4 Aralık 2007

Pazarlamada test sürecinde "Toplumsal Çekingeler"

Geçen gün kız arkadaşımla Tophane'de oturuyorduk, garson elinde bir tepsi çayla yanımızdan geçerken bize "muzlu çay" vermek istedi. Beyaz renkli süt gibi çayı görünce pek alışık değil tabi insan, yadırgıyor. Bunun üzerine garson;
-Beğenmezsen parasını almıyorum
dedi ama gene de bizi ikna edemedi. Sonra düşündüm neden denemediğimizi... Kaybedecek birşeyimiz yoktu denemek için ama bir şekilde koca bardaktaki çayı sonuna kadar içip sonra da "beğenmedim parasını alma" demek pek hoş olmazdı bence.

Halbuki bunun yerine çok küçük likör bardakları tarzı bardaklara bu çaydan azar azar doldursa ve bunları test ettirse kesinlikle denerdim.

Bence beğenmezsen parasız, 15 gün içinde iade edebilirsiniz vs. tarzı yaklaşımların önünde çok büyük bir engel var. Ben buna "Deneme sürecinde toplumsal çekingeler" adını verdim.

Örneğin yukarıda ki örnekte tüm çayı içip beğenmedim demeye "utanırım", bir arabayı test sürüşüne çıkarırken aklımda hep "ya kaza yaparsam" fikri olacağı için buna "çekinirim", aldığım bir karpuz kelek çıkarsa "karpuzun kelek çıktı bana yenisini ver" demek bana biraz "çingenelik" gibi gelir. Oysa bunların hepsini yapmaya hakkım var ama her seferinde çekingelerim bu haklarımın önüne geçer.

Peki müşterinize yeni bir ürünü onu çekindirmeden denetmeye nasıl ikna edersiniz? Çekingesiz bir pazarlama taktiği nasıl olabilir?

Öncelikle bu söylediğim için pazarlamacılar bana kızabilir ama bazı istisnalar dışında tüketiciler alışveriş sırasında çoğu zaman pazarlamacılardan çok daha dürüst ve düşüncelidir. Ben adamın çayını içerken ya beğenmezsem diye utanıp sıkılırım, ben bir arabayı test sürüşüne çıkarırken ya kaza yaparsam diye ekstra dikkatli kullanırım. Oysa pazarlamacını umurunda değildir, onun tek düşüncesi malını bir an önce satmaktır. Deneme sürecinde tüketici pazarlamacıyı zor durumda bırakmaktan elinden geldiğince kaçınırken, pazarlamacı tüketicinin hissettikleriyle ilgilenmez, malı satıp sıradaki müşteriye geçmek tek amacıdır.

İşte değişmesi gereken pazarlamacının bu süreci yönetimidir. Bu süreçte pazarlamacı tüketiciye;
"bak eğer memnun kalmazsan bile, işler düşündüğümüz gibi gitmezse bile beni zor durumda bırakmayacaksın, merak etme!"
hissini verebilmelidir.

Mesela bu yeni muzlu çayı verirken küçük test miktarlarında vererek, "bak önce az bir dene beğenmezsen zaten benim kayıbım çok ufak olacağı için dert etmezzsin" mesajını vermeli. Arabayı test sürüşüne çıkartırken "bütün test araçlarımız sigortalanmıştır, olası bir kaza durumunda yalnızca çarptığınız yerdeki hasar size aittir, araba üzerindeki hasarlar size ait olmayacaktır merak etmeyin rahat rahat kullanın" diyebilmeli. Pazarlamacı süreci rahatlaştırabilmeli.

