13 Ağustos 2005

Güneyde doğup kuzeyli hissetmek

Yıllardır bunun farkındayım, farklılığımın. Genelde soğuk kanlı biri olarak tanımlar beni arkadaşlarım ve bazen duygusuz ve hatta android. Çoğu zaman hiç arayıp sormadığımdan yakınırlar ki bazen haklılar. Kendi kendime bir dağ başında kimseyi görmeden aylarca yaşayabilirim ve gene de yaşamdan zevk alabilirim ama aynı durumda duvarları tırmalayacak bir çok arkadaşım var. Bu güneyli olarak doğup kuzeyli hissetmektir. Bu tam bir arada kalmışlıktır. Güneyde doğduğunuzda herkes sizden onlarınkine benzer davranışlar ve duygular beklerken sizin bunları anlayamamanız, işte arada kalmışlık budur.

Çoğu zaman benden göstermem beklenen tepkileri göstermem ve hatta çoğu zaman tepkisiz kalabilirim, taksiye bindiğimde taksiciyle muhabbet etme ihtiyacı hissetmem yol ne kadar uzun olursa olsun, çoğu zaman ne kadar derin hissetsem de bunu pek dışarı vurmam. Bazen basit duyguları insanların abarttığını düşünürüm, neden bu kadar karmaşık olmalı insan ilişkileri anlayamam. Gösterişten ve olmadığı biri gibi görünmekten nefret ederim. Zevksizlikten her türlü savurganlıktan nefret ederim. Beğenmediğim veya ihtiyacım olmayan bir şeyi sırf almış için almaktan nefret ederim, birşeye karar kılarken çok seçici ve araştırmacı davranırım. Dedikodudan nefret ederim, yan gelip yatan ve herşeyin kolayına kaçan insanlardan haz duymam. Eğlenmeyi pek bilmem, geceleri gezmeyi severim ama eğlence yerlerinden birine girdiğimde sıkıntıdan patlarım, kendimi oraya ait hissedemem ama evde yalnızken müzik dinlerken dans ederim, kendimi inanılmaz enerjik hissederim ve zevk alırım. Sıcaktan aslında zevk almam, soğuk bir teni yapış yapış terli bir tene her zaman tercih ederim. Yanmayı ve güneşlenmeyi sevmem, bronzlaşmanın sağlıksız olduğunu düşünürüm her koşulda (bakınız temmuz ayı bilim teknik, "sağlıklı bronzlaşma yoktur"). Açık tenli insanlardan hoşlanırım. Laubali insanlardan hoşlanmam, yavşak insanların bu kadar sükse yapmasına anlam veremem. İstanbul'da yaya geçidinde durduğum için önümden yaya geçerken arkadan korna çalan taksi şöförlerine anlam veremem. Çok zor sinirlenirim ya da çok zor dışa vururum, kavga etmem. Başkalarının hakkını yiyen insanlardan tiksinirim. Kendi ihtiyaçları gereği kuralları ve başkalarının haklarını çiğneyen insanlardan uzak dururum. Kokoşluktan nefret ederim, "moda akımı" kavramınından hoşlanmam. Sadece koca bulabilmek için üniversiteye giden kızlar bende acıma hissi yaratır.

ama...

Her ne kadar insanlara ihtiyaç duymadığımı hissetsemde geceleri boş sokaklar görmek bende eksiklik yaratır, yalnızca yeni yüzler görmek için istiklalde saatlerce yürüyebilirim. Yardımsever ve hemen dost bulabilen insanlara bir bakıma da sempati duyarım. Denizi ve yüzmeyi çok severim. Tanımadığım bir insanın bana yolda yürüken iyi günler demesi inanılmaz hoşuma gider. Üzerine giydikleriyle değil, davranışları ve düşündükleriyle aydın insanlarla birlikte olmak bana evimdeyim hissini yaşatır. Misafirperverlik çok hoşuma gider, çevremdeki arkadaşlarımı toplayıp onları olabildiğince iyi ağırlayabilmek beni de mutlu eder. Sömürülmeyen sıcakkanlılık beni eğlendirir.

İşte bunlar sarhoş bir kafayla sevdiklerim ve sevmediklerim. Ben nereye aitim?

10 Ağustos 2005

Behnan Shabbir

Lise yıllarında tanıştığım çok başarılı bir ilüstratör arkadaşım. Mimar Sinan'a yetenek sınavıyla birinci olarak girmişti, şimdi de amerika'nın önemli sanat okullarından Savannah College of Art'da burslu olarak okuyor kendisi. Portfolyo sitesine buradan ulaşabilirsiniz. Umarım bu sene ayrı kıyılarda okusakda ortada bir yerde kendisiyle buluşabilirim.

Erim ve Itır, onlarda askerlikten önceki son günlerini yaşıyorlar

Bu fotografta Onur biraz karanlık çıkmış ama askere gitmeden önce 7.5 Ytl'ye aldığı süper dandik saatini görebiliyoruz kolunda


Prens Ata hamakta dinlenirken

Gitaristimiz Baran'ın dün geceki son sözü "O kahve mutlaka içilecek Mert" oldu, ben de "giderayak içilir Baran'cım" dedim.

Hakan ve Aslı'nın askerlik öncesi son günleri