etmeni beklemiyor ama tuketici ile pazarladigin marka/urun ile bir kopru kurmani bekliyor. Bu urun artik senin de urunun, senden tuketici ile uretici arasinda bir tercuman olman bekleniyor.

-Peki bunu nasil yapabilirim?

Pazarladigin urunu pazarlarken hic kullanicidan gelecek geri beslemeyi onemsiyor musun? Yoksa sadece bir urunu pazarlarken o urunun iyi yanlarini alip buyuk reklam kampanyalari ile tuketicinin gozune sadece iyi yanlarini gosterip eksik olan yanlarini gormezden mi geliyorsun? Pazarlama kampanyalarinda tuketici ile etkilesim kurmaya ozen gosteriyor musun? Iste oyle bir pazarlama kampanyasi yapmalisin ki tuketici ile etkilesime gecsin, oyle bir kampanya olmali ki urunu sattiktan sonra bile tuketiciden geribesleme alabilmeli boylece bu geribeslemeyi gerekli mercilere (ureticiye) bildirebilirsin. Artik urunu satmak onemli degil, bu satisi surekli yapabilmek onemli olan, bir marka yaratabilmek onemli olan, bunun icin de tuketicinin sesini dinlemen, onlarin takdirini kazanman gerekir.

-Hmm, bir ornek verebilir misin?

Mesela bir kamera pazarliyorsun diyelim, pazarlama kampanyanda anlattigim sekilde kullanicinin sesini dinlemeye karar verdin, ilk olarak reklam kampanyani hazirladin ve yukarida anlattigim sekilde kullanilabilirlik calismasini da yaptin. Hersey cok guzel, urunu satarken kullanici hakkinda bilgi de topladin ki ilerideki kampanyalarindan onu haberdar edebilesin... Bu da guzel ama dikkat ettin mi hala tek yonlu bir yol insa ediyorsun? Geri besleme icin cift yonlu bir yol insa etmelisin ki kullanici sana derdini anlatabilsin. Peki milyonlarca kullanicinin istegini nasil dinleyebilirsin? Musteri hatti telefon numarasi ile mi? Bu biraz... nasil desem "ilkel" kalmiyor mu bu cagda? Internet diye birsey var, hani senin sadece reklam koymak icin kullandigin bir arac. Iste biliyor musun bu harika bir cift yonlu iletisim araci aslinda. Sadece potansiyelini kesfetmen icin seni bekliyor. Urunu sattin diyelim, pazarlama kampanyanda kullandigin internet sayfasinda bir bolum acsan... Desen ki "bu urunun hatalarini bulan kullanicilarimiza bir yillik fazladan garanti suresi ekliyoruz" Simdiye kadar gelen butun urun hatalarini sayfanda yayinlarsin boylelikle kullanici bulunmus bir hatayi tekrar yollamaz sana. Ya da mesela desen ki "bu urunun gelistirilmesini istediginiz yonlerini bize bildiren kullanicilarimiza ekstra bir yil garanti suresi veriyoruz" Gene herkes listelese... Urunun garanti suresi 2 yil miydi? Birkac kisiye fazladan bir yil garanti suresi kapsami vermenin sana maliyeti nedir allah askina? Peki sayfana giren kullanici senin diger urunlerini de gormeyecek mi sayfanda? Bedavaya reklamini yapmiyor musun? Bunun disinda kullanici ile etkilesime gecmedin mi? Bu etkilesim sonucu kullanici senin urunun icin fikir yuruttu ve bu deneyimini arkadaslarina da anlatti. Pazarlamaci sen daha iyi bilirsin, bu modern cagda bile en etkili pazarlama kulaktan kulaga pazarlama degil miydi? Bu etkilesim sonucu kullanici ile senin pazarladigin marka arasinda bir bag olusmadi mi?

Bak baska bir fikir daha, calistigin sirket bir yil sonra yeni bir kamera modeli ile cikicak degil mi? (kullanicilarin isteklerini de goz onune alarak hem de) Ama kullanici daha bir yil once senden kamera almis, hemen yeni bir modelini alir mi? Bence biraz dusunur... Der ki eski modeli ne yapicam o zaman, 2 tane kameraya ihtiyacim var mi? Peki ya sen desen ki "bize hatalarimizi/fikirlerini bildiren" butun kullanicilarimizin eski makinelerini geri aliyoruz (bunlari 2.el olarak satabilirsin veya recycle yapabilirsin) ve yeni makina uzerinden su kadar indirim olarak sayiyoruz. Ne oldu? Fazladan bir yil garanti vermistin ya, kullanici bunu kullanmaya gerek bile gormedi cunku 1 yil sonra yeni urununu aldi. Bak sifir maliyetin oldu, bak surdurulebilir bir pazarlama kampanyasi yaratmis oldun iste, kullanici ile bir bag yarattin iste, kullanicinin sesini dinlemis oldun iste, sadece urunu satmaya calisan basit bir pazarlamacidan farkli oldun iste, urunu sahiplendin iste!

-Tamam anliyorum ama bu sefer de benim sana son bir sorum olucak, sen verdigin ornekler de benim uzerime marketin ihtiyaclarini tanima gorevini yukledin, musterinin isteklerini tercume etme gorevini yukledin, kullanilabilirlik calismalari yapma gorevini yukledin, satis sonrasi destek gorevini yukledin... Peki bu biraz fazla olmuyor mu? Yani sirketin muhendisleri bos mu duracak, sirketin halkla iliskileri bos mu duracak, sirketin teknik servisi bos mu duracak? Uzerime biraz fazla yuk binmedi mi sence?

Hah bence az bile yuk var uzerinde, mesela senin muzik akimlarini da takip etmen gerekiyor?

