gözlem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gözlem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mart 2007

Tirnagim koptu kolumu kestiler

Bir gun elinizi yanlislikla kapiya sikistirdiginizi ve tirnaklarinizdan birinin koptugunu dusunun, cok sinirinizi bozan ve kotu gorunen bir durum degil mi? Siz de bir doktora gidiyorsunuz care olarak. Doktor tirnaginiza bakiyor ve size diyor ki;

"Uzgunum kolunuzu kesmek zorundayiz"

- Ama sadece tirnagim koptu
-Evet ama kabul edersiniz ki igrenc gorunuyor, en garanti yol butun kolu kesmek

Cok absurd degil mi? Iste bence butun Youtube sitesinin mahkeme karari ile Turkiye icinde kapatilmasi da bu kadar absurd bir sey.

Youtube'da veya baska bir yerde her zaman olacak bu tur provakatif videolar, ne yaparsak yapalim. Bugun Youtube'u kapat, yarin Google Video'yu, ertesi gun baska bir video sitesini... Sonu var mi bunun? Bizim bu tur provakatif videolarla bas etme yolumuz bu mu devlet olarak?

Ifade ozgurlugunun kisitlanmasi veya sansurlenmesiydi, suydu, buydu hic bunlara girmeyelim. En akilci sey olarak once surece bakalim isterseniz once;
  • Birisi veya bir kurum turklugu ve Ataturk'u asagiladigi icin Youtube'u mahkemeye veriyor.
Hata 1) YouTube'un kurumsal hicbir sucu yok bu video hakkinda, ben de simdi yunanlilari asagilayan bir video koyabilirim ve o video da aninda Youtube'da yayinlanir. Internette ki butun video sitelerinde bu boyledir. Asil mahkemeye davali olarak sunabileceginiz bu videoyu yukleyen (IP adresi tespiti yontemi ile) kisi olmalidir. (cunku Youtube'a uye olurken uyelik anlasmasinda yuklenen icerikten hicbir sekilde sorumlu tutulamayacagi ve her turlu irkci veya kucuk dusurucu videonun uyelik sartlarini ihlal ettigi acikca belirtilmistir, yani asil suclu Youtube'un uyelik anlasmasini ihlal edip bu videoyu yukleyen sahistir)
  • Daha sonra mahkemenin karsisina delil olarak Youtube'da bulunan video icerigi bir cd icerisinde sunuluyor.
Hata 2) Yetersiz delil veya mahkemeyi yonlendiren bir delil oncelikle. Siz davaci olarak bir websitesi sahibi kurumu gosteriyorsunuz ama sonra delilinizde sadece bu sistem icerisindeki videoyu secip cikartip bunu delil olarak mahkemeye sunuyorsunuz, yani eksik olarak sunuyorsunuz. (ornek vermek gerekirse ben bu sozkonusu videoyu kendi blogumda yayinlayip, bakin yunanlilar Ataturk hakkinda neler soylemis hadi protesto edelim diye yazsaydim ve birisi bu videoyu gunlugumde gorup Ataturk'u asagilamaktan bana dava acsa ve delil olarak sadece bu videoyu sunsa, altinda yazdigim yaziyi hic gostermeden, bu yeterli bir delil olur muydu?)
  • Bu delili izleyen hakim dogal olarak butun turklugu ve Ataturk'u asagiladigina karar veriyor.
Burada hic bir hata yok, cunku hakimin gorevi Turk Ceza Kanunu'nu uygulamaktir, bu video gercekten asagilayici bir nitelige sahiptir. Turklugu ve Ataturk'u asagilamak suc sayilmali midir? Dusunce ozgurlugunu kisitlar mi? Bunlar apayri bir tartismanin konusu, su anda sadece surece odaklanalim cunku butun bu ifade ozgurlugu tartismalarindan ote internet suclarinda yarginin isleyisinde bir hata var, asil sorun burada basliyor.
  • Iste en cok hatanin islendigi bolum, cezaya karar veriliyor ve deniyor ki bu sitenin ulke icinden butun yayini Telekom tarafindan engellensin...
Hata 3,4,5,...) Oncelikle sizce karari veren hakim Youtube'u hic kullanmis midir? Youtube nedir biliyor mu? Bence bilmiyor ve aslina bakarsaniz bilmesi de gerekmez, onun gorevi yargiyi saglamak, hic kimseden her konuda bilgi sahibi olmasini bekleyemezsiniz ama iste Youtube'un ne oldugunu bilmesi gereken bir kisi var... O da mahkemede gorev alan "bilir kisi". Oncelikle bu mahkemede bir bilir kisi var miydi acaba? Eger hakim bir bilirkisiye gerek duyulmadigina karar verdiyse o da hatali cunku apacik ortada ki kendisinin internet bilgisi yetersiz, bir bilir kisi raporu istemeliydi. Eger bir bilir kisi varsa cok afedersiniz ama bir halt bildigi yokmus...

Neden mi? Oncelikle bilir kisi delilin yetersiz oldugunu gorememis, bilir kisi dava acilan kurumun uyelik sozlesmesini incelememis, bilir kisi bu videoyu yukleyenin Youtube degil, Youtube'un kullanici sartlarini ihlal eden bir uye oldugunu cozememis. Bilir kisi illa ki bu videoyu engellemek istiyorsa sadece bu videonun baglantisinin engellenebilecegini de bilememis, bilir kisi demis ki "tirnak kopmus, kolu keselim". Ama iste bilir kisi kolu kesmeyi bile dogru duzgun becerememis cunku proxy ayarlarini degistirerek turkiye icinden hala Youtube'a ulasilabilecegini bile bilememis. Bu bilir kisi neyi bilmis?

Dedigim gibi hakim bir bilirkisi raporuna gerek gormeden bu karari verdiyse hatali, yok bilirkisi raporuna gore bu karari verdiyse de bilirkisinin "bilirligini" bir daha gozden gecirmek lazim. Turkiye'de internet konusunda kimler bilir kisilik yapiyor, bunun da bir arastirilmasi lazim.

Son olarak diyebilirsiniz ki Youtube'da Bush hakkinda asagilayici birsey yayinlandi mi hemen siliniyor, Turkiye hakkinda yayinlandi mi hicbir sey yapilmiyor, belki de sopa gostermemiz gerekliydi. Oncelikle YouTube bir amerikan sirketi ve dunyada simdiye dek tanidigim hicbir sirket bence yeterince demokratik degil, bunu kabul etmek gerekiyor. Peki nasil bir karar alinmaliydi mahkemede? Oncelikle YouTube'a bir ihbar gonderilmeliydi "bu videonun hemen gosterimden kalkmasi" yonunde daha sonra da "tekrar boyle bir video yuklenirse bunun gosterimini engellemek icin Youtube sitesinin nasil onlemler alacagi" bir dilekce ile sorulmaliydi mahkeme tarafindan. Bir de bu videoyu yukleyenin YouTube kullanici sozlesmesini ihlal ettigi ve Turk hukumeti gozunde suc isledigi belirtilir ve bu kisinin IP adresi istenirdi. Eger tekrar boyle bir video yuklenir ve YouTube sitesi bunu yayinlarsa iste o zaman ikinci bir ihbar gonderilmeli ve "sopayi o zaman gostermeliydik". Ikinci ihbarda "bakin bu konuda ki hassasiyetimiz konusunda sizi daha once uyardik ama sizin tarafinizdan bu konuda olumlu bir gelisme gorememekteyiz, son bir tekrari karsisinda Turkiye Hukumetinin YouTube sitesine erisimi engellemekten baska caresi kalmayacaktir" denilebilirdi. Bundan sonra eger gene ayni olay tekrar ederse erisim engellenir ve engelleme mesajinda "Youtube sitesi Turk devletinin hassasiyetini, USA devletinin hassasiyeti ile ayni oranda koruyamadigi ve Turklugu asagilayan irkci videolar icerdigi icin ikinci bir emre kadar erisimi engellenmistir" denilebilirdi.

Iste olay boyle intikal etmis olsaydi ben yurtdisinda yasayan bir turk olarak, "bakin Turkiye'de demokrasi yok, iste bu da kaniti" diyenler karsisinda ulkemi savunabilecektim.

Turkiye'de en yavas isleyen surec belki de yargidir ama bu davada sanirim gereginden fazla hizli islemis ve bir cok hata yapmis. Internet su anda dunyada ki en buyuk sektorlerden biridir ve Turkiye bu konuda yargisini, kanunlarini guncel tutmazsa cok buyuk bir hata islemis olur. Eger hukuk okuyorsaniz ve "su sisteme bak, ben bu sistemde nasil avukat/hakim olurum" diye dusunuyorsaniz siz de hatalisiniz cunku "bir eksikligin/yanlisligin oldugu her yerde, bunu duzeltebilecekler icin bir is firsati vardir".

6 Mart 2007

Yazmanin gelisime etkisi

Once ki yazimda da bahsettigim neden yaziyorum kismini daha derinlemesine incelemek istiyorum, cok basit bir ornekle aciklamaya calisacagim;

Aklinizda iki basamakli iki sayi dusunun, 23 ile 76 mesela. Bu iki sayiyi kafanizdan carpabilir misiniz? Belki biraz zaman harcayarak. Peki ya 3 basamakli iki sayiyi, 348 ile 739 mesela. Bu sanirim sizi bayaa zorlar degil mi? Ne yaparsiniz? Kagida yazip rahatca carparsiniz. Neden yazdiniz biliyor musunuz? Cunku beyninizin calisma prensibine gore "odaklanabilecegi" alan sinirlidir. Yazmadan carpmayi denerseniz once kafanizdan 348 ile 9u carpabilirsiniz, sonra bunu hatirlamak zorundasiniz, ustune 348 ile 3'u carpiyor bir basamak kaydirip onu da kafaniza yerlestiriyorsunuz son olarak da 348 ile 7 yi carpiyor ve bunu da 2 basamak kaydirip eger hala ilk iki sonucu hatirliyorsaniz bunlari topluyorsunuz... Beyninize o anda beyniniz icin cok onem ifade etmeyen 3 sayiyi hatirlatmak istiyor sonra da hicbir gorsel bilgi olmadan bunlarin basamaklarini kaydirip toplatmak istiyorsunuz. Beyniniz ne istiyor? Ayni anda tek bir ise odaklanmak... Iste butun mesele bu. Peki matematik icin yazmayi kabul ediyorsunuz da diger herhangi bir alandaki fikrinizi beyniniz islerken ki mantigini farkli mi saniyorsunuz? Felsefi dusuncelere dalmisken sizce beyniniz "aa bu felsefe bak o zaman isler degisir, yazmaya gerek yok" mu diyor? Cok sacma degil mi? O zaman neden hala yazmamakta direniyoruz millet olarak?

Mesela felsefe hakkinda bir konu dusunuyorsunuz ve kafanizda bir karara vardiniz bu konuda. Bunu not ettiginizi dusunun tum detaylari ile. Sonra baska bir gun akliniza baska bir konu geldi, bu konuda da kafa yordunuz ve bunu da yazdiniz. Sonra birden eski yazinizi okudunuz ve ikinci yazinizla birbirini destekler ozellikler yakaladiniz. Bu ne demek biliyor musunuz? Dusuncelerinizin tutarli olduguna bir kanit demek. Dusunceleri yazdiginizda havada duran asili bulutlardan tuglalara donusurler. Bir gun yeterli tuglaniz oldugunda ise hepsini toplayip, harmanlayip bir ev insaa edebilirsiniz iste cunku bu tuglalar arasindaki baglantiyi gormeniz, yakalamaniz kolaylasir.

Peki yazma gibi basit bir eylem neden/nasil bu kadar etkili olabiliyor? Cevabi cok basit, cunku bir dusunceyi yazdiginizda beyninize diyorsunuz ki tamam bunu yazdim, bu garanti altinda bir sonra ki dusunceye gecebilirsin. Bu komutu alan beyin ne yapiyor biliyor musunuz? Ustunde bir onceki bilgileri hatirlama yuku olmadigi icin cok daha hizli ve odaklanarak yeni bilgiyi isleyebiliyor. Ilk ornegimize donersek yazarak mi daha hizli 348 ile 739u carparsiniz yoksa kafanizdan carpmaya calistiginizda mi?

Bunun disinda baska nasil bir yarari olabilir yazmanin ogrenmeye sizce? Bazi ogrenciler sinavlara calisirken sadece konularin ozetlerini yazarak cok iyi ogrenebildiklerini soylerler sizce bunun sebebi ne? Ogrenci okudugunu tekrar yaziyor daha iyi ogreniyor, neden bir kere okuyunca o kadar iyi ogrenemiyor? Siz bir kagida bir sey yazdiginizda bunu sadece kagida yazdiginizi mi saniyorsunuz? Hayir, aslinda siz yazdiginiz bir yazinin kopyasini da beyninize yaziyorsunuz farketmeden. Nasil mi? Okudugunuz bir yaziyi aynen yazdiginizda ne oluyor biliyor musunuz? O yazdiginiz bilgiyi kisisellestiriyorsunuz... Cunku artik sizin o yazdiginiz yazi ile ilgili hafizanizda gorsel bir ani var, o yaziyla ilgili bir hatiraniz var beyninizde... Beyninizde o yaziyi hatirlamak icin fazladan bir suru sebep olusuyor ve yazdiginiz hersey gorsel olarak hafizanizda yer ediniyor.

Gorsel olarak bilginin yerlesmesinin ne onemi var diyebilirsiniz. Cok onemi var, cunku beynimizin gorsel hafiza icin apayri bir bolmesi var ve cogu zaman bu bolmeyi yeterince verimli kullanamiyoruz. Gorsel hafiza en verimli nasil isliyor biliyor musunuz? Yazili bir metinle birlestigi zaman... Bir ornek vereyim, onunuze bir yap-boz alin ve tum parcalarini dagitin, simdi zaman tutun ve parcalari birlestirip yap bozu tamamlamaya baslayin. Bitirdiginiz de zamani not edin. Daha sonra onunuze farkli bir yap-boz alin ayni parca sayisindan olusan, gene her parcayi dagitin ama bu sefer farkli olarak tum parcalarin uzerlerine farkli farkli seyler yazin (ne oldugu farketmez, birbirlerinden farkli olsun yeter, ister numaralandirin ister Ali, Ayse, Ahmet diye yazin), tekrar zaman tutarak yap-bozu tamamlamaya calisin. Bittiginde iki zamani karsilastirdiginizda sizce hangisi daha kisa surecek? Neden biliyor musunuz, cunku her yap-boz parcasinin uzerine bir yazi yazdiginiz icin beyniniz o parcayi ararken sadece seklini degil ustunde yazdiginiz yaziyi da tanimladi ve digerlerinin arasindan ayirt etmesini kolaylastirdi. Iste pazarlamacilarin da reklamlarda gorsel ile yazili metini bir arada kullanmalarinin en temel sebebi de bu zaten, cunku daha akilda kalici, daha etkili bir iletisim sunuyor.

Peki zaten yazdigimiz yazi karakterleri de bir bakima gorsel bir malzeme degil midir? Yazinin da tek basina zaten anlam yuklenmis buyuk bir gorsel anlami vardir beynimiz icin. Yani sadece yazi yazarken bile aslinda gorsel hafizamizi kullaniyoruz ama beynimiz yazilarin gorsel sekillerine yillardan beri cok alistigi icin bu yazdigimiz yazilari baska gorsel malzemelerle birlestirmenin daha da etkili olacagini dusunuyorum.

Bir de bazi insanlar ben uzun yazilari okumayi sevmiyorum, mesaji hemen ve cabucak vermeli der. Bu hizli mesaj verme kaygisi belki kisa zaman sureleri olan reklamlar icin kabul edilebilir ama ucuz bilgi, ucuz iletisim yoktur. Birseyler ogrenmek istiyorsaniz zaman harcamali, uzerinde dusunmelisiniz. Eger sadece kisa ve oz yazilari seviyorsaniz ogrenebileceklerinizin degeri de ne yazik ki sig olacaktir. Elbette ki yaziyi yazan kisi daha fazla kisiye ulasabilmek icin yazisini okunabilir ve dikkat ceken bir uslupla yazmalidir ama inanin bazi seyler kisa ve oz anlatilamaz, bazen uzun yazilari ilk okudugunuzda bile anlayamazsiniz, uzerinde dusunmeniz gerekir cogu zaman. Mesela ben bu yazimi kisa ve oz tutsaydim size sadece "yazan beyinler hem kendilerini hem de okuyanlari gelistirir" der altina da bir fotograf koyardim ama burada sundugum bir suru ornek olmadan sizin kafanizda ayni sekilde net olarak olusur muydu o zaman yazinin onemi ve bizi nasil gelistirdigi?

Bir kitap okuyun sonra bu kitabin bir ozetini bir kagida yazin. Ardindan baska bir kitap okuyun ve bunun ozetini hic cikarmayin. Aradan iki ay gectikten sonra sizce hangisi aklinizda daha cok kalicak? Bugunku bilgi akisinda kafamiza binlerce bilgi giriyor ve bunlarin cogunu zamanla unutuyoruz, halbuki iclerinde belki ileride isimize cok yarayacak binlerce bilgi var unutulan. Iste ogrendiklerimizi yazmak, hislerimizi yazmak bizim unutmamizi yavaslatir, unutsak bile geriye donup bakabilecegimiz bir kalinti birakir gerimizde. Yazi yazmak sadece arsivcilik degildir, yazi yazmak ogrendiklerimizi, fikirlerimizi taze tutan bir buzdolabidir.

Son olarak ulkemizde birisine yazinin onemini sorsaniz size verecegi cevap "yazdigimiz seyler daha kalici olur" der... Hah kalicilik bence yazinin yararlarindan sadece en kucugu. Yazi yazdigimiz zaman beynimizin dusunce yapisi degisir, beynimizde bir reform baslar, dusunce yapimiz tipki ronesans donemindeki gibi cag atlar. Kalicilik buz daginin bize gorunen kismidir aslinda sadece. Yazdigimiz zaman her seyden onemlisi uretmeye baslariz, hem kendimiz icin hem de cevremiz icin. Dunyanin en saygin bilim adamlarina, ronesans adamlarina bakin, hepsinin ortak yonu ne biliyor musunuz? Hepsi de yaziyordu... Sizce neden yaziyorlardi, sadece buluslarini cevreleri ile paylasmak icin mi? Yazmak buyuk zaman gerektiren bir is, bu kadar yazacaklarina zamanlarini neden yeni buluslar uzerinde harcamadilar? Belki de sadece paylasmak icin yazmiyorlardi ne dersiniz? Belki gelismek/kendini gelistirmek ile yazmak arasinda dogrusal bir oranti var ne dersiniz? Sizce ben bu yaziyi yazinca sadece sizi mi bilgilendirdim? Kendime, kafamdaki dusuncelerin yerlesmesine hic bir yardimi olmadi mi sizce bu yazinin?

Mesleginiz, ilgilendiginiz alanlar, yazdiginiz konular ne olursa olsun yazi sizi gelistirecektir, fikirlerinizin olgunlasmasini saglayacaktir. Isterseniz deftere yazin, isterseniz bilgisayarda bir dosyaya yazin, ya da geri besleme alip tum dunya ile paylasabileceginiz bir bloga yazin ama lutfen yazin. Eger tum bu verdigim orneklere karsi cikan bilimsel bir kanit gosteremiyorsaniz ve hala yazmiyorsaniz ileride sakin cevrenizde yazmaya zaman ayiranlara bakip neden benden basarili oldular diye hayiflanmayin. Hepimizde ayni zeka var ama usenmeden bunu kullanmak ve gelistirmek sabir ve zaman istiyor. Kafamdakileri yazicam da ne olucak, "her seyden once ne geregi var" diye dusunmek de sizin elinizde tabii...

5 Mart 2007

Herşeyden önce ne gereği var?

Sanırım Türkiye dünyada bir konuda birinci... Hayır, tabii ki bu futbola olan ilgi değil, inanması güç ama bu konuda bizden manyakları da var. (bknz. güney amerika) Türkiye'nin birinciliği çok daha farklı bir alanda, heves kırma ve 'negatif bakabilme' alanında!

Eğer türkseniz ve diğer türklere bir fikrinizi anlattıysanız mutlaka hayatınızda bir kere şu lafı duymuşunuzdur; "ya iyi güzel fikir, anladım ama ne gereği var ki?" Bir de karşınızda ki türk "ne gereği var döngüsü"ne girdi mi bundan sonra istediğiniz kadar fikrinizin getireceği faydaları anlatın, isterseniz ağzınızla kuş tutun fayda etmez... O fikir bir kere "ne gereği var" damgasını yemiştir artık ve tarihin "gereksiz fikirler" sayfasında yerini almalıdır.

"Belki fikrin şurası değişirse bişeyler olabilir, belki fikir sahibini yönlendirirsem... Yo yo yooo neler diyorum ben, bu fikir bir kere ne gereği var damgasını yedi hiçbir şekilde adam olmaz bu fikirden. Hem zaten iyi bir fikir olsaydı ben daha önceden bunu kendim düşünmüş olurdum, zaten en başından fikri sunan adamın tipe bak, kim ki o? Daha adı duyulmamış biri bana fikir anlatıyor yok yavrum yok senden bişey çıkmaz..."

İşte fikrinizi anlattığınız insanın kafasından geçenlere bir örnek... Abartıyor muyum sizce? O zaman Türkiye'de Turkcell'ın kuruluş örneğine bir bakalım. 80'li yılların sonunda genç türk girişimcilerden Murat Vargı'ya bir İsveç'li bir firma GSM işinden söz ediyor, Murat da hemen bu fikri ben Türkiye'ye getirmeliyim diyerek kolları sıvıyor. Bu işi başlatmak için gerekli olan tek şey sermayeydi ve Murat Vargı sermaye için önce Türkiye'nin en büyük şirketlerinden Koç'a gidiyor. Bakın o zamanlar cep telefonu Türkiye'de yok ama dünyanın diğer ülkelerinde kullanılan bir sistem, yani çalışacağı kesin bir sistem. Koç şirketinin verdiği cevap ne sizce? "Bu iş olmazzzz" Peki Koç şirketi bu iş olmaz derken Murat Vargı'ya güvenmedikleri icin mi olmaz diyor? Öyle olsaydı Koç hemen kendi araştırmasını yapıp kendi bir GSM şirketi kurardı ama hayır Türkiye'nin o zamanlar en profesyonel şirketlerinden, onlarca danışmanı olan Koç bu "fikir" için olmaz diyor... Onlara göre zaten herkesin ev telefonu var, herşeyden önce cep telefonuna ne gerek var ki? Murat Vargı bu sefer Sabancı grubuna gidiyor. Oradan gelen cevap ne sizce? Bildiniz "ne gereği var"... Yıllar sonra rahmetli Sakıp Sabancı durumu kendi üslubu ile şöyle özetliyor; "İçimiz yanıyor ağam... İçimiz". Neyse ki Murat Vargı yılmıyor ve fikrini Çukurova grubuna sunuyor ve fikrini sunduktan tam 6 yıl sonra nihayet "evet" cevabını alıyor ve 6 ay sonra Turkcell kuruluyor. 6 yıl sonra gelen "evet" bile Çukurova holdingin sahibi Mehmet Emin Karamehmet'e 17 milyar dolar kazandırıyor.

Bakın cep telefonu fikrinden bahsediyoruz, bahsettiğimiz öyle aykırı veya daha önce hiç denenmemiş bir fikir de değil. Bu fikre bile Türkiye'den bu kadar çok "ne gereği var" deniyorsa gerisini siz düşünün.

Bir fıkrayı da buraya ekleyeyim konu ile ilgili;
Cehenneme giden her millete birer kazan vermişler başına da kaçmamaları için birer bekçi dikmişler. Ancak Türkler'in olduğu kazanın başına bekçi vermemişler. Birileri merak etmiş ve "Türkler'in kazanının başında neden bekçi yok?" diye sormuş. Cehennem yetkilisi de, "Onlara bekçi gerekmez. Türkler birbirlerinin ayağına sarılıp kaçmak isteyeni zaten aşağıya çekerler" diye cevap vermiş.
Ne yapılabilir bu mantaliteyi değiştirmek için? "Ne gereği var"cılarla nasıl savaşabilirsiniz? Öncelikle yapabileceğiniz şey fikrinizi yeterince iyi anlatabiliyor musunuz bunu kendinize sorun, sonra "ne gereği var" cevabını aldıktan sonra karşınızdaki insanla empati kurmaya çalışın, onun değer verdiği şeyleri kafanızda canlandırın ve fikrinizin karşınızdaki insanın beklentileri yerinde nerede durduğunu düşünün. Mesela karşınızdaki insan ilk olarak paraya önem veriyorsa ve sizin fikriniz ilk başta çok para kazandırmayacak bir girişimse ileride fikriniz uygulamaya geçtiğinde nasıl para kazandirebileceği vizyonunu vermeye çalışın. Eğer bu da işe yaramıyorsa bu fikri geliştirmek için neler yapılabilir karşınızdaki insana fikirlerini sorun, onu da bu fikrin bir parçası yapmaya çalışın. Buna da mı yanaşmıyor, hiç zaman kaybetmeyin ve fikrinizi başka insanlarla paylaşın elbet sizin gibi vizyonu olan biriyle karşılaşacaksınızdır. En önemlisi asla yılmayın ve karamsarlığa kapılmayın, sizi kendi fikrinizden soğutmalarına, yıldırmalarına izin vermeyin.

Son olarak aynaya bakın, ben de acaba bu "ne gereği var" hatasına düştüm mü diye düşünün. Elbette siz de yapmışınızdır hayatınızda bir kere, ben yazıyı yazdıktan sonra bunu kaç kere yaptığımı düşündüm ve hayrete düştüm. Bundan sonra size fikrini açıklayan insanlara asla "kesin olmaz" demeyin, fikir size ne kadar saçma gelse bile karşınızdakini yönlendirmeye, yol göstermeye çalışın ve yeni fikirlere hep açık olun!

Bazı arkadaşlarım bana soruyor, Mert neden internette günlük tutuyorsun diye, işte bu tarz diyaloglardan biri ile yazıyı noktalamak istiyorum;

- Ah aklıma gelmişken Mert sen neden internette bu kadar açık olarak günlük tutuyorsun ki?
- Çünkü kendi gelişimimi takip edebiliyorum, bir süreç olarak gecmişe bakabilicem ileride ve insanlarla paylaşabiliyorum düşüncelerimi...
- Ya tamam anladım ama ne gereği var ki, yani niye buna bu kadar zaman harcıyorsun?
- Eee... işte dediğim gibi yani hem yazdıkça fikirler daha kalıcı oluyor ve üstlerine yeni fikirler inşaa edebiliyorum, sonra ileride bence çok güzel bir arşiv olucak ve çocuklarım olursa onların nasıl hissettiğini anlayabileceğim çünkü benzer hislerimi ben buraya yazmış olucam zamanında. Sonra yeni insanlarla en içten şekilde fikirlerimi paylaşabiliyorum, beni hiç görmemiş insanlar bile ben ve fikirlerim hakkında birşeyler biliyor. İleride belki bu insanlarla bir iş yapıcam ya da arkadaş olucam, birbirimizi çok yakından tanımış olucaz günlüklerimiz sayesinde. Sonra bilginin paylaşımı zaten bana bir zevk veriyor. Daha bir sürü de sebebi var yani...
- Evet anlıyorum işte hepsi çok güzel ama dediğim gibi yani, ne gereği var ki? Kız arkadaş bulmak için mi yazıyorsun?
- Eee istersen ben şimdi telefonu kapatayım, acilen kafamı klavyeye geçirmem gerekiyor. Hastaneden çıkınca gene ararım ben seni olur mu? Hadi hoşçakal.

Unutmayın herşeyden "sonra" ne gereği var :)

25 Şubat 2007

Kuresellesme ve gocebe kulturu

Turklerin gecmiste gocebe bir kultur oldugunu ve Orta Asya'dan Anadolu'ya yerlesene dek gocebe hayati benimsediklerini sanirim hepimiz tarih derslerinde okumusuzdur. Gocebe kulturun elbette ki esneklik ve hareketlilik gibi bir cok faydasi vardi fakat gocebelik kulturunun ayni zamanda turklerin o caglarda ki bilim (tabi o caglardaki bilim anlayisi olarak tarim araclarinin gelismisligi, ev yapim teknikleri gibi ornekler dusunebilirsiniz) ve sanat gibi alanlarda geri kalmisliga yol actigini soyleyebiliriz. Kimbilir belki de hala o zamanlardan baslayan acigi kapatmak icin ugrasiyoruz.

Peki bugun gunumuz modern Amerikan yasamindaki bir isadamini dusunelim, calistigi sirket icin kuresel dunya anlayisina gore ulkeden ulkeye seyahat ediyor, muhtemelen Amerika'da bir kac tane evi var ve genelde yilin belli kisimlarini belli bir evinde geciriyor, aile yapisi cekirdek aile yapisi, hatta bosanma oranlarina bakilirsa muhtemelen esinden bosanmis haftanin belli gunlerinde vakit bulabilirse cocuklarini ziyaret ediyor. Eger kendi anne ve babasi hayatta ise ve onlarla kus degilse ayda bir onlari belki ziyaret ediyordur. Bunun disinda ki tum zamani ise ucaklarda dunyanin bir yerindeki toplantilara katilmak icin harciyor. Genelde dunyanin cesitli yerlerindeki otellerde konakliyor, yerlesik bir hayati yok.

Peki at ustundeki gocebe turk ile ucak ustunde ki amerikali is adami arasinda ki fark ne? Aradaki tek fark gocebe turklerde aile kavraminin cok daha kuvvetli olmasi bence. Gelisime etkisi mi? Sanirim zaman gosterecek.

1 Şubat 2007

WOMM (AAP)

Bu seferde Zeynep Hanim tarafindan WOMM uzerine ebelenmisim (kimisi "mimlenmek" diyor ben eski usulu tercih ediyorum, blogger jargonuyla hic bilgisi olmayan okuyucularin bile bir benzerlik kurup anlamasini kolaylastirdigi icin) Hemen basliyorum;

1. WOMM sizce ne demek?

Sanirim ingilizce Word of Mouth Marketing'in kisaltmasi, agizdan agiza bir arkadasinizin veya tanidiginiz birinin size bir urunu ovmesi veya sadece bahsetmesi bile olabilir. AAP (agizdan agiza pazarlama) olarak kisalticam bundan sonra bahsederken. Bence AAP insanlik tarihinin ilk ve en etkili pazarlama aracidir ve hicbir modern pazarlama araci/metodu bunu degistirmeyi basaramamistir ve bu sebeple yukselen bir egimle agizdan agiza pazarlamayi profesyonellestirme egilimleri baslamistir gunumuz pazarlama sektorunde.

2. Bildiğiniz başarılı AAP örneklerini bize yazar mısınız?

Hizmet sektorundeki her tavsiye... Doktor tavsiyeleri mesela en basitinden, "bak ben su doktora gidiyorum sen de bir gorun" dedi mi size bir yakininiz tamam... Buyuk bir ihtimalle o doktor sizden para kazanicaktir artik. AAP ozellikle guven gerektiren hizmet sektorunde cok buyuk bir aractir. Profesyonel bir calisma olarak Myspace ve turevi arkadas siteleri, hic myspace reklami gordunuz mu TV'de veya gazetelerde?

3. Türkiye’den efsane haline gelmiş bir viral örnek gösterir misiniz?

Turkiye'yi uzun zamandir takip edemiyorumm ama bence Turkiye'de agizdan agiza pazarlama garip bir sekilde "ozgun" reklamlar sayesinde oluyor... Ilginc bir reklam gordugumuzde bunu hemen yakinlarimiza su reklami izledin mi seklinde soruyoruz ya da daha etkilisi o reklamda gecen bir repligi ya da sarkiyi gunluk yasantimizda diyaloglarimizda kullanmaya basliyoruz (ornek: reklam kokan hareketler bunlar / Opet reklami)

Sorular bu kadar ama ben yaptigim bir gozlemi daha eklemek istiyorum, agizdan agiza pazarlamanin bana gore en onemli yani kisisel ve guvenli olmasi. Neden kisisel cunku tanidigimiz biri, bizi taniyan biri bize oneriyor. Neden guvenli? Cunku bizden once baska biri denemis, paramizin bosa gitmesi daha dusuk bir ihtimal. Peki bu guveni neden sirketler/markalar veremiyor? Cunku onlar insan degil... Bu kadar basit, cunku onlarin onemsedigi karlari ben degilim, onlarin onemsedigi benim isimi gormem degil, onlarin para kazanmasi. Peki sirketler o zaman bu agizdan agiza pazarlamayi nasil kullanbilirler? Mantaliteyi degistirmeleri lazim, oncelikle markalastirma bir kisilik katmak acisindan cok onemli, daha sonra kendilerini bir arac olarak sunmalilar bir amactan ote. Mesela bir araba satiyorsaniz surus zevki uzerine yogunlasmali hem uretici hem de pazarlamaci, arabayi bir elmas gibi gosterip onu bir statu sembolu haline sokmak ise pazarin sadece kucuk bir bolumunu etkileyecektir. Son olarak markalastirmanin otesinde ne olabilir? Kisisel marka haline getirmek. Insanlar sirketinizin basindaki kisiyi tanidiklari zaman agizdan agiza pazarlama daha hizli gelisecektir. Apple sirketini dusunun, Steve Jobs ve Steve Jobs'un markasi Apple. Iste sirketler boyle vizyonu olan birini markalarinin lideri haline getirdiklerinde zaten o vizyonu benimseyen insanlar sirket hic bir sey yapmasa bile agizdan agiza pazarlamalarini yapacaklardir urunun.

9 Ocak 2007

Ustalik felsefesi

Herhangi biri size bir konuda usta oldugunu soyluyorsa ona ilk sunu sorun;

-Peki bir ciragin var mi?
-Yoo, ben o kadar ustayim ki herseyi tek basima halledebiliyorum

Hayir degilsin cunku gercek ustalarin ciragi olur, ustaligin temeli budur, usta ciragini yardimci olarak gormez, bilgiyi paylasmak ve yaymak icin bir aractir cirak, bilgiyi kisisel menfaatlerinden ustun gorursen usta olursun, cirak bilginin surekliligi icin bir aractir. Gercek usta bilgiyi paylasandir.

7 Ocak 2007

Pazarlamaci uyan artik bu urun senin!

Pazarlamaci ne yapar? Oncelikle onune bir urun sunulur, o da bu urunu elinden geldigince pazara nasil sunabilir, onu nasil temsil edebilir, onu nasil pazarlayabilir, nasil reklam kampanyalari yapar ve en onemlisi onu nasil satar buna odaklanir degil mi? Yakin zamana kadar boyleydi ama artik fark yaratmanin, bir adim oteye gitmenin, pazarladigimiz urunu sahiplenmenin vakti geldi... Pazarlamaci uyan artik pazarladigin urun senin!

Oncelikle degisen mantigi aciklayayim... On sene oncesine dek muhendislik okuyan biri kendi alaninda uzmanlasir ve bu is hayatinda yeterli olurdu ama artik boyle degil, bir bakima ronesans donemine donus basladi diyebiliriz, ne alaka mi? Michelangelo'yu dusunun, kendisi ronesans doneminin en bilindik ismidir, peki Michelangelo'nun meslegi neydi? Ressam, heykeltras, mimar, sair ve muhendis! Ve hepsinde de cigir acicak yenilikler sundu dunyaya. Peki bu kadar meslegin hepsinde birden nasil basarili oldu dersiniz? Cunku her meslekten yaptigi gozlemleri birbirleri ile iliskilendirebildi ve her birine farkli bir bakis acisi getirebildi. Artik gunumuzde de muhendis sadece kendi meslegi ile ilgilenirse inanin kendini o kadar sinirlamis ve geride kalmis olur ki... Sadece universitelerde son 10 yildir sunulan disiplinlerarasi programlari ve bunlara olan talebi gozlemleseniz bile bu degisimi gorebilirsiniz. Peki sirketler artik muhendislerden ne bekliyor? Muhendisten yeni bir urun tasarimi yaparken maliyet, uretim kolayligi, kullanilabilirlik gibi cesitli faktorleri de goze almasini istiyor. Bu demektir ki bir muhendisin artik finans bilmesi gerekli, uzmanligi ne olursa olsun bir muhendisin artik "endustri muhendisligi" konusunda da bilgisi olmasi gerekli (cunku fabrikada uretilecek bir dizaynin uretime uygun olmasi, uretilebilir olmasi gerekli) ve bir muhendisin kullanilabilirlik hakkinda bir fikri olmasi gereklidir vs... Butun bu alanlar hakkinda bilgisi olan bir muhendis bir bakima modern cagin kucuk capli Michelangelo'su olmuyor mu? Peki bu yeni anlayista pazarlamaci ne yapiyor? Hala onune sunulan urunu pazarliyor sadece... Bu mudur?

powered by ODEO
Pazarlamanin gelisimine bakalim, oncelikle ilk baslarda amac yaratilan urunu mumkun oldugunca genis bir kitleye duyurabilmekti, bunu yapmak icin urunu tanimak ve genel ozelliklerini bilmek yeterliydi. Pazarlamada ilk cigir atlama "urunu tanittigimiz marketi tanima fikri" oldu, boylelikle urunu bu markete gore tanitabilecek, bir bakima onlarin ihtiyaclarini dusunerek pazarlayabilecektik. Ikinci cigir atlama pazarlama yollarinin artmasi ile yasandi, dergiler, radyo, televizyon, internet... Boylelikle hedefledigimiz markete cok kisa surede ve farkli yollardan ulasabiliyorduk. Bundan sonra da carpici bir kac yenilik olsa da hicbiri cigir acicak nitelikte olmadi bence. Peki bir sonraki cigir acicak pazarlama mantigi nedir? Bence bu "pazarladigimiz urunu sahiplenebilmek"...

Peki pazarladigimiz urunu nasil sahiplenebiliriz? Siz bir sirketin pazarlama departmaninda calisiyorsunuz, onunuze bir urun konuyor, deniyor ki size bunu en iyi sekilde pazarla. Siz ilk olarak urunu tanimakla basliyorsunuz, urunu tanidikca bu urun ile ilgilenebilecek marketi tanimaya basliyorsunuz, urunu bu markete en iyi sekilde tanitacak ve pazarlayacak kampanyalari yaratiyorsunuz sonra da urunu satiyorsunuz ve bu noktadan sonra isiniz bitiyor. Oyle mi? Artik bu yeterli degil... Yazinin bundan sonrasini bir pazarlamaci ile diyaloglar seklinde sunuyorum;

Pazarlamaci ile diyaloglar:

Siz bir pazarlamaci olarak sattiginiz urunun sunuldugu marketi en iyi bilen kisi degil misiniz? O zaman bu markette "havayi koklayan kisi" olmaniz gerekmez mi, o marketin ihtiyaclarini en iyi bilen kisi olmaniz gerekmez mi?

-Peki ben bunu bilsem nasil isime yarar ki, eninde sonunda onumde duran urun belli, onu degistiremem ya... Urunu yaratanlar muhendisler (veya her ne uzmaniysa) ve pazarin ihtiyaclarini bilmek onlarin gorevi, bu benim isim degil ki...

Iste yanlis olan kafanizdaki bu dusunce bicimi, bu urun artik sizin! Pazarlamacinin gorev tanimi degisiyor artik; pazarlamacinin gorevi onundeki urunu en iyi sekilde pazarlamak degil, onundeki urun ile pazarladigi kisi arasinda bir kopru, bir bag olusturmak, onundeki urunu sahiplenmek ve onu en iyi sekilde gelistirip pazarlamak. Ancak bu sekilde pazarladiginiz urunun pazarlamasindan en yuksek sonucu elde edebilirsiniz.

-Peki diyelim ki "marketin havasini kokluyorum, ihtiyaclarinin farkina variyorum" Bunu nasil onumdeki urune aktarabilirim ki? Bu yastan sonra bir de muhendislik egitimi alip bir de bu urunun dizayni ile mi ugrasayim?

Hayir su anda pazarladiginiz urunu belki degistiremezsiniz ama urunu yaratanlara bir "geri-besleme" verebilirsiniz, onlara kokladiginiz marketin ihtiyaclarindan bahsedebilirsiniz boylelikle bir sonraki urunde sizin de fikirleriniz goz onune alinir. Boylelikle bir sonraki pazarladiginiz urun daha basarili olur.

-Hmm peki baska nasil sahiplenebilirim urunu?

Musterinin isteklerini tercume ederek, bak sana daha once de bahsettigim bir hikayeyi anlatayim;
Japonya'da eski ve koklu bir camasir makinesi ureticisi varmis, bunlarin basarili ve cok satan bir modeli varmis. Bu model ozellikle dayanikli ve uzun omurlu olmasiyla unluymus ve servis istegi cok dusukmus fakat bir sure sonra ozellikle kirsal alanlardaki kullanicilardan servis hizmeti icin yogun bir geri gonderme yasanmis. Uzun sure bunun sebebini arastiran sirket en sonunda sebebi bulmus. Uzun suredir dayanikliligi ile unlenen bu camasir makinesini kullanicilar sadece kiyafetlerini degil, patateslerini yikamak icin de kullanmaya baslamis! Cunku tarimda bu patatesleri yikamak icin satilan makinalar bundan cok daha pahaliymis. Bunun uzerine japon sirketinin yaptigi hamle ise cok sasirtici, onlar urunun uzerine lutfen patateslerinizi bu makinada yikamayiniz yazmamis ya da bu sebeple bozulan urunler garanti kapsami disindadir dememis, aksine onlar makineyi gelistirip patates yikamak icin bile dayanikli hale getirmis. Servise gonderilen makine sayisi aniden dusmus, makine satislari buyuk oranda artmis. Bu hamle ile sirket hem teknik servis ihtiyacini dusurmus, hem pazar payini genisletmis (patates yikama makinasi alanina girerek) hem de musteri memnuniyetini kazanmis.
Bak pazarlamaci bu hikayede kullanicilarin makinede patates yikadigini muhendisler farketmis halbuki pazari ve kullanicilari en iyi taniyan olarak senin farketmis olman gerekmez miydi? Kullanicilarin isteklerini tercume edebildigini dusun bu ornekte, kullanici pazarini sadece camasir yikayan ev kadini olarak dusunurken bir anda pazara patates ureticisi ciftciler de katilmadi mi? Pazarini kendi kendine genisletmez miydin kullanicinin isteklerini tercume edebilsen? Buyuk bir pazarlama basarisi olmaz miydi eger pazarladigin urunu sahiplenseydin?

-Tamam ornegini anliyorum, peki baska neler yapabilirim?

Bilmem dikkatini cekti mi, su son yillarda bir "kullanilabilirlik" furyasi basladi... Uretilen urunlerde olsun, internet sitelerinde olsun, neredeyse herseyde... Peki pazarlamaci bu furyayi sen sadece uzaktan mi izliyorsun? Sen hic hazirladigin pazarlama kampanyalarinin kullanilabilirligini dusunuyor musun?

-Pazarlama kampanyasinin kullanilabilirligi mi?

Elbette, pazarlama kampanyan da sonucta bir urun degil mi? Bu urunu sunarken kullanicilarini dusunuyor musun? Mesela bir reklam kampanyasi yaptin diyelim, bu kampanya "kullanici ile ne kadar arkadas"? Senin yeni amacin kullanici ile urun arasinda bir kopru olusturmak degil miydi? Iste bu kopruyu kullanici dostu kampanyalar yapmadan nasil olusturabilirsin ki?

-Ama bir pazarlama kampanyasinin kullanilabilirligi nasil olculebilir ki?

Urunlerin nasil olculuyorsa aynen oyle... Mesela sen bir reklam kampanyasi hazirladin degil mi, bu reklami yayinlamadan once "disaridan" bir grup gonullu kullanici bulursun, onlara bu reklami izlettirirsin ve izlerken onlarin hislerini sorarsin, bu reklamin ilgilerini cekip cekmedigini sorarsin, neden boyle hissettiklerini arastirirsin ve kullanicidan aldigin geribesleme ile gozden gecirirsin kampanyani... Taa ki kullanici ile arandaki o kopruyu yaratmak icin uygun reklam filmini elde edene dek. Veya istersen sadece bir reklam yonetmeni tutup onun icgudulerine de guvenebilirsin hic bir bilimsel methodoloji kullanmadan su anda yaptigin gibi ama bu durumda basarin biraz piyango gibi olmaz mi?

-Hmm anliyorum, yani artik kullanilabilirlik konusunda da uzman olmam gerekicek.

Son birsey daha var, diyelim ki sen bir urun satin aldin, iki gun sonra bozuldu. Ne yaparsin?

-Aldigim yere geri gotururum...

Iste aldigin yer urunun pazarlamacisi degil mi aslinda? Senin bu urunu satin aldigin kisi onu pazarlayan kisi degil mi? Guvenini kazanip sana bu urunu satan pazarlamaci degil mi? O halde sen bir urunu sattiktan sonra gorevin bitiyor mu? Kullanici o guven koprusunu seninle kurdu simdi sen onlari hic tanimadiklari ureticiye mi gondericen? Ama hani kullanicinin sesini en iyi sen tercume edebiliyordun, ureticideki muhendisler ile tuketici iletisim kurmakta zorlanmaz mi?

-Ne yani bir de urunun satis sonrasi destegini de mi ben yapicam?

Destekden kastina bagli, kimse senden bozulan urunu tamir etmeni beklemiyor ama tuketici ile pazarladigin marka/urun ile bir kopru kurmani bekliyor. Bu urun artik senin de urunun, senden tuketici ile uretici arasinda bir tercuman olman bekleniyor.

-Peki bunu nasil yapabilirim?

Pazarladigin urunu pazarlarken hic kullanicidan gelecek geri beslemeyi onemsiyor musun? Yoksa sadece bir urunu pazarlarken o urunun iyi yanlarini alip buyuk reklam kampanyalari ile tuketicinin gozune sadece iyi yanlarini gosterip eksik olan yanlarini gormezden mi geliyorsun? Pazarlama kampanyalarinda tuketici ile etkilesim kurmaya ozen gosteriyor musun? Iste oyle bir pazarlama kampanyasi yapmalisin ki tuketici ile etkilesime gecsin, oyle bir kampanya olmali ki urunu sattiktan sonra bile tuketiciden geribesleme alabilmeli boylece bu geribeslemeyi gerekli mercilere (ureticiye) bildirebilirsin. Artik urunu satmak onemli degil, bu satisi surekli yapabilmek onemli olan, bir marka yaratabilmek onemli olan, bunun icin de tuketicinin sesini dinlemen, onlarin takdirini kazanman gerekir.

-Hmm, bir ornek verebilir misin?

Mesela bir kamera pazarliyorsun diyelim, pazarlama kampanyanda anlattigim sekilde kullanicinin sesini dinlemeye karar verdin, ilk olarak reklam kampanyani hazirladin ve yukarida anlattigim sekilde kullanilabilirlik calismasini da yaptin. Hersey cok guzel, urunu satarken kullanici hakkinda bilgi de topladin ki ilerideki kampanyalarindan onu haberdar edebilesin... Bu da guzel ama dikkat ettin mi hala tek yonlu bir yol insa ediyorsun? Geri besleme icin cift yonlu bir yol insa etmelisin ki kullanici sana derdini anlatabilsin. Peki milyonlarca kullanicinin istegini nasil dinleyebilirsin? Musteri hatti telefon numarasi ile mi? Bu biraz... nasil desem "ilkel" kalmiyor mu bu cagda? Internet diye birsey var, hani senin sadece reklam koymak icin kullandigin bir arac. Iste biliyor musun bu harika bir cift yonlu iletisim araci aslinda. Sadece potansiyelini kesfetmen icin seni bekliyor. Urunu sattin diyelim, pazarlama kampanyanda kullandigin internet sayfasinda bir bolum acsan... Desen ki "bu urunun hatalarini bulan kullanicilarimiza bir yillik fazladan garanti suresi ekliyoruz" Simdiye kadar gelen butun urun hatalarini sayfanda yayinlarsin boylelikle kullanici bulunmus bir hatayi tekrar yollamaz sana. Ya da mesela desen ki "bu urunun gelistirilmesini istediginiz yonlerini bize bildiren kullanicilarimiza ekstra bir yil garanti suresi veriyoruz" Gene herkes listelese... Urunun garanti suresi 2 yil miydi? Birkac kisiye fazladan bir yil garanti suresi kapsami vermenin sana maliyeti nedir allah askina? Peki sayfana giren kullanici senin diger urunlerini de gormeyecek mi sayfanda? Bedavaya reklamini yapmiyor musun? Bunun disinda kullanici ile etkilesime gecmedin mi? Bu etkilesim sonucu kullanici senin urunun icin fikir yuruttu ve bu deneyimini arkadaslarina da anlatti. Pazarlamaci sen daha iyi bilirsin, bu modern cagda bile en etkili pazarlama kulaktan kulaga pazarlama degil miydi? Bu etkilesim sonucu kullanici ile senin pazarladigin marka arasinda bir bag olusmadi mi?

Bak baska bir fikir daha, calistigin sirket bir yil sonra yeni bir kamera modeli ile cikicak degil mi? (kullanicilarin isteklerini de goz onune alarak hem de) Ama kullanici daha bir yil once senden kamera almis, hemen yeni bir modelini alir mi? Bence biraz dusunur... Der ki eski modeli ne yapicam o zaman, 2 tane kameraya ihtiyacim var mi? Peki ya sen desen ki "bize hatalarimizi/fikirlerini bildiren" butun kullanicilarimizin eski makinelerini geri aliyoruz (bunlari 2.el olarak satabilirsin veya recycle yapabilirsin) ve yeni makina uzerinden su kadar indirim olarak sayiyoruz. Ne oldu? Fazladan bir yil garanti vermistin ya, kullanici bunu kullanmaya gerek bile gormedi cunku 1 yil sonra yeni urununu aldi. Bak sifir maliyetin oldu, bak surdurulebilir bir pazarlama kampanyasi yaratmis oldun iste, kullanici ile bir bag yarattin iste, kullanicinin sesini dinlemis oldun iste, sadece urunu satmaya calisan basit bir pazarlamacidan farkli oldun iste, urunu sahiplendin iste!

-Tamam anliyorum ama bu sefer de benim sana son bir sorum olucak, sen verdigin ornekler de benim uzerime marketin ihtiyaclarini tanima gorevini yukledin, musterinin isteklerini tercume etme gorevini yukledin, kullanilabilirlik calismalari yapma gorevini yukledin, satis sonrasi destek gorevini yukledin... Peki bu biraz fazla olmuyor mu? Yani sirketin muhendisleri bos mu duracak, sirketin halkla iliskileri bos mu duracak, sirketin teknik servisi bos mu duracak? Uzerime biraz fazla yuk binmedi mi sence?

Hah bence az bile yuk var uzerinde, mesela senin muzik akimlarini da takip etmen gerekiyor?

-Muzik mi? Anlamiyorum...

Pazarlamak istedigin urunu bir film olarak dusun, bu urunu yaratan muhendisler, fabrika calisanlari senin aktorlerin, pazarlamak icin kullandigin reklam kampanyalari senin filminin fragmani ve sende tum bunlardan sorumlu yonetmensin... Muzik ornegine gelince, Stereo Total adli bir grubun "I love you, ONO" adli bir sarkisi vardir. Bu sarkiyi dinlerken benim ve cogu kisinin aklina ilk ne geliyor biliyor musun? Sony Handycam reklami! Iste Sony'nin yonetmeni (pazarlama takimi) filmlerinin (Sony Handycam urunu) fragmani (reklami) icin bu sarkiyi secmislerdi 2005 yilinda. Bu sarki daha once cok az kisi tarafindan biliniyordu ve bir anda unlu oldu. Peki neden bu sarki secilmisti? Cunku urunun hitab ettigi genc tuketicilerin muzik zevki ile uyusuyordu ve genc tuketici tv acikken mutfakta baska bir sey ile ugrasiyor olsa bile bu sarki caldiginda televizyona bakiyordu hemen. Sony'nin pazarlama takiminin bunu muzik akimlarini takip etmeden bilmeleri mumkun degildi.


Uzerindeki yuke gelince, bak pazarlamaci, yukarida sana modern cagin kucuk capli ronesans muhendislerinden bahsetmistim degil mi? Iste senin de modern cagin kucuk capli ronesans pazarlamacisi olman gerekiyor. Kimse senden herseyi tek basina yapmani beklemiyor ama senden hersey hakkinda bir fikir ve vizyon sahibi olmani ve bu fikirlerin ile geri besleme yapmani bekliyor. Artik yeni devirde muhendis de pazarlama hakkinda birseyler bilmeli, sen de muhendislik hakkinda birseyler bilmelisin ve diger tum alanlar icin de gecerli bu. Ancak boylelikle mukemmel bir takim calismasi yapabiliriz, ancak boylelikle birbirinizin dilini anlar ve fark yaratabiliriz. Ben hicbir pazarlama egitimi almadan bunlari gozlemleyebiliyorsam sen de hic muhendislik egitimi almamis olsan bile gozlemlerinle bana cok sey ogretebilirsin.

Iste pazarlamaci hani hep sunumlarinda fark yaratmaktan bahsedersin ya, fark boyle yaratiliyor iste. Hadi artik pazarladigin urunu satman gereken bir yuk olarak gormekten vazgec, onu sahiplen pazarlamaci. Hadi uyan artik pazarlamaci, bu cagi kacirmadan uyan...

2 Ocak 2007

Eski insanlar

Eski kitaplari okudukca, filmleri seyrettikce sanki o zamanin insanlari birbirlerini sevdikleri icin evleniyorlarmis ve ihtiyac duyduklarinda sevisiyorlarmis. Simdilerde ise insanlar sevismeyi sevdikleri icin sevisiyorlar ve ihtiyac duyduklarinda evleniyorlar gibi geliyor bana. Nasil bu kadar degistik?

Not: fotograf Sunrise: A song of two humans adli filmden.

29 Aralık 2006

Aktivizm, Sirketler, Pazarlama ve Nike

Aktivizm'i kelime anlami olarak sosyal veya politik bir degisimi gerceklestirmek icin bilincli olarak yapilan eylem olarak aciklayabiliriz. Bilgi cagindaki hizli teknolojik gelismeler ve bireysellesme mantiginin yayginlasmasi ile olusan bir bakima asosyal ve apolitik nesile tepki olarak mevcut dunya duzenini degistirmeye yonelik, politik olarak fazla olmasa bile ozellikle ekolojik anlamda aktivist yaklasimlarin sayisi artmakta gunumuzde. Aktivizm genellikle genc nufus tarafindan fikirlerini duyurmak ve dikkat cekmek amaciyla kullanilir.

Eger gecmise bakarsak belki de bu aktivist yaklasimin bir akim gibi donemsel olarak belli donemlerde yukseldigini gozlemleyebiliriz, yuksek oranda aktivist 60'li ve 70'li yillardan sonra gelen 80 ve 90'li yillarda hayata karsi oldukca pasif ve bireysel bir bakis acisi oldugunu gozlemlemistim ben. 2000'li yillarda ise artan cevresel kaygilar, politik yolsuzluklar ve benzeri etkilerin sebebiyle tekrar yukselise gecen bir akim olarak goruyorum. Belki de zaman uzerinde bir sinus dalgasi seklinde etkinlik gosteriyor olabilir aktivist eylemler. Bunu da etkime-tepkime mantigi ile aciklamak mumkun.

Peki gecmisteki aktivist eylemler ile bugunku eylemler arasinda nasil bir fark var? Gecmisteki eylemler daha politik mesajli, sivri ve bir bakima "catismali" ve atesli gecerken bugunku eylemlerin buyuk cogunlugu daha cok dikkat cekme ve boykot etme ozelligi tasimakta. Ozellesmis ve objektifligini kaybetmis buyuk medya kuruluslarinin haber yapma niteligi gormedikleri olaylari halka iletebilmek icin dikkat cekme ozellikli ciplak boykotlar ornek gosterilebilir. Greenpeace'in yaptigi bir cok eylem de modern aktivist eylemler arasinda sayilabilir.

Peki zaman icinde degisen baska ne var? Bu zaman icinde sirketler profesyonellesti, pazarlama yontemleri gelisti, internet ortaya cikti, haberlesme degisti ve yavas yavas kafalardaki anlayis da degisiyor. Artik bilgi cagina girdik, insanlar para ile bilgi satin aliyor, bir urun yaratirken kullanilabilirlik deneyleri yapiyorlar kullanicidan geri besleme alabilmek icin ve bilgiye epey yatirim yapiyorlar.(ben daha iki hafta once Mountain View'da Google'in merkezine gittim kullanilabilirlik testi icin ve saatine $75 veriyorlardi) Internetteki son gelismelere bakarsaniz hepsi kullanici katilimi odakli ve bilgiyi farkli sekillerde islemeye dayaniyor. Kisacasi her turlu bilgi, her turlu katilim ve her turlu geri besleme bugun sirketler ve pazarlamacilar icin cok degerli. Unutmayin ki Myspace buyuk miktara satildiginda bunun sebebi "ustun ve essiz" internet siteleri degil, yuksek orandaki uyeleri yani katilimcilari sebebiyleydi ve bu da pazarlamacilar icin buyuk bir pazar demekti.

Sirket yonetimleri ve pazarlamacilar ne kadar oranda bu yeni gelisime ayak uydurabiliyor sizce? Sirket yonetimi icin en onemli gostergelerden biri calisanlarin motivasyonu ve katilimi degil mi? Peki motivasyonu dusuren etkenler hakkinda geri bildirim almaktan neden hala korkuyor sirket yonetimleri? Neden calisanlarin fikirlerini dinlemek sanki "is disiplinine" aykirilik veya "lackalik" olarak goruluyor cogu yonetici tarafindan? Tam tersine bir model dusunun, oyle bir sirket ki kendi icinde "is akisini aksatmayacak" sekilde sirket ici aktivizmi destekliyor! Yani diyor ki eger sizi sirket icinde rahatsiz eden ve yanlis gittigini dusundugunuz bir sey varsa bunu is akisinizi aksatmayacak bir sekilde aktivist ve ilgi cekici bir yaklasimla protesto etme hakkina sahipsiniz. Bu hakka sahip olan calisan resmi dilekcelerle bogusmak yerine uzerinde "Kahve makinesinin bir an once tamir edilmesini istiyoruz!" yazili bir levha asili olarak isyerine gelebiliyor. Bu elbette ki isyerine biraz renk ve ozgurluk katacaktir. Bundan sonraki adim yonetimsel kararlarda tum calisanlarin soz hakki olmasi ve bir etkilerinin bulunmasi olabilir mesela.

Pazarlamacilar acisindan dusunursek, bugune dek bir cok kullanici/katilimci odakli internet sitesi fikri gordum yeni nesil internette ama acikcasi hic beni etkileyen dogru duzgun reklam ve pazarlama fikri goremedim internette. Simdiye dek internetten reklamlarda yasanan en buyuk degisme icerige gore reklam sunmalari ve belki de videolu reklamlar. Peki pazarlamacilar bu yeni akimdan nasil faydalanabilir? Kullanici deneyimi yuksek, katilimci pazarlama fikirleri ile. Bu verecegim ornekte internet bir arac olarak kullanilacak iletisim icin ve ornek biraz uc gelebilir ama bence hem kullanici ile barisik bir ornek hem de yeni katilimci ve aktivist mantigi cok guzel yansitiyor;

Nike firmasini dusunun, bu firma insan haklari orgutleri tarafindan Guney Asya'da ucuz atolyelerde cok ucuz fiyata isciler calistirmaktan (sweatshop) oturu oldukca elestiriliyor ve Nike urunlerini boykot etmeye cagiriyor. Peki Nike firmasi neden boyle davraniyor calisanlarina? Cunku kar marjlarini yuksek tutmak istiyor bunun icin de ucuz isciden yararlaniyor. O bolgedeki fakir halk da baska is bulamadiklari icin buna razi olmak zorunda kaliyorlar. Peki Nike'in soyle bir kampanya yaptigini dusunun;

"Biz firma olarak calistirdigimiz butun iscilere adil ucretler sunmak istiyoruz, ne var ki mevcut rekabet pazarinda kalmamiz icin bir urunu su kadara mal etmemiz gereklidir. Asagida bir Nike ayakkabisi icin gider tablomuz mevcuttur, bunun disinda Guney Asya'daki fabrikalarimiz hakkinda genel bilgilendirme ve yore ekonomisi hakkindaki diger bilgilere de sitemizden ulasabilirsiniz. Firmamiz bizim rekabet imkanlarimizi da koruyacak sekilde soruna bir cozum veya oneri getirmenizi bekliyor. Olumlu gorulen onerileriniz uygulanacak ve fikir sahibine su kadar odul verilecektir. Ayrica bolge ve fabrikalarimiz hakkindaki bilgi sayfamiz Wiki formatinda olup sizin eklemeleriniz ile de genisletilebilir. Katiliminiz ve duyarliliginiz icin tesekkur ederiz."

Bu hareketle Nike firmasi;
1) Bilincli tuketicileri geri kazaniyorlar
2) Kendileri hakkindaki bir boykot kampanyasini sona erdirmis oluyor
3) Tuketicileri cozumun bir parcasi haline getiriyorlar, yani tuketicilere bir seyleri degistirebileceklerini hissettirebiliyorlar
4) Aktivizme ve duyarli olmaya cagiriyorlar insanlari, bir katilim ortami yaratiyorlar
5) Bu daha once duyulmamis kampanya ile Nike markasinin TV reklamlarindan cok daha etkili reklami yapilmis oluyor
6) Pazarlamanin bir parcasi olan halkla iliskiler kisminda skor hanesine buyuk bir puan ekliyor
7) Ve tum bunlari sirket icinden cok az bir butce ve insan gucu kullanarak basariyorlar cunku asil isi zaten tuketiciler yapmis oluyor.

Iste bir sirket yonetimi ve pazarlamacilar ortaklasa kendilerine dusman gordukleri aktivizmi bu sekilde kendi yararlarina cevirebilirler bence. Son olarak hicbir yonetici ve pazarlamaci degisimden korkmamali aksine onu evlat edinmelidir :)