Süreç demişken marketlerde çoğu zaman sucukların test porsiyonlarını size uzatan görevliler görmüşünüzdür. Sucuğu tezgahta kızartıp size küçük bir porsiyon olarak test ettirirler. Buraya kadar herşey hoş güzel de siz hiç tek başına sucuk yediniz mi? Sucukla birlikte en çok ne yenir? Ekmek. Eğer çok küçük dilimler halinde ekmekler kesilse, bu sucuk iki dilim ekmeğin arasında aperatif gibi bir kürdanla sıkıştırılıp sunulsa tadı daha kalıcı olmaz mı? Tabi opsiyon olarak sadece sucuk da sunulabilir ama ek olarak konacak ekmeğin maliyeti ne kadar olabilir ki...

Bunları genelleştirirsek,
  • Yiyecek-içecek gibi ürünlerde küçük test porsiyonları kullanılmalı ve yalnızca ürünü değil o ürünü daha güzel kılabilecek opsiyonlarla birlikte sunulmalı
  • Yüksek fiyatlı ve lüks ürünlerin deneme süreçlerinde test ürünlerini sigortalamalı ve bunu müşteriye açıkca belirtmeli
  • Mümkünse test ürünlerinden bolca bulundurmalı böylelikle müşteri sizin test ürününüzü beğenmese ya da zarar verse bile yedekte daha birçok ürün olduğunun güveni ile test edecektir.
  • 15 gün içerisinde beğenmediğiniz ürünü iade edebilirsiniz demek yerine "Sizin için bu ürünün bir kopyasını iki haftalığına ayırtıyorum, bir sorun çıkması halinde kopyasıyla değiştirebilirsiniz" ya da benzer bir yaklaşım kullanılabilir. Böylelikle tüketiciyi ürperten "iade etmek" anlayışı yerine "sizin için ayrılmış kopyasıyla değiştirmek" kavramı kullanılır.
  • İade eden tüketici suçlu değil iade edilen ürün suçludur. İade ve test sürecinde satış elemanları bu yaklaşımı benimsemeli ve iade sürecinde tüketiciyi "sorguya çeker" gibi değil de "tüketiciyi dinleyen" biri gibi, tüketiciyi rahatlatacak cümleler kurmalı ve elinden geldiğince tüketiciden ürün hakkında geri besleme alıp bunları kaydetmelidir.
  • Son olarak satış sırasında size bu ürünü satıyoruz mantığı yerine "bu ürünü iki haftalık test edin lütfen" yaklaşımı da etkili olabilir.

27 Kasım 2007

Mezunlar derneği sosyal ağı

Bugün e-postama gelen bir ileti sayesinde San Jose'de ki üniversitemin mezunlar kulubünün de artık kendi sosyal ağını kurduğunu öğrendim. Adına SJSU inCircle demişler.

Yaşanan sosyal ağ patlamasında neden okulların da kendi mezunları için sosyal ağı olmasın ki? Aslında gayet mantıklı. Bu ağa tahmin edebileceğiniz gibi sadece okulun kendi mezunları katılabiliyor. Facebook'tan üniversite arkadaşlarımı buldum demek yerine her okulun kendine ait bir sosyal ağı olması çok daha mantıklı geldi bana. Tabi bizim okulun böyle bir sosyal ağ fikrini ilk entegre edenlerden olmasının sebebi sanırım silikon vadisinde yer alması ama zamanla neden tüm üniversiteler için de bir standart olmasın ki...

Aslında her üniversitenin mevcut öğrencileri için de bir sosyal ağı olmalı, şimdi diyeceksiniz ki her okulun buna ayıracak bütçesi yok ama eğer bir okulun bünyesinde bilgisayar mühendisliği varsa bu sınıflarda ki öğrencilere bitirme tezi veya proje olarak verirsin programlamasını, bunun üzerinden not verirsin bedavaya sosyal ağın olur, çok zor değil gerçekten. Bu sosyal ağda her ders bir grup olur, ders notları, ödevler vs buraya yüklenebilir. Bence her okul için gerçekten faydalı olabilecek bir uygulama.
Ha geriye bir sorun kalıyor, bu kadar sosyal ağ bolluğu arasında biz hangi birini güncellemekle uğraşalım diyebilirsiniz. Benim uzun süreden beri söylediğim, merkezi bilgi dağıtım mantığı aslında tam da bu sorunu çözüyor. Siz paylaşmak istediğiniz tüm bilgilerinizi tek bir yere yüklersiniz (blog benzeri), tüm sosyal ağlarla da bu bloğu ilişkilendirirsiniz ve her bir sosyal ağ buradan bilgileri çekip kendi kendilerini güncellerler. API, RSS ve OpenSocial kavramları aslında tam da bu yöne doğru hareket eden kavramlar. Umarım yakın zamanda merkezi bilgi dağıtım mantığı kabul görür internette.

26 Kasım 2007

Yeni dizayn

Günlüğümün dizaynını sonunda değiştirdim, uzun zamandır aklımdaydı oturdum 3 günde yeni dizaynı tamamladım. Tamamiyle sıfırdan yarattım sayılır. Her ne kadar eski dizaynını da sevsem de sayfa oldukça geç yükleniyordu ve bana biraz çocuksu geliyordu dizaynı. Daha ciddi ama sade, gözü yormayan, kullanışlı ve içerik olarak hiçbirşey eksiltmeden yeni bir dizayn üzerinde çalışmaya başladım.
  • Yan menüyü sola aldım
  • Whitespace yani beyaz alan kullanımına ve okunabilirliğe önem verdim
  • Sayfanın farklı çözünürlüklerde dinamik olarak aynı görntülenebilmesine odaklandım
  • Sayfanın hızlı açılması için gereksiz tüm kodları kaldırdım
  • Üst kısımda gizli saklanan bir MacOS tarzı şeffaf bir menü yaptım, buradan fotoğraflarım, çizimlerim, videolarım, müziklerim ve bağlantılar kısmına erişebilirsiniz. Menüyü aktive etmek için fareyi sayfanın en üstüne getirmeniz yeterli.
  • Üstte ki menü de bir lightbox script klonu olan LightWindow v2'yi kullandım (görsel şölen)
  • Aç kapa artema (başlığa basıldığında açılıp kapanan yan menüler) kullandım
  • Sayfada ki tüm reklamlar isteğe bağlı gizlenebiliyor (+/- butonları veya başlığa tıklayarak)
  • Fotoğraf ve çizim gösterimleri için flickr slideshow, video gösterimi için dailymotion videoroll, müzik gösterimi için last.fm + deezer, bağlantılar için ise bloglines blogroll eklentilerini kullandım.
  • Yazılarda tarih gösterimini daha şık, görsel hale getirdim
Aklıma gelenler bunlar, sayfamda ki eklentilerin herbiri kod değiştirmeden (flickr'a fotoğraf ekleyerek, dailymotion'a video ekleyerek, last fm için sadece müzik dinleyerek, bağlantılar kısmı için ise sadece bloglines rss readera kaydederek) güncelleniyor, bu benim için çok önemliydi.

Buraya tıklayarak da sayfamın eski temasını görebilirsiniz.

20 Kasım 2007

Garanti (Spamci) Arkadaş

Genelde Amerikan filmlerinde izleriz, para kazanmak için her yol mübahtır zihniyetindeki firmalar ve çevirdikleri işleri. Bu filmler genelde suçluların yakalanıp cezalanmasıyla mutlu biter ama gerçek hayatta pek de öyle değildir işler. Bu kurumsallaşmayla birlikte gelen "para kazanmak için her yol mübahtır" virüsü belki Amerika'dan sonra Türkiye'ye de sıçradı, belki de çok önceden beri vardı ama ben internet üzerinde yeni yeni şahit olmaya başlamışımdır.

Uzun zamandır www.garantiarkadaş.com sitesinden spam e-postalar alıyorum, spam e-posta ne derseniz en basitinden "istenmeyen elektronik postalar" diyebiliriz. Vikipedi'de türkçe olarak "Yığın ileti" adıyla bahsediliyor, buradan daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

Benim gibi yüzbinlerce kişiye bu spam postaları gönderiyor Garanti Arkadaş sitesi, Google üzerinde yapacağınız basit bir arama ile Garanti Arkadaş sitesinden rahatsızlık duyanların yazılarını görmek mümkün. Bir kaç örnek: (1), (2), (3), (4), (5)

Garanti arkadaş sitesi yalnızca spam posta atmakla kalmıyor, bir bakıma insanları yanıltarak dolandırıcılık da yapıyor aslında (tebrikler 500 sms kazandınız kampanyası misali) Bunun dışında Msn hesapları hacklenen/ele geçirilen arkadaşlarımın hacklenen e-postalarından Garanti arkadaş spam e-postası gönderiliyor sürekli. Msn şifresi kıranlar bu e-posta adreslerini Garanti Arkadaş sitesine satıyor olabilirler.

İnternette bir proje yaptığınız zaman bunu duyurmak, pazarlamasını yapmak önemlidir evet ama bunun için insanların gizliliklerini hiçe saymak, kaba kuvvetle yüzbinlerce spam eposta atmak tam olarak "para kazanmak için her yol mübahtır" mantığında bir harekettir. Yaptığın iş düzgünse o zaten kendini satacaktır. Spam eposta atmak Amerika ve çoğu gelişmiş ülkede suç olarak kabul edilmektedir, Amerika'da spam mesaj gönderen bir kişi 9 yıl hapse mahkum edildi, İtalya'da ise spam eposta göndermenin 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası var. Türkiye'de spam/istenmeyen/yığın postalar hakkında bir kanun var mı bilmiyorum ama spam postalar yüzünden Türk Telekom şebekesi gereksiz yere meşgul ediliyor ve çok yüksek maddi zarar görüyordur dünyadaki tüm diğer Telekom servisleri gibi.

Genelde spam postalar gönderen şirketler fiziksel olarak pek kendilerini göstermezler ama Türkiye'de gayet rahatlar sanırım, google aramasında hemen şirket için çektikleri tanıtım videoları çıkıyor. Garanti Arkadaş sitesinin mimarları tanıtım için Tuğba Özay'la anlaşmışlar, böyle bir sitenin tanıtımını da bir mankenin yapmış olması nedense beni hiç şaşırtmadı. Garanti Spamci sitemizin tanıtımını Tuğba'dan dinleyelim o halde;

12 Kasım 2007

Hazırlanmak

Aralık ayında askerliğe gideceğim kesinleşti, UNIDO-ICHET'te ki işimden cuma günü ayrıldım. Cumartesi günü sigarayı bırakma kararı aldım ve 3 gündür hiç içmedim. Sigarayı askere kadar olan bu 1 ay içinde bırakmam şart çünkü askerdeyken hiç bırakamayacağımı biliyorum.

Tam 1 ay kaldı, bu süre içinde olabildiğince önümdeki sürece hazırlanmaya çalışıyorum. Her gün biraz şnavf-mekik çekip yürüyüşler yapmak hedefim ama bir taraftan da özleyeceğim tüm yemekleri de depolamak istiyorum. Bu ikisi birbiri ile çakışıyor ama bir formül bulmaya çalışacağım. Uyku düzenimi de ayarlamam gerek, askerlikte sanırım sabah 5-6 gibi uyanmak zorunda olacağım. Bunun dışında işte klasik askerik alışverişi olur, vitamin falan alırım gidene dek. Orada yanıma vitamin almama izin verirler mi onu da bilmiyorum.

(fotoğraf: nizamiye.com)

Bir yandan kalan 1 ay içine bir sürü şeyi sıkıştırmak istiyor insan, bir yandan da yan gel yat keyfine bak askerlikte en çok özleyeceğin şey bu olacak diyorum. Haberlerde duydum, yeni askerlik kanununa göre seferberlik anında 60 yaşına dek askerliğe geri çağırabiliceklermiş bu yeni düzenlenen askeri kanun değişikliği ile... Babam daha 60'ına basmadı, dedim eğer seferberlik çıkarsa baba-oğul birlikte askere gideriz artık :)

7 Kasım 2007

Blog Konferansı 07

Dün Microsoft ana sponsorluğunda Yıldız Teknik Üniversite'sinde dün gerçekleşen blog konferansına Türk Blog Yazarları Platformu'nu tanıtmak amacıyla katıldım. Konferansta açılış konuşmasını Microsoft Türkiye Genel Müdürü Çağlayan Arıkan yaptı, kendisinin de bir bloğu varmış.

Toplantı gerçekten çok güzel geçti ve toplantıyı anlatan uzun bir yazı yazacaktım ama blog gazetesinden toplantıya izleyici olarak katılan Süleyman Sönmez'in bloğunda ki geniş toplantı özetini görünce, ben yazsam bu kadar kapsamlı yazamam dedim. Bu yüzden eğer toplantıyı merak ediyorsanız sizi böyle alalım. Ben de yakında kendi yaptığım sunumun videosunu yükleyip buradan sizlerle paylaşabilirim.

Konferansla ilgili duyduğum tek eleştiri çoğu kişinin konferansın hafta içi ve erken saatte olmasından dolayı katılamamasıydı, bence de biraz haklı bir eleştiri. Gene de sırf bu konferans için Ankara'dan gelen izleyiciler vardı. Umarım bu konferansın tekrarları olur ve daha geniş bir katılım gerçekleşir.

Son olarak bu konferansın ana sponsorunun Microsoft olması konusuna değinmek istiyorum, Microsoft gibi bir şirketin böyle bir organizasyon organize etmesi ve desteklemesinin ardında yatan nedenleri düşündüğümüzde aklıma gelenler şunlar;
  • Bilgisayar/Yazılım sektörlerinde çalışan çoğu profesyonelin bir bloğu var, bloglar temalı bir konferans tüm bu kitleyi aynı çatı altında toplayıp onlarla iletişime geçmek demektir.
  • İnternet üzerinde ki içerik Web 2.0 sonrası artık çoğunlukla kullanıcılar tarafından, bloglarda yaratılıyor. Sanırım Microsoft'da bunun farkında ve arama motoru yönünden bakarsanız bu içeriğin oluşturulduğu platformları kontrol etmek içeriğin anında arama motoru tarafından indekslenmesi demektir.
  • Microsoft'un kendi ürün ve hizmetlerini tanıtması için çok büyük bir fırsat, örnek olarak Süleyman Sönmez bloğunda yazdığı tanıtım yazısında hemen Çağlayan Arıkan'ın sunumunda bahsettiği Microsoft servislerinden bahsetmiş ve bağlantı vermiş. Kısaca konferansa katılan eğer 100-150 kişi varsa bu kişilerin bloglarını da takip eden 1000lerce kişi var, bu da çok geniş kitlelere ulaşma imkanı sağlıyor.
Microsoft'un burada yaptığı çok akıllıca bir hareket olmuş ve umarım diğer bilişim firmaları da bunu kendilerine örnek alırlar.

1 Kasım 2007

Güç dengeleri ve para kazanmacılık

Bu dünya düzeni hakkında beni en çok rahatsız eden şey dünyanın kurallarla değil de güç dengeleri tarafından yönetilmesi sanırım. En güçlü olan kuralları beğenmediği zaman hemen değiştirip kılıfına da uydurabiliyor (hatta kimi zaman uydurmuyor bile) Bir yandan da kuralların güncelliğini koruması gerek, kurallar değiştiğinde bunu acaba kendini daha da güçlendirmek için mi yaptı yoksa gerçekten zamana yetişmek için mi güncelledi bunları anlamaya kafa yoruyor insan. Kafa yorunca da pek birşey değiştiği yok ya, beyin jimnastiği işte.

Güç dengeleri de en çok politikada belli oluyor, politika yapanları izleyince nedense aklıma hep küçük çocukken ablamla olan didişmelerimiz geliyor. Hani küçükken bir taraf diğerine üstünlük kurmaya kalkar ama bunu o kadar çok belli eder ki komik olur artık, onları izleyen ebeveynleri güler. Politikada ki ilişkiler de böyle görünüyor bana, TV'den birbirlerine soktukları lafları, tehditleri falan izlerken bir ebeveynin haşarı ve şımarık çocuklarının hareketlerini izliyor hissine kapılıyorum.

Güç dengelerinin beni rahatsız etmesinin asıl sebebi farklı aslında. İstedikleri kadar birbirlerini yesinler beni ilgilendirmez, güç sahibi olmak gibi bir uğraşım da yok ama asıl sorun insanların güç sahibi olmak için gelişimi baltalamaları. Bilimsel doğrular ile güç dengeleri çoğu zaman paralel gitmiyor. Güç kazanmak isteyen hızlı para ve güç kazanma derdinde, bilimle uğraşanlar doğruyu bulma, birşeyler öğrenme, gelişim derdinde. Nadiren yollar kesişiyor yani. Güç sahibi olanlar zaten gelişimi, değişimi pek sevmezler. Adam kurulu düzenini kurmuştur, birşeylerin değişmesi onun zararına olur çünkü bir çok bilinmezlik getirir, yeni girişimler gerektirir, bu da muhtemel bir güç kaybına sebep olabilir. Bu sebeple politik arenada değişiklikler kolay kolay olmaz, değişik/yeni yüzler pek çıkmaz.

İş dünyası ise yeniliklere daha açıktır ama onlar da bunu daha fazla güç kazanmak için fırsat olarak gördüklerinden. Amaç gelişim değil yeni pazarı en önce kapmaktır yine. Yeni pazarı kapınca da elinden geldiğince tekel olmaya çalışılır gücü ve lobisi yettiğince.

Artık meslek ayrımı ortadan kalkıyor sanırım, tek bir meslekte birleşiyor hepsi, "para kazanma mesleği". Böyle bir meslek var ve dünyada ki en büyük meslek grubu şu anda.
- Ne iş yaparsın, mesleğin nedir?
- Mesleğim para kazanmak
- Peki kazandığın paralarla ne yaparsın?
- Daha çok para kazanmak için kullanırım, para parayı çeker
- Peki ya gelişim?
- Para kazandırdığı sürece desteklerim
- Peki ya ideallerin, daha iyi bir gelecek beklentisi?
- İdealim daha çok para kazanmak, daha fazla güç. Bu bana iyi bir gelecek verir.
Mesleğini en iyi yapan daha çok para kazanmıyor artık, mesleği para kazanmacılık olan daha çok para kazanıyor, meslek olarak ne okuduğunuzun, ne yaptığınızın pek önemi kalmıyor.

Sanırım en kuralsız meslek de bu "para kazanmacılık". Her yol mübah. Gelişim mi? Para kazandırdığı sürece gelişim, gerisi hikaye... Geleceğin popüler meslekleri gibi salak saçma haberler yapar ya bazen gazeteler, günümüzün ve geleceğin en popüler mesleğini ben açıklıyorum; para kazanmacılık. Üniversitelerde böyle bir bölüm açılsa talep patlması olur bence ama devlet üniversitelerimiz devlet kurumu olduklarından utanıyorlar sanırım ama özel üniversitelerimizden böyle bir atak bekliyorum ben. Onlar için hayrına tanıtım broşürlerinde kullanabilecekleri bir metin bile hazırladım, istedikleri gibi değiştirip kullanabilirler.
ÖSS'de en yüksek puanı alıp para kazanmacılık bölümünü bitiren öğrencilerimiz öğrenim süresince üniversitemize akıttıkları onbin dolarları öğretimleri sonunda ona katladılar, hayatlarını garanti altına aldılar. Siz de elit üniversitemizde yerinizi alın, para kazanmanın inceliklerini öğrenin, paranın efendisi olun.