-Muzik mi? Anlamiyorum...

Pazarlamak istedigin urunu bir film olarak dusun, bu urunu yaratan muhendisler, fabrika calisanlari senin aktorlerin, pazarlamak icin kullandigin reklam kampanyalari senin filminin fragmani ve sende tum bunlardan sorumlu yonetmensin... Muzik ornegine gelince, Stereo Total adli bir grubun "I love you, ONO" adli bir sarkisi vardir. Bu sarkiyi dinlerken benim ve cogu kisinin aklina ilk ne geliyor biliyor musun? Sony Handycam reklami! Iste Sony'nin yonetmeni (pazarlama takimi) filmlerinin (Sony Handycam urunu) fragmani (reklami) icin bu sarkiyi secmislerdi 2005 yilinda. Bu sarki daha once cok az kisi tarafindan biliniyordu ve bir anda unlu oldu. Peki neden bu sarki secilmisti? Cunku urunun hitab ettigi genc tuketicilerin muzik zevki ile uyusuyordu ve genc tuketici tv acikken mutfakta baska bir sey ile ugrasiyor olsa bile bu sarki caldiginda televizyona bakiyordu hemen. Sony'nin pazarlama takiminin bunu muzik akimlarini takip etmeden bilmeleri mumkun degildi.


Uzerindeki yuke gelince, bak pazarlamaci, yukarida sana modern cagin kucuk capli ronesans muhendislerinden bahsetmistim degil mi? Iste senin de modern cagin kucuk capli ronesans pazarlamacisi olman gerekiyor. Kimse senden herseyi tek basina yapmani beklemiyor ama senden hersey hakkinda bir fikir ve vizyon sahibi olmani ve bu fikirlerin ile geri besleme yapmani bekliyor. Artik yeni devirde muhendis de pazarlama hakkinda birseyler bilmeli, sen de muhendislik hakkinda birseyler bilmelisin ve diger tum alanlar icin de gecerli bu. Ancak boylelikle mukemmel bir takim calismasi yapabiliriz, ancak boylelikle birbirinizin dilini anlar ve fark yaratabiliriz. Ben hicbir pazarlama egitimi almadan bunlari gozlemleyebiliyorsam sen de hic muhendislik egitimi almamis olsan bile gozlemlerinle bana cok sey ogretebilirsin.

Iste pazarlamaci hani hep sunumlarinda fark yaratmaktan bahsedersin ya, fark boyle yaratiliyor iste. Hadi artik pazarladigin urunu satman gereken bir yuk olarak gormekten vazgec, onu sahiplen pazarlamaci. Hadi uyan artik pazarlamaci, bu cagi kacirmadan uyan...

29 Aralık 2006

Aktivizm, Sirketler, Pazarlama ve Nike

Aktivizm'i kelime anlami olarak sosyal veya politik bir degisimi gerceklestirmek icin bilincli olarak yapilan eylem olarak aciklayabiliriz. Bilgi cagindaki hizli teknolojik gelismeler ve bireysellesme mantiginin yayginlasmasi ile olusan bir bakima asosyal ve apolitik nesile tepki olarak mevcut dunya duzenini degistirmeye yonelik, politik olarak fazla olmasa bile ozellikle ekolojik anlamda aktivist yaklasimlarin sayisi artmakta gunumuzde. Aktivizm genellikle genc nufus tarafindan fikirlerini duyurmak ve dikkat cekmek amaciyla kullanilir.

Eger gecmise bakarsak belki de bu aktivist yaklasimin bir akim gibi donemsel olarak belli donemlerde yukseldigini gozlemleyebiliriz, yuksek oranda aktivist 60'li ve 70'li yillardan sonra gelen 80 ve 90'li yillarda hayata karsi oldukca pasif ve bireysel bir bakis acisi oldugunu gozlemlemistim ben. 2000'li yillarda ise artan cevresel kaygilar, politik yolsuzluklar ve benzeri etkilerin sebebiyle tekrar yukselise gecen bir akim olarak goruyorum. Belki de zaman uzerinde bir sinus dalgasi seklinde etkinlik gosteriyor olabilir aktivist eylemler. Bunu da etkime-tepkime mantigi ile aciklamak mumkun.

Peki gecmisteki aktivist eylemler ile bugunku eylemler arasinda nasil bir fark var? Gecmisteki eylemler daha politik mesajli, sivri ve bir bakima "catismali" ve atesli gecerken bugunku eylemlerin buyuk cogunlugu daha cok dikkat cekme ve boykot etme ozelligi tasimakta. Ozellesmis ve objektifligini kaybetmis buyuk medya kuruluslarinin haber yapma niteligi gormedikleri olaylari halka iletebilmek icin dikkat cekme ozellikli ciplak boykotlar ornek gosterilebilir. Greenpeace'in yaptigi bir cok eylem de modern aktivist eylemler arasinda sayilabilir.

Peki zaman icinde degisen baska ne var? Bu zaman icinde sirketler profesyonellesti, pazarlama yontemleri gelisti, internet ortaya cikti, haberlesme degisti ve yavas yavas kafalardaki anlayis da degisiyor. Artik bilgi cagina girdik, insanlar para ile bilgi satin aliyor, bir urun yaratirken kullanilabilirlik deneyleri yapiyorlar kullanicidan geri besleme alabilmek icin ve bilgiye epey yatirim yapiyorlar.(ben daha iki hafta once Mountain View'da Google'in merkezine gittim kullanilabilirlik testi icin ve saatine $75 veriyorlardi) Internetteki son gelismelere bakarsaniz hepsi kullanici katilimi odakli ve bilgiyi farkli sekillerde islemeye dayaniyor. Kisacasi her turlu bilgi, her turlu katilim ve her turlu geri besleme bugun sirketler ve pazarlamacilar icin cok degerli. Unutmayin ki Myspace buyuk miktara satildiginda bunun sebebi "ustun ve essiz" internet siteleri degil, yuksek orandaki uyeleri yani katilimcilari sebebiyleydi ve bu da pazarlamacilar icin buyuk bir pazar demekti.

Sirket yonetimleri ve pazarlamacilar ne kadar oranda bu yeni gelisime ayak uydurabiliyor sizce? Sirket yonetimi icin en onemli gostergelerden biri calisanlarin motivasyonu ve katilimi degil mi? Peki motivasyonu dusuren etkenler hakkinda geri bildirim almaktan neden hala korkuyor sirket yonetimleri? Neden calisanlarin fikirlerini dinlemek sanki "is disiplinine" aykirilik veya "lackalik" olarak goruluyor cogu yonetici tarafindan? Tam tersine bir model dusunun, oyle bir sirket ki kendi icinde "is akisini aksatmayacak" sekilde sirket ici aktivizmi destekliyor! Yani diyor ki eger sizi sirket icinde rahatsiz eden ve yanlis gittigini dusundugunuz bir sey varsa bunu is akisinizi aksatmayacak bir sekilde aktivist ve ilgi cekici bir yaklasimla protesto etme hakkina sahipsiniz. Bu hakka sahip olan calisan resmi dilekcelerle bogusmak yerine uzerinde "Kahve makinesinin bir an once tamir edilmesini istiyoruz!" yazili bir levha asili olarak isyerine gelebiliyor. Bu elbette ki isyerine biraz renk ve ozgurluk katacaktir. Bundan sonraki adim yonetimsel kararlarda tum calisanlarin soz hakki olmasi ve bir etkilerinin bulunmasi olabilir mesela.

Pazarlamacilar acisindan dusunursek, bugune dek bir cok kullanici/katilimci odakli internet sitesi fikri gordum yeni nesil internette ama acikcasi hic beni etkileyen dogru duzgun reklam ve pazarlama fikri goremedim internette. Simdiye dek internetten reklamlarda yasanan en buyuk degisme icerige gore reklam sunmalari ve belki de videolu reklamlar. Peki pazarlamacilar bu yeni akimdan nasil faydalanabilir? Kullanici deneyimi yuksek, katilimci pazarlama fikirleri ile. Bu verecegim ornekte internet bir arac olarak kullanilacak iletisim icin ve ornek biraz uc gelebilir ama bence hem kullanici ile barisik bir ornek hem de yeni katilimci ve aktivist mantigi cok guzel yansitiyor;

Nike firmasini dusunun, bu firma insan haklari orgutleri tarafindan Guney Asya'da ucuz atolyelerde cok ucuz fiyata isciler calistirmaktan (sweatshop) oturu oldukca elestiriliyor ve Nike urunlerini boykot etmeye cagiriyor. Peki Nike firmasi neden boyle davraniyor calisanlarina? Cunku kar marjlarini yuksek tutmak istiyor bunun icin de ucuz isciden yararlaniyor. O bolgedeki fakir halk da baska is bulamadiklari icin buna razi olmak zorunda kaliyorlar. Peki Nike'in soyle bir kampanya yaptigini dusunun;

"Biz firma olarak calistirdigimiz butun iscilere adil ucretler sunmak istiyoruz, ne var ki mevcut rekabet pazarinda kalmamiz icin bir urunu su kadara mal etmemiz gereklidir. Asagida bir Nike ayakkabisi icin gider tablomuz mevcuttur, bunun disinda Guney Asya'daki fabrikalarimiz hakkinda genel bilgilendirme ve yore ekonomisi hakkindaki diger bilgilere de sitemizden ulasabilirsiniz. Firmamiz bizim rekabet imkanlarimizi da koruyacak sekilde soruna bir cozum veya oneri getirmenizi bekliyor. Olumlu gorulen onerileriniz uygulanacak ve fikir sahibine su kadar odul verilecektir. Ayrica bolge ve fabrikalarimiz hakkindaki bilgi sayfamiz Wiki formatinda olup sizin eklemeleriniz ile de genisletilebilir. Katiliminiz ve duyarliliginiz icin tesekkur ederiz."

Bu hareketle Nike firmasi;
1) Bilincli tuketicileri geri kazaniyorlar
2) Kendileri hakkindaki bir boykot kampanyasini sona erdirmis oluyor
3) Tuketicileri cozumun bir parcasi haline getiriyorlar, yani tuketicilere bir seyleri degistirebileceklerini hissettirebiliyorlar
4) Aktivizme ve duyarli olmaya cagiriyorlar insanlari, bir katilim ortami yaratiyorlar
5) Bu daha once duyulmamis kampanya ile Nike markasinin TV reklamlarindan cok daha etkili reklami yapilmis oluyor
6) Pazarlamanin bir parcasi olan halkla iliskiler kisminda skor hanesine buyuk bir puan ekliyor
7) Ve tum bunlari sirket icinden cok az bir butce ve insan gucu kullanarak basariyorlar cunku asil isi zaten tuketiciler yapmis oluyor.

Iste bir sirket yonetimi ve pazarlamacilar ortaklasa kendilerine dusman gordukleri aktivizmi bu sekilde kendi yararlarina cevirebilirler bence. Son olarak hicbir yonetici ve pazarlamaci degisimden korkmamali aksine onu evlat edinmelidir :)

14 Kasım 2006

Pazarlamada kisisellestirilmis zaman faktoru

Mehmet Bey'in e-posta pazarlamasi ile ilgili son yazisini okudugumda aklima gelen bir kavram, Mehmet Bey'in yazisina da yorum olarak yazdim ama burada da belirtmek istedim.

Esiniz hamile ve yasadigi yerde hamile kiyafetleri bulamiyor ya da sadece kolaylik olsun diye internetten almak istiyor diyelim. Sonucta sizin hamile kiyafetleri satan online satis magazaniza ulasiyor, hamile kiyafetini seciyor sizin 3 aylik - 6 aylik -9 aylik diye kategorilendirdiginiz. Diyelim ki 3 aylik hamile kiyafetini aliyor. Kiyafeti alirkende size email adresini birakiyor. Simdi siz bir satis yaptiniz ama musteriyi kaybetmek istemiyorsunuz sadece bir satisla. O zaman ne yapiyorsunuz? Siz sitenizde ayni zamanda bebek kiyafetleri de satiyorsunuz degil mi? Bir arastirma yapiyorsunuz, hamile kadinlar dogumdan 3 ay once bebek kiyafeti bakmaya basliyor. Simdi siz 3 aylik hamile kiyafeti mi sattiniz? 3 ay sonra hemen bir emaille 0-3 ay cocuk kiyafetlerinizi tanitan bir e-posta gonderiyorsunuz. Yok sizden 6 aylik hamile kiyafeti mi almisti? Hemen siparisten sonra tesekkur emaili ile birlikte 0-3 ay cocuk kiyafetlerinizi tanitan bir email atiyorsunuz. 9 aylik hamile kiyafeti mi satmistiniz? 3 ay sonra 6 aylik bebek kiyafetlerinizi tanitan bir e-posta gonderiyorsunuz. Dikkat edin her hafta butun urunlerinizi tanitan "spam tadinda" bir e-posta yollamiyorsunuz, musterinizi taniyorsunuz, onun surecini taniyorsunuz ve ona gore pazarlama taktigi izliyorsunuz. Baska ne yapilabilir? 3 aylik cocuk kiyafeti sattiniz diyelim, musterinin ihtiyaci baska ne olabilir? Oyuncak, hele zekayi gelistirici bir oyuncak olursa daha da iyi. Ama bir dakika siz oyuncak satmiyorsunuz ki? O zaman online oyuncak satisi yapan bir firmaya gidiyorsunuz, diyorsunuz ki ben size musteri yonlendirirsem benden gelen her satisinizdan yuzde 15% istiyorum diyorsunuz, seve seve kabul ediyor bir sirket. Sonra 3 aylik bebek kiyafeti sattiginiz e-posta da diyorsunuz ki bizim sirketimizde yaptiginiz harcamalardan dolayi bu zekayi gelistirici oyuncaklari %7 indirimli almaya hak kazandiniz. Geriye kalan %8 fark ne oluyor? Sizin cebinize kaliyor cunku tuketicinin surecini izlediginiz ve onun ihtiyaclarini "onun ihtiyaci olan zamanda" karsiladiginiz icin bu payi hak ettiniz. Tuketici de o an ihtiyaci olan bir urunu yuzde 7 indirimle almis oluyor. Ben buna pazarlamada kisisellestirilmis zaman faktoru adini verdim.

Bir de bu mantigi tam tersine kullanan ornekleri inceleyelim, yeni bir MacBook almisiniz Amazon'dan cok mutlusunuz, iyi bir alisveris tecrubesi yasamissiniz. Alisverisinizden tam bir hafta sonra Amazon'dan size yeni bir e-posta geliyor, "Yeni daha gelismis Mac notebooklar cikti!". Bakiyorsunuz hem de neredeyse sizin bir hafta once odediginiz fiyatla ayni... Nasil hissedersiniz sizce? Acikcasi ben kendimi enayi gibi hissederim, moralim bozulur. Moralim bozukken arkadasimla yapacagim muhtemel bir diyalog;

-Mert ne oldu yuzun asik?
-Ya gecen hafta Amazon'dan yeni bir MacBook almistim ya...
-Evet
-Iste bu hafta ogrendim ki hemen yenisi cikmis, benimkiyle neredeyse ayni fiyata, hem de daha iyi ozellikler...

Birden guzel bir alisveris tecrubesi kabusa donustu ve bu tecrube agizdan agiza dolasirken sizin sitenizin adi (Amazon) da bu kotu tecrubenin bir parcasi oldu. Macintosh'un yeni bir model cikarmasi Amazon'un sucu mu? Hayir ama bu talihsiz gelismeyi musterisinin gozune gozune sokup musterisini enayi gibi hissettirmesi, musteriyle arasindaki duygusal bagi bozmasi Amazon'un sucu.

Neden boyle bir e-posta gonderiyor Amazon, cunku siz benzer bir urun aldiniz ve yenisini de almak isteyebileceginizi dusunuyor, yeni bir satis daha yapacagini dusunuyor. Yani sonuca odaklaniyor, sizin surecinize degil. Onceki yazimi hatirliyor musunuz? Surece odaklanin, sonuca degil demistim. Halbuki bu e-posta yerine size satistan 4-5 ay sonra ikinci el ucuz MacBook hafizasi sunsa, size satmis oldugu mevcut bilgisayarin performansini arttiracak. Siz belki baska bir kaynaktan yeni Mac dizustu bilgisayari ciktigini duyacaktiniz ama saticiniz sizin yaninizda zarari azaltmaya calisiyor hissini yakalamaz misiniz? Bundan bir adim otesi ne olabilir? Amazon sattigi her urun icin ureticilerden yeni urunlerinin ne zaman cikmasi beklendigi hakkinda bir bilgi ister, bu sureye yaklastiginda sayfalarinda urunun aciklamasinin ustunde "apple yakin bir zamanda yeni bir urun cikarmaya hazirlaniyor, ilk haberdar olmak isterseniz buraya tiklayin" yazar. Bunu yazarak belki o an yapacagi satisi kaciriyor ama kullanici guvenini kazaniyor, hem de baska hicbir sitenin yapmadigi bir sekilde ve muhtemelen musteri yeni apple bilgisayari ilk olarak Amazon'dan satin aliyor. Anlik sonuca degil surecin getirecegi daha yuksek kazanca odaklanmis olurdu Amazon.

Baska bir ornek, Ecost.com dan bir dijital kamera aldim 5 megapiksel gecen sene, her ay bana yeni cikan 6 megapiksel kameralarin tanitimini iceren e-posta yolladilar. Aferin, sanki ben toptanciyim bunlari Ecost'tan alip baskasina satiyorum, daha yeni almisim kamera ne yapmaya calisiyorsun ki? Cok guzel spam listemde yerlerini aldilar. Halbuki belli bir sure sonra bana hafiza karti tanitimi gosterseler, bana su gecirmez kamera kiliflarini gosterseler...

Bir diger konuda tuketici buyuk bir harcama yaptiktan sonra ayni ay icinde tekrar buyuk bir harcama yapmaz. Bir ay icinde hem buyuk ekran televizyon, hem camasir makinasi hem de buzdolabi alamam, cogu kisi maaslarla gecimini sagliyor. Bir ay icinde 2 tane buyuk alimi kolay kolay kimse karsilayamaz, peki pazarlamacilar bunu niye ongoremiyorlar? Neden yakalamisken adama ne satsam kardir mantigi guduyorlar? Neden guveni kazanma ve ihtiyaclari tanima surecine odaklanmiyorlar? Ben hic pazarlama egitimi almamis olan bir muhendis olarak bunu dusunebiliyorum da onlar neden dusunemiyor?
Degismesi gereken pazarlama mantigi: Musterini ve musterinin surecini tani, onun ihtiyac surecini tani ve buna gore pazarlamani yap, anlik sonuca degil musteri ile kuracagin bag ile olusacak ve sana daha cok para kazandiracak surece odaklan.

Not: Mehmet Bey'e benim bu yazima ilham kaynagi olan guzel yazisi icin tesekkur ederim.

11 Kasım 2006

Vizyon sahibi olmak ve Ataturk

Nasil bir vizyon sahibi olunur? Gecmise donup baktigimizda karsimiza cikan o buyuk liderler sahip olduklari vizyonu nasil kazandilar, bu vizyonu nasil paylastilar ve bunu gerceklestirmek icin neler yaptilar?

Herkesin bir vizyonu vardir ama cogu zaman "kisisel vizyonlar" guzel bir hayat surmenin otesine gecmez. Bu vizyonlar nasil olusur peki? Onceki yazimda bahsettigim gozlemler sayesinde. Cogu birey etrafinda gozlemledigi ve kendilerini mutlu, rahat hissettiren seylere odaklanir, onlari elde etmek ister, onlarin hayalini kurar. Kimi icin bu paradir, kimi icin mutlu bir aile, kimi icin statu. Iste ne var ki bunlarin hepsi bir "kisisel hayal ya da amac" olmaktan oteye gecemez, bunlar bana gore bir vizyon degildir.

Bir vizyonu "Vizyon" yapan nedir peki? Bir vizyonun milyonlarca kisiyi etkilemesi nasil olur? Oncelikle bir vizyon kesinlikle bencil ve subjektif olamaz, sadece kendi cikarlarini gozeten bir insanin asla bir vizyon sahibi olabilecegini dusunmuyorum. Vizyonlarin olusum surecine bakarsak; kisi cevresini gozlemler ve yasadigi sistemde eksik gordugu mantaliteleri, gelistirilebilecek olgulari farkeder. Bu gozlem sureci sonunda kisi kafasinda olabilecekleri dusunur ve kendine gore ideal bir sistem hayal eder. Bence bu asamada hala bu bir vizyon degil utopyadir. Peki vizyon ile utopyanin farki nedir? Vizyon yaratmak icin sadece kendi ihtiyaclarimizi degil, yasadigimiz cevrenin de ihtiyaclarini cok iyi gozlemlememiz gerekir, cevremizdeki insanlarla empati kurabilmeli ve onlarin ihtiyaclarini da gozlemleyebilmeliyiz. Cogu kisi bu ihtiyaclarinin farkinda bile degildir cunku yasadiklari hayat disinda baska bir hayat dusunemezler bile ama "vizyon sahibi kisi" bu insanlara disaridan bakip onlarin ihtiyaclarini fark eder ve kendi vizyonunda bu ihtiyaclara da yer verirse "utopyadan vizyona gecis"te ilk adimi atmis olur. Ikinci adim ise mantikli bir planinizin olmasi gerekir, sadece ideal bir gelecegi dusunmek hayalcilikten oteye gecemez cunku.

Bu plani nasil insaa edersiniz peki? Oncelikle yasadiginiz donemi ve gelismeleri cok yakindan takip etmelisiniz, her gelismeyi gozlemlemeli ve vizyonunuzda nasil bir yere sahip olacagini dusunmelisiniz. Bu gelismelerden mutlaka bazilari vizyonunuzu gerceklestirmek icin bir firsat olarak karsiniza cikacaktir. Bunun disinda toplumda aktif, katilimci ve uretken bir birey olmalisiniz. Bundan sonra zaten hersey kendiliginden olusacak, taslar yerine oturacak ve ne yapmaniz gerektigi net bir sekilde onunuzde duracaktir.

Son asama olarak da bu vizyonunuzu insanlarla nasil paylasacaksiniz? Onlara nasil ifade edebilirsiniz daha once hic hayal bile etmedikleri bir seyin onlar icin daha iyi olacagina? Onlarla ayni dili konusarak... Onlarin ihtiyaclarini biliyorsaniz, onlara karsi empati duymussaniz ve bu vizyonu onlar icin yarattiysaniz, o zaman kendinizi ifade etmeniz sandiginizdan daha kolay olacaktir.

Simdi tum bu anlattiklarimdan sonra Ataturk'un hayatini dusunun; yikilmak uzere olan hasta bir devlet, tum kuvvetli yabanci ordular harita uzerinde coktan bolmus topraklarimizi, isgalcilerle isbirligi icinde olan bir padisah, 1.Dunya savasindan yeni cikmis yorgun ve yoksul bir millet... Ve Ataturk diyor ki "Bu milleti tum isgalcilerden kurtaricaz ve bagimsizligimizi ilan edicez" Bu kosullar altinda boyle bir aciklama cogu kisiye utopik gelmistir ama Ataturk'un sadece hayalleri degil, bir plani, bir vizyonu vardi. Yillarca cephede savasirken kendi halkini ve mevcut medeni devletleri gozlemlemisti, devamli olarak orduda ve toplumda aktif bir rol almisti ve butun gelismeleri kendi vizyonu icin takip ediyordu. Padisah onu isgalcilerin istegiyle Samsun'a gonderdiginde o bunu bir surgun olarak dusunmedi, o bunu turk halkina vizyonunu anlatmak icin bir firsat olarak gordu ve sonra butun kongrelerde bu vizyonunu onlarin dilini konusarak anlatti, sadece hayalini degil bunu nasil basaracaklarini neler yapmalari gerektigini, kafasindaki plani anlatti... Bundan sonrasi kolay miydi? Hayir hic degil ama ona inanan ve ayni vizyonu paylasan milyonlar ile hareket ediyordu artik. Sonunda zafer kazanildiginda Ataturk sadece bir asker olsaydi, bu vizyonu sadece ulkenin basina gecmis olmak icin yaratmis olsaydi sonrasinda bunca devrimi gerceklestirir miydi? Ataturk icin ozgurlugun kazanilmasi vizyonu icin gerekli olan ilk bolumdu sadece, bundan sonra asil turk halkinin hayal edemedigi hayati onlara gostericekti ve omru yettigi kadariyla da bir cok seyi gosterdi. Cumhuriyet donemindeki fotograflara bakin, sadece Ataturk'un fotograflarindaki kendine guveni ve isiltiyi gozlemlemeyin, Ataturk'un cevresindeki insanlarin gozlerine bakin. Bazen fotograflar kelimelerden fazla sey ifade eder, neredeyse hepsinin gozlerinde bu vizyonu yakalayabilirsiniz, Ataturk'un dusuncelerini o donem belki hicbiri tam olarak anlayamasa bile ilerlemenin verdigi o isiltiya sahipti herkes. Peki simdi Ataturk'un olumunden sonra aradan gecen altmis sekiz yil sonunda ne oldu? Ben bugun ki siyasetcilere baktigimda hic biri bana o vizyonu vermiyor, cogu onu bunu kirmadan nasil oy toplarim, nasil iktidar olurum derdinde. Ulkemiz oyle bir halde ki gunu kurtaralim, bugunku dunya duzeninde ezilmeyelim yeter mantalitesi mevcut. Ne oldu ulkemizin vizyonuna? Ne oldu gozlerdeki o kivilcima? Altmis sekiz yil boyle buyuk bir vizyonun unutulmasi icin yeterli olmamaliydi, bu vizyon yuzyillar boyu nesilden nesile akmaliydi. Ben on kasimlarda Ataturk'un olumunu dusunmuyorum, kazandigimiz zaferleri, cumhuriyeti dusunmuyorum. Ben her on kasimda bu vizyonu dusunmek istiyorum cunku biliyorum ki bizi bir butun olarak ileriye goturecek sey bu vizyondu, beni tarih dersinde heyecanlandiran bu vizyondu. Bugun ulkemizin vizyonu budur diyememek beni uzen, Ataturk'un olumu degil.

Yeni dunyada vizyonunu kaybeden sadece devletler mi? Cogu sirkete bakin hepsinin "sozde" bir vizyonu vardir, hepsi sozde ulke cikarlari ve gelisime baglar vizyonunu. Hicbiri size samimi geliyor mu? Acikcasi bana gelmiyor, ben sirketlerin vizyonlarini okurken bile "ne zaman kaybi" diyorum kendime. Cengiz Catalkaya'nin Marketing Post adli guncesinde Sergio Zyman'in (Coca Cola'nin efsanevi pazarlama muduruymus) sozlerini okudum;
Yenilik diye bir şey çıkardınız, para kazanmayı unuttunuz! Şimdi ve hemen para kazanın! Yarın ya da yıllar sonra değil. Tam şimdi. Nakite dönüştürün fikirlerinizi ve büyüyün. Piyasayı ne kadar çabuk kaplarsanız (bknz. Coca Cola, P&G ) o kadar çabuk büyürsünüz.
Ozet gecmek gerekirse para, para, para diyor kendisi. Bir pazarlamacinin amaci dogal olarak bir urunu mumkun oldugunca iyi pazarlamak ve bundan para kazanmaktir bunda suphe yok ama bu yaklasimla bir insana yaklasirsaniz "para kazandigim surece nasil kazandigim, pazarlarken hangi etik degerleri cignedigim onemli degildir" diye dusunmez mi? Cogu Amerikan sirketi calisanlarin islerine yeterince bagli olmadiklarindan, sirketleri ile bir dusunemediklerinden, motivasyon dusuklugunden yakinir. Eger bir sirketin motivasyonu "para kazanmak" ise ozur dilerim bu benim icin yeterli degil, ozur dilerim benim hayallerim ve yaraticiligim bu kadar ucuz degil, ozur dilerim para benim kendimi bir butun hissetmeme ve bir amac ugruna calistigimi dusunmemi saglamiyor. Eger para tek basina mutluluk gostergesi olsaydi, gelismis ve belli refah duzeyine ulasmis ulkelerde bu kadar cok anti-depresan satilmazdi. Bir vizyon sahibi olmak ve bu yolda para kazanmakta hicbir yanlis yok, vizyonunuz "para kazanip tekel olmak" uzerine kurulu olmadigi surece.

Internet'te yeni baslayan Web 2.0 akimini dusunun, bu akim neden bu kadar heyecana ve canliliga yol acti? Insanlar tekrar internet uzerinde projeler kurup para kazanabildikleri icin mi? Para herkes icin onemli bir etken ama bence asil heyecani yaratan Web 2.0 nun, sosyal internetin altinda yatan mantaliteydi "Power to the people" (Gucu insanlara/halka verin) Surekli tarafli medya kuruluslari, sadece para pesinde kosan sirketler, kisitlayici ve kontrolcu mantalite... Tum bunlardan sikilmisti insanlar ve birileri bunu gozlemledi, baska birileri buna uygun altyapiyi hazirladi (sunucu tabanli programlama dilleri, stream edilebilen(akici?) medya) ve iste tum bu teknolojik gelismeleri gozlemleyen ve vizyon sahibi insanlar da gucu ve kisitlama yetkisini kullanicilara devreden sistemler insa ettiler. Amerika'da ve dunyada milyonlarca insanin kullandigi Craigslist'i ve ardinda yatan vizyonu okuyun. Bugun silikon vadisinde calisan yeni mezun bir muhendise sordugunuzda hemen hemen hepsi Web 2.0 mantigindaki bir firmada calismak ister cunku gelecegi burada gorurler. Google ve Microsoft arasinda secim yapmalari gerektiginde Google'u secerler, cunku bu insanlar bu vizyona inaniyorlar ve kendilerini bunun bir parcasi olarak gormek istiyorlar.

Bu konuda sanirim saatlerce konusabilirim ama baglamak gerekirse, calistiginiz sektor, yaptiginiz is ne olursa olsun bunda gelistirilebilecek yonleri dusunun, kendinizi adiyacak bir yon bulun, kendi alaninizda vizyon sahibi olan yenilikci insanlari arastirin. Vizyon sahibi olmak icin illa ki bir vizyonun lideri olmaniz gerekli degildir, ayni vizyonu paylasan diger insanlara katildiginizda da ayni mutlulugu ve doyumu hissedersiniz. Bu vizyonu ileri tasiyabilirsiniz, yeter ki icinizdeki isiltiyi kaybetmeyin, gun boyu sikintidan ne yapacagini bilemeyip sacma seylere prim veren bir birey olmayin. Bugun ki duzen hosunuza gitmiyorsa degistirebilirsiniz kosullar ne olursa olsun. Kendinizi degersiz ve umitsiz hissettirmelerine izin vermeyin. Her yil 10 kasimda vizyonunuzu ve bize bu vizyonu sunan insani hatirlayin.

17 Ekim 2006

Youtube'un hizli basarisinin sirri var (mi?)

Gecen gun derste ogretmen siniftaki ogrencilerden birine takiliyordu neden YouTube'u sen kurmadin diye, sonra arka sirada oturan hintli bir ogrenci elini kaldirdi, ben aslinda Yotube'da altmis kusur calisandan biriyim dedi. (dersin basindan beri yuzunde bir gulumseme, bir huzur vardi zaten kuskulanmistim cocuktan) Bu arada Youtube'u ilk kuran 3 kisiden biri Stanford'daki ogrenimine devam etmek icin Youtube'dan ayrilmis kurulmasindan bir sure sonra, burada "education pays" (egitim oder) diye bir soz var ama sanirim bu ornekte tam tersine egitimi icin ayrilan arkadas bu aralar kendini biraz kotu hissediyor olmali ama zaman ne gosterir bilinmez tabi.

Agustos 2005'de ilk video yukleme servislerini incelemisim, Youtube ve Vimeo. Muhtemelen duymusunuzdur gecenlerde Google YouTube'u $1.65 milyar dolara satin aldi. Youtube sitesinde 14 Eylul 2005'te kuruldugunu yaziyor (ben 27 agustos 2005'de haklarinda bir yazi yayinladigima gore demek ki sirket kurulmadan once websitelerini kurmus olmalilar) Herneyse $11 milyon dolarla kurduklari sirketi bir yil icinde kurulum degerinden 100 katindan daha fazla bir miktara satmalari buyuk bir basari olmali.

Peki ayni zamanda ortaya cikan Vimeo (kasim 2005) veya Dailymotion ve diger onlarca video paylasim sitesi neden ayni basariyi yakalayamadi? Oncelikle Google Youtube'u muthis teknik ozellikleri icin satin almadi, kendi Google Videos ile de Youtube'un yapabildigi herseyi yapabilirdi, YouTube'un satin alinma sebebi kullanici potansiyeli ve ulastigi insan sayisidir. Tipki sosyal baglanti sitesi Myspace'in satin alinmasi gibi, bence Myspace gercekten site yapisi olarak goze hitab etmeyen, kullanici deneyimi olarak zayif ve basarisiz bir site. Peki buna ragmen nasil bu kadar genis bir kitleye hitab ettiler? Ne Youtube ne de Myspace alanlarindaki ilkti, ilklerden biriydiler belki ama zamanlarinda onlardan dizayn ve fonksiyon olarak daha basarili siteler vardi. Peki neden kazanan onlar oldu? Cunku onlar teknoloji satmadilar, onlar kullanici pazarlarini sattilar.

Peki bu kullanici pazarini nasil elde ettiler, bu pazara nasil ulastilar? Nasil bir pazarlama izlediler? Cogu internet tabanli sirket yeni teknolojilere, daha detayli ozelliklere sahip olmaya calisirken onlar kullanici ile bag kurmaya calistilar. Kendilerine ihtirasli avukatlar tuttular hem de parasiz, kendi reklamlarini yaptirdilar ve kendi kulturlerini yarattilar ve inanin burada teknoloji sadece bir aracti, amac degil...

Zamaninin cogunu internet uzerinde geciren ve sikintidan patlamak uzere olan onbinlerce (13-24 yaslari arasinda) genc avukat var gunumuzde. Bu insanlar bulduklari her ilginc seyi internet uzerinden diger tanidiklarina gonderiyorlar. Eger bu insanlar sizin sitenizi begenirse sizin avukatliginizi yapicaklarina guvenebilirsiniz. Peki bu insanlarin profilleri ne? Neye gore begeniyorlar? Neleri takdir ediyorlar?

YouTube ornegi icin oncelikle bu insanlari kategorize edelim;

Ilk olarak dedikoducular olarak tanimladigim kesim var. Oncelikle bu insanlar uretken insanlar degildir, en cok video yukleyen profillere bakarsaniz bu insanlarin cesitli yerlerden bulduklari "hazir" videolari arkadaslari ile paylasmak icin yuklediklerini goruceksiniz. Cogu zaman kendi cektikleri bir video bile bulunmaz. Bir diger ozellik ise bu insanlar interneti sik kullanan ama teknik anlamda pek anlamayan kisilerdir. Bir bakima bu insanlar isyerinizde size surekli fikralar gonderen, e-posta forward eden insanlardir. (Bazilarimiz bu emailleri spam olarak da niteleyebilir) Iste Youtube bir bakima bu insanlara hitab ediyordu ve bu insanlar sayesinde bu kadar populerlesti. Siz o insanlardan biri olmasaniz bile eminim boyle bir insani taniyorsunuzdur cevrenizde. Bu insanlar web sitesinde kullanilan teknoloji ile ilgilenmezler, RSS nedir, RSS ile nasil takip edebilirim bilmez ve onemsemezler. Onlar icin dizaynin pek onemi yoktur; carpici, komik veya ilginc birseye hemen kolayca ulasabilmek yeterlidir. Eger genis bir kitleye hitab etmek ve reklaminizi yapmak istiyorsaniz oncelikle bu tur insanlari kazanmaniz gerekmektedir. Dedikoducular yasal olmayan (muzik klibi, film sahneleri vs) icerigi yukleyen kesimdir.

Ikinci olarak uretken/yaratici kesim yer alir. Bunlar video ureten insanlardir, uretmek zaman aldigi icin fazla videolari bulunmaz ama iclerinden cok kaliteli yapimlar cikabilir, Youtube'da anasayfada on plana cikartilan videolari yukleyenlere bakarsaniz kisisel videolarinin sayisi genelde 10dan azdir. Bu insanlar genellikle kendi sitelerinde yayinlamak istedikleri videolari Youtube'a yukleyerek kolayca gosterebilmek icin Youtube'u secmislerdir, onlari kazanmak istiyorsaniz dizayn (playerin dizayni) ve ozellikler onemlidir. Bu insanlar icin YouTube bir aractir.

Bir baska kesim ise sosyal kesimdir, bunlar pasif kullanicilardir, video yuklemeseler bile yuzlerce video izlerler, videolara yorum birakirlar ve bir bakima YouTube'u sosyal baglanti agi olarak kullanirlar, sadece cok ilgilerini ceken videolari arkadaslarina yollarlar. Bu kesim icin Youtube vakit gecirilecek ve sosyallesicek bir amactir. Groupie olarak adlandirilan fanlarda bu kesime dahil edilebilir. Bu insanlar icin dizayn orta derecede onemlidir, detayli ozellikler ise gene pek onemli degildir.

Son kesim ise sadece sizin adiniz belli olcude duyulduktan sonra, arsivinizde yeterli video bulunduktan sonra gelir, bunlar YouTube'u bir video arama motoru olarak kullanan insanlardir. Ihtiyaclari oldugunda, aradiklari spesifik bir video oldugunda sitenize girerler sadece, dizayn onemlidir, detaylar cok onemli degildir onlar icin. Aradiklari genelde yasal olmayan icerikdir. (muzik videolari vs)

Buradan goruldugu uzere butun bu kesimler aslinda birbirleriyle baglantilidir, eger dedikoducular belli icerigi yuklemediyse (yasal olmayan icerik) sadece video arama motoru olarak kullanan insanlar icin yararsiz bir site olucakti YouTube, eger uretken kesim kendi yaratici videolarini yuklemeseydi sosyal kesim icin yararsiz bir site olucakti gene. Sitede sadece yasal olmayan icerik bulunsaydi YouTube'un basi cok daha buyuk derde girecek "Napster tuzagi"na dusucekti.

Iste burada anlatmaya calistigim gibi bence basarilarinin sirri tum bu kesimler arasindaki bagi gorup bunlarin ortak ihtiyaclarina gore hareket etmeleri. Simdi ornek olarak Vimeo sitesine goz atin, bu kesimden kacina hitab ettigini ve neden ayni basariyi yakalayamadiklarini dusunun. Eger bugunku internet ortaminda en onemli gelir kaynaginiz reklamlarsa mumkun oldugunca genis bir kitleye hitab etmek amac olmalidir ve bu amaca gore sitenizi gozden gecirmelisiniz.