Yeşili süsleyen sarı papatyalar üzerinde yürürken kirli ama asil yürüyüşlü bir çoban köpeği koyun sürüsünün önünde yaklaşıyor, arkasından gelen trakyalı çoban aleykum selam diyor;
-abe tatbikat mı var gene?
Koyunlardan bahsediyoruz bir süre, tombul kuyruklu olanlar Ankara koyunuymuş, şu ilerideki ağaçlar zararlıymış aslında koyunlar için ama kaymakamları sağolsun yasaklamış o ağaçları, kitaplar gibi ağaçlar da yasaklanabiliyormuş demek ki... İkisinin de özü aynı ne de olsa.
Bir süre manzarayı izliyorum, ne güzel tam ilkbahar günü diyorum yeşil vadinin üstünde bir yere yetişircesine koşturan şişko bulutları izlerken. Tam o sırada ayağımın dibinde çömelmiş hedef mesafe kartı hazırlayan Hacı Çavuş sesleniyor;
-Gomutanım bu sorumluluk sahaları çift çizgiyle mi yapıyoduk?
-Evet Hacı çift çizgi
Arkamızda 50 tonluk tankın homurtulu motor sesi geliyor.
-Hacı hedef mesafe kartları bitince takımı topla garajlara geri dönüyoruz
Tıpkı ilkbahar gibi, asker olmam dışında...
16 Nisan 2008
31 Aralık 2007
Sen Kayseri'li misin Mert Ulaş?
Cuma günü yemin töreninden sonra yılbaşı ile birleştirdiler 3 günlük tatilimiz oldu, hazır internete girebilmişken ilk askerlik anımı da yazayım dedim...
Eğitim döneminde son günler, atış talimleri son hızla devam ediyor. G3, MP5 ve Colt tabanca'dan sonra MG-3 ile atış yapılacak o gün. Araziye çıkardılar bizi MAN otobüslerle atış alanına götürdüler. 5 tane silah var 120 kişi kuyrukta bekliyor, bekleyenler o sırada boş durmamak için ellerinde ki G3 tüfeklerini söküp takıyolar falan. Ben sabah kahvaltı da yapmamıştım, saat öğleden sonra 1 olmuş hala sıra bekliyorum, hava da buz gibi... Ankara soğuğu bir başka oluyormuş, kupkuru bir soğuk. Sıra da numara sırasına göre, benim numara da en sonlarda...
Sonra bir baktım bizim otobüsler gene geldi alana, ben hemen anladım durumu atışı yapmış olanları yemeğe gönderiyorlar. Ben de artık soğuk ve açlığa dayanamıyorum kendi kendime ya ben yemek yiyip dönene dek sıra anca bana gelir zaten dedim. Sessizce atışımı yapmış gibi bindim otobüse, yemeğimi yedim bizi tekrar atış alanına bırakıyor otobüsler. Sonra üstteğmen dedi ki hiç indirmeyin burada bunları direkt G3 200 metre atış alanına götürün dedi. Ben tam "oh bu atıştan yırttım galiba" derken birden otobüsü durdurdular, astteğmen kapıyı açtı;
-Mert Ulaş burada mı?
-Evet komutanım
-Oğlum sen atışını yapmamışın
Hemen indim otobüsten, ileri de atış alanının orada üstteğmen bağırıyor
-Mert Ulaş sen atışını yaptın mı?
-Hayır komutanım
-Eh aferin
Sırtımda G3 tüfeği ile atış alanına doğru heralde hayatımın en hızlı deparını attım. Atış alanından bu sefer yüzbaşı bağırıyor;
-Sen Kayseri'li misin Mert Ulaş?
-Hayır komutanım Ordu'luyum
-Kayseri'ye de uzakmış ama gel bakalım sen şöyle 5 numaralı silaha önüme
-Emredersiniz komutanım
Hemen silahın başına yattım.
-Sen beni tanıyor musun Mert Ulaş
-Tüfek bombası eğitim alanında görmüştüm komutanım ama adınızı bilmiyorum komutanım
-İyi iyi Ankara'da kalırsan daha yakından tanışırız seninle (yüzünde hafif bir gülümseme ile) Hele sen bir vurama da hedefi o zaman görüşürüz.
(İç ses: sıçtık...)
Üstteğmen komutları veriyor o sırada, kurma kolunu çek vs. gibi, başımda ki yüzbaşı;
-Silahı yana yatır
Ben hafif yana doğru dönüyorum
-Sen dönme oğlum silahı yatır
Şimdi MG-3 hafif makineli tüfeğinde yere sabitlemek için 2 ayak bulunur, ben tüfeği yüzbaşının dediği gibi yatırınca ayaklardan biri havaya kalktı... İçimden "ya bunun 2 ayağını boşu boşuna yapmamışlar tek ayak havada nasıl destek alıcam ben 12 kiloluk silah kesin deli gibi de teper" diyorum. (sonradan öğrendim ki 5 numaralı silahın nişan ayarı bozukmuş o yüzden tek ayağını kaldırtmış yüzbaşı)
Normalde bu atış görevinde 5 kere tekli modunda atış yapıcaz ama vaktimiz az olduğu için üstteğmen seri modunda atış yaptırıyor, tetiğe yavaş yavaş basıp yarısında kesmemiz yani 5 mermiyi bir anda değil de 3-2 ya da yapabiliyorsak 2-2-1 şeklinde atmamız bekleniyor. Ne var ki hafif makineli bir tüfekte seri modda namluyu az çekip atışları bölmek ayıptır söylemesi ama erkekler bilirler
Başımda ki yüzbaşı;
-Yuh, beşini birden gönderdin, kesin dağları tepeleri vurmuşundur sen
(iç ses: çok feci sıçtık)
Hemen koşarak hedefin başında hazırolda bekliyorum, hemen peşimden de yüzbaşı geldi. Hedefin başında çömeldi hedefi inceledi;
-Ha s****r Mert Ulaş, şanslı günündeymişin bugün (Bu arada eğitim boyunca ilk defa o gün bir komutanın küfrettiğini duydum, hiçbir şekilde size karşı bir hakaret veya küfür olmuyor)
Hedefte iç yuvarlakta 2 dış yuvarlak içinde 1 tane isabet ile görevi başarı ile tamamlamışım.
-Saol (bu sefer benim yüzümde hafif bir gülümseme)
Eğitim döneminde son günler, atış talimleri son hızla devam ediyor. G3, MP5 ve Colt tabanca'dan sonra MG-3 ile atış yapılacak o gün. Araziye çıkardılar bizi MAN otobüslerle atış alanına götürdüler. 5 tane silah var 120 kişi kuyrukta bekliyor, bekleyenler o sırada boş durmamak için ellerinde ki G3 tüfeklerini söküp takıyolar falan. Ben sabah kahvaltı da yapmamıştım, saat öğleden sonra 1 olmuş hala sıra bekliyorum, hava da buz gibi... Ankara soğuğu bir başka oluyormuş, kupkuru bir soğuk. Sıra da numara sırasına göre, benim numara da en sonlarda...
Sonra bir baktım bizim otobüsler gene geldi alana, ben hemen anladım durumu atışı yapmış olanları yemeğe gönderiyorlar. Ben de artık soğuk ve açlığa dayanamıyorum kendi kendime ya ben yemek yiyip dönene dek sıra anca bana gelir zaten dedim. Sessizce atışımı yapmış gibi bindim otobüse, yemeğimi yedim bizi tekrar atış alanına bırakıyor otobüsler. Sonra üstteğmen dedi ki hiç indirmeyin burada bunları direkt G3 200 metre atış alanına götürün dedi. Ben tam "oh bu atıştan yırttım galiba" derken birden otobüsü durdurdular, astteğmen kapıyı açtı;
-Mert Ulaş burada mı?
-Evet komutanım
-Oğlum sen atışını yapmamışın
Hemen indim otobüsten, ileri de atış alanının orada üstteğmen bağırıyor
-Mert Ulaş sen atışını yaptın mı?
-Hayır komutanım
-Eh aferin
Sırtımda G3 tüfeği ile atış alanına doğru heralde hayatımın en hızlı deparını attım. Atış alanından bu sefer yüzbaşı bağırıyor;
-Sen Kayseri'li misin Mert Ulaş?
-Hayır komutanım Ordu'luyum
-Kayseri'ye de uzakmış ama gel bakalım sen şöyle 5 numaralı silaha önüme
-Emredersiniz komutanım
Hemen silahın başına yattım.
-Sen beni tanıyor musun Mert Ulaş
-Tüfek bombası eğitim alanında görmüştüm komutanım ama adınızı bilmiyorum komutanım
-İyi iyi Ankara'da kalırsan daha yakından tanışırız seninle (yüzünde hafif bir gülümseme ile) Hele sen bir vurama da hedefi o zaman görüşürüz.
(İç ses: sıçtık...)
Üstteğmen komutları veriyor o sırada, kurma kolunu çek vs. gibi, başımda ki yüzbaşı;
-Silahı yana yatır
Ben hafif yana doğru dönüyorum
-Sen dönme oğlum silahı yatır
Şimdi MG-3 hafif makineli tüfeğinde yere sabitlemek için 2 ayak bulunur, ben tüfeği yüzbaşının dediği gibi yatırınca ayaklardan biri havaya kalktı... İçimden "ya bunun 2 ayağını boşu boşuna yapmamışlar tek ayak havada nasıl destek alıcam ben 12 kiloluk silah kesin deli gibi de teper" diyorum. (sonradan öğrendim ki 5 numaralı silahın nişan ayarı bozukmuş o yüzden tek ayağını kaldırtmış yüzbaşı)
(Not: fotoğraf Vikipedi'den alınmıştır)
Normalde bu atış görevinde 5 kere tekli modunda atış yapıcaz ama vaktimiz az olduğu için üstteğmen seri modunda atış yaptırıyor, tetiğe yavaş yavaş basıp yarısında kesmemiz yani 5 mermiyi bir anda değil de 3-2 ya da yapabiliyorsak 2-2-1 şeklinde atmamız bekleniyor. Ne var ki hafif makineli bir tüfekte seri modda namluyu az çekip atışları bölmek ayıptır söylemesi ama erkekler bilirler
"tam işerken yarıda kesip sonra tekrar devam etmekten daha zor bir iş"Ben de ilk defa bu silahı kullanıyorum. Tetiğe yavaş yavaş çekiyorum almıyor, çekiyorum almıyor, sonra birden tııırrt diye 5 mermi birden gitti tek atışta. (Bu arada kullandığım silahlar içinde sesi en az ve en karizmatik silah, tepmesi de neredeyse hiç yok)
Başımda ki yüzbaşı;
-Yuh, beşini birden gönderdin, kesin dağları tepeleri vurmuşundur sen
(iç ses: çok feci sıçtık)
Hemen koşarak hedefin başında hazırolda bekliyorum, hemen peşimden de yüzbaşı geldi. Hedefin başında çömeldi hedefi inceledi;
-Ha s****r Mert Ulaş, şanslı günündeymişin bugün (Bu arada eğitim boyunca ilk defa o gün bir komutanın küfrettiğini duydum, hiçbir şekilde size karşı bir hakaret veya küfür olmuyor)
Hedefte iç yuvarlakta 2 dış yuvarlak içinde 1 tane isabet ile görevi başarı ile tamamlamışım.
-Saol (bu sefer benim yüzümde hafif bir gülümseme)
11 Aralık 2007
O Şimdi Asker
Askerliğimi yapmak üzere yarın yedeksubay tank takım komutanı olarak Ankara Etimesgut Zırhlı Birliği'ne teslim olacağım. Tahmin ediyorum 2-3 ay süreyle bloğa yazı giremeyebilirim.
Şimdilik hoşçakalın.
Not: Yorumları denetleyemeyeceğim için yorumlarınız ben internete girebilene dek gözükmeyebilir.
Şimdilik hoşçakalın.
Not: Yorumları denetleyemeyeceğim için yorumlarınız ben internete girebilene dek gözükmeyebilir.
4 Aralık 2007
Pazarlamada test sürecinde "Toplumsal Çekingeler"
Geçen gün kız arkadaşımla Tophane'de oturuyorduk, garson elinde bir tepsi çayla yanımızdan geçerken bize "muzlu çay" vermek istedi. Beyaz renkli süt gibi çayı görünce pek alışık değil tabi insan, yadırgıyor. Bunun üzerine garson;
Halbuki bunun yerine çok küçük likör bardakları tarzı bardaklara bu çaydan azar azar doldursa ve bunları test ettirse kesinlikle denerdim.
Bence beğenmezsen parasız, 15 gün içinde iade edebilirsiniz vs. tarzı yaklaşımların önünde çok büyük bir engel var. Ben buna "Deneme sürecinde toplumsal çekingeler" adını verdim.
Örneğin yukarıda ki örnekte tüm çayı içip beğenmedim demeye "utanırım", bir arabayı test sürüşüne çıkarırken aklımda hep "ya kaza yaparsam" fikri olacağı için buna "çekinirim", aldığım bir karpuz kelek çıkarsa "karpuzun kelek çıktı bana yenisini ver" demek bana biraz "çingenelik" gibi gelir. Oysa bunların hepsini yapmaya hakkım var ama her seferinde çekingelerim bu haklarımın önüne geçer.
Peki müşterinize yeni bir ürünü onu çekindirmeden denetmeye nasıl ikna edersiniz? Çekingesiz bir pazarlama taktiği nasıl olabilir?
Öncelikle bu söylediğim için pazarlamacılar bana kızabilir ama bazı istisnalar dışında tüketiciler alışveriş sırasında çoğu zaman pazarlamacılardan çok daha dürüst ve düşüncelidir. Ben adamın çayını içerken ya beğenmezsem diye utanıp sıkılırım, ben bir arabayı test sürüşüne çıkarırken ya kaza yaparsam diye ekstra dikkatli kullanırım. Oysa pazarlamacını umurunda değildir, onun tek düşüncesi malını bir an önce satmaktır. Deneme sürecinde tüketici pazarlamacıyı zor durumda bırakmaktan elinden geldiğince kaçınırken, pazarlamacı tüketicinin hissettikleriyle ilgilenmez, malı satıp sıradaki müşteriye geçmek tek amacıdır.
İşte değişmesi gereken pazarlamacının bu süreci yönetimidir. Bu süreçte pazarlamacı tüketiciye;
Mesela bu yeni muzlu çayı verirken küçük test miktarlarında vererek, "bak önce az bir dene beğenmezsen zaten benim kayıbım çok ufak olacağı için dert etmezzsin" mesajını vermeli. Arabayı test sürüşüne çıkartırken "bütün test araçlarımız sigortalanmıştır, olası bir kaza durumunda yalnızca çarptığınız yerdeki hasar size aittir, araba üzerindeki hasarlar size ait olmayacaktır merak etmeyin rahat rahat kullanın" diyebilmeli. Pazarlamacı süreci rahatlaştırabilmeli.
Süreç demişken marketlerde çoğu zaman sucukların test porsiyonlarını size uzatan görevliler görmüşünüzdür. Sucuğu tezgahta kızartıp size küçük bir porsiyon olarak test ettirirler. Buraya kadar herşey hoş güzel de siz hiç tek başına sucuk yediniz mi? Sucukla birlikte en çok ne yenir? Ekmek. Eğer çok küçük dilimler halinde ekmekler kesilse, bu sucuk iki dilim ekmeğin arasında aperatif gibi bir kürdanla sıkıştırılıp sunulsa tadı daha kalıcı olmaz mı? Tabi opsiyon olarak sadece sucuk da sunulabilir ama ek olarak konacak ekmeğin maliyeti ne kadar olabilir ki...
Bunları genelleştirirsek,
-Beğenmezsen parasını almıyorumdedi ama gene de bizi ikna edemedi. Sonra düşündüm neden denemediğimizi... Kaybedecek birşeyimiz yoktu denemek için ama bir şekilde koca bardaktaki çayı sonuna kadar içip sonra da "beğenmedim parasını alma" demek pek hoş olmazdı bence.
Halbuki bunun yerine çok küçük likör bardakları tarzı bardaklara bu çaydan azar azar doldursa ve bunları test ettirse kesinlikle denerdim.
Bence beğenmezsen parasız, 15 gün içinde iade edebilirsiniz vs. tarzı yaklaşımların önünde çok büyük bir engel var. Ben buna "Deneme sürecinde toplumsal çekingeler" adını verdim.
Örneğin yukarıda ki örnekte tüm çayı içip beğenmedim demeye "utanırım", bir arabayı test sürüşüne çıkarırken aklımda hep "ya kaza yaparsam" fikri olacağı için buna "çekinirim", aldığım bir karpuz kelek çıkarsa "karpuzun kelek çıktı bana yenisini ver" demek bana biraz "çingenelik" gibi gelir. Oysa bunların hepsini yapmaya hakkım var ama her seferinde çekingelerim bu haklarımın önüne geçer.
Peki müşterinize yeni bir ürünü onu çekindirmeden denetmeye nasıl ikna edersiniz? Çekingesiz bir pazarlama taktiği nasıl olabilir?
Öncelikle bu söylediğim için pazarlamacılar bana kızabilir ama bazı istisnalar dışında tüketiciler alışveriş sırasında çoğu zaman pazarlamacılardan çok daha dürüst ve düşüncelidir. Ben adamın çayını içerken ya beğenmezsem diye utanıp sıkılırım, ben bir arabayı test sürüşüne çıkarırken ya kaza yaparsam diye ekstra dikkatli kullanırım. Oysa pazarlamacını umurunda değildir, onun tek düşüncesi malını bir an önce satmaktır. Deneme sürecinde tüketici pazarlamacıyı zor durumda bırakmaktan elinden geldiğince kaçınırken, pazarlamacı tüketicinin hissettikleriyle ilgilenmez, malı satıp sıradaki müşteriye geçmek tek amacıdır.
İşte değişmesi gereken pazarlamacının bu süreci yönetimidir. Bu süreçte pazarlamacı tüketiciye;
"bak eğer memnun kalmazsan bile, işler düşündüğümüz gibi gitmezse bile beni zor durumda bırakmayacaksın, merak etme!"hissini verebilmelidir.
Mesela bu yeni muzlu çayı verirken küçük test miktarlarında vererek, "bak önce az bir dene beğenmezsen zaten benim kayıbım çok ufak olacağı için dert etmezzsin" mesajını vermeli. Arabayı test sürüşüne çıkartırken "bütün test araçlarımız sigortalanmıştır, olası bir kaza durumunda yalnızca çarptığınız yerdeki hasar size aittir, araba üzerindeki hasarlar size ait olmayacaktır merak etmeyin rahat rahat kullanın" diyebilmeli. Pazarlamacı süreci rahatlaştırabilmeli.
Süreç demişken marketlerde çoğu zaman sucukların test porsiyonlarını size uzatan görevliler görmüşünüzdür. Sucuğu tezgahta kızartıp size küçük bir porsiyon olarak test ettirirler. Buraya kadar herşey hoş güzel de siz hiç tek başına sucuk yediniz mi? Sucukla birlikte en çok ne yenir? Ekmek. Eğer çok küçük dilimler halinde ekmekler kesilse, bu sucuk iki dilim ekmeğin arasında aperatif gibi bir kürdanla sıkıştırılıp sunulsa tadı daha kalıcı olmaz mı? Tabi opsiyon olarak sadece sucuk da sunulabilir ama ek olarak konacak ekmeğin maliyeti ne kadar olabilir ki...
Bunları genelleştirirsek,
- Yiyecek-içecek gibi ürünlerde küçük test porsiyonları kullanılmalı ve yalnızca ürünü değil o ürünü daha güzel kılabilecek opsiyonlarla birlikte sunulmalı
- Yüksek fiyatlı ve lüks ürünlerin deneme süreçlerinde test ürünlerini sigortalamalı ve bunu müşteriye açıkca belirtmeli
- Mümkünse test ürünlerinden bolca bulundurmalı böylelikle müşteri sizin test ürününüzü beğenmese ya da zarar verse bile yedekte daha birçok ürün olduğunun güveni ile test edecektir.
- 15 gün içerisinde beğenmediğiniz ürünü iade edebilirsiniz demek yerine "Sizin için bu ürünün bir kopyasını iki haftalığına ayırtıyorum, bir sorun çıkması halinde kopyasıyla değiştirebilirsiniz" ya da benzer bir yaklaşım kullanılabilir. Böylelikle tüketiciyi ürperten "iade etmek" anlayışı yerine "sizin için ayrılmış kopyasıyla değiştirmek" kavramı kullanılır.
- İade eden tüketici suçlu değil iade edilen ürün suçludur. İade ve test sürecinde satış elemanları bu yaklaşımı benimsemeli ve iade sürecinde tüketiciyi "sorguya çeker" gibi değil de "tüketiciyi dinleyen" biri gibi, tüketiciyi rahatlatacak cümleler kurmalı ve elinden geldiğince tüketiciden ürün hakkında geri besleme alıp bunları kaydetmelidir.
- Son olarak satış sırasında size bu ürünü satıyoruz mantığı yerine "bu ürünü iki haftalık test edin lütfen" yaklaşımı da etkili olabilir.
27 Kasım 2007
Mezunlar derneği sosyal ağı
Bugün e-postama gelen bir ileti sayesinde San Jose'de ki üniversitemin mezunlar kulubünün de artık kendi sosyal ağını kurduğunu öğrendim. Adına SJSU inCircle demişler.
Yaşanan sosyal ağ patlamasında neden okulların da kendi mezunları için sosyal ağı olmasın ki? Aslında gayet mantıklı. Bu ağa tahmin edebileceğiniz gibi sadece okulun kendi mezunları katılabiliyor. Facebook'tan üniversite arkadaşlarımı buldum demek yerine her okulun kendine ait bir sosyal ağı olması çok daha mantıklı geldi bana. Tabi bizim okulun böyle bir sosyal ağ fikrini ilk entegre edenlerden olmasının sebebi sanırım silikon vadisinde yer alması ama zamanla neden tüm üniversiteler için de bir standart olmasın ki...
Aslında her üniversitenin mevcut öğrencileri için de bir sosyal ağı olmalı, şimdi diyeceksiniz ki her okulun buna ayıracak bütçesi yok ama eğer bir okulun bünyesinde bilgisayar mühendisliği varsa bu sınıflarda ki öğrencilere bitirme tezi veya proje olarak verirsin programlamasını, bunun üzerinden not verirsin bedavaya sosyal ağın olur, çok zor değil gerçekten. Bu sosyal ağda her ders bir grup olur, ders notları, ödevler vs buraya yüklenebilir. Bence her okul için gerçekten faydalı olabilecek bir uygulama.
Yaşanan sosyal ağ patlamasında neden okulların da kendi mezunları için sosyal ağı olmasın ki? Aslında gayet mantıklı. Bu ağa tahmin edebileceğiniz gibi sadece okulun kendi mezunları katılabiliyor. Facebook'tan üniversite arkadaşlarımı buldum demek yerine her okulun kendine ait bir sosyal ağı olması çok daha mantıklı geldi bana. Tabi bizim okulun böyle bir sosyal ağ fikrini ilk entegre edenlerden olmasının sebebi sanırım silikon vadisinde yer alması ama zamanla neden tüm üniversiteler için de bir standart olmasın ki...
Aslında her üniversitenin mevcut öğrencileri için de bir sosyal ağı olmalı, şimdi diyeceksiniz ki her okulun buna ayıracak bütçesi yok ama eğer bir okulun bünyesinde bilgisayar mühendisliği varsa bu sınıflarda ki öğrencilere bitirme tezi veya proje olarak verirsin programlamasını, bunun üzerinden not verirsin bedavaya sosyal ağın olur, çok zor değil gerçekten. Bu sosyal ağda her ders bir grup olur, ders notları, ödevler vs buraya yüklenebilir. Bence her okul için gerçekten faydalı olabilecek bir uygulama.
Ha geriye bir sorun kalıyor, bu kadar sosyal ağ bolluğu arasında biz hangi birini güncellemekle uğraşalım diyebilirsiniz. Benim uzun süreden beri söylediğim, merkezi bilgi dağıtım mantığı aslında tam da bu sorunu çözüyor. Siz paylaşmak istediğiniz tüm bilgilerinizi tek bir yere yüklersiniz (blog benzeri), tüm sosyal ağlarla da bu bloğu ilişkilendirirsiniz ve her bir sosyal ağ buradan bilgileri çekip kendi kendilerini güncellerler. API, RSS ve OpenSocial kavramları aslında tam da bu yöne doğru hareket eden kavramlar. Umarım yakın zamanda merkezi bilgi dağıtım mantığı kabul görür internette.
26 Kasım 2007
Yeni dizayn
Günlüğümün dizaynını sonunda değiştirdim, uzun zamandır aklımdaydı oturdum 3 günde yeni dizaynı tamamladım. Tamamiyle sıfırdan yarattım sayılır. Her ne kadar eski dizaynını da sevsem de sayfa oldukça geç yükleniyordu ve bana biraz çocuksu geliyordu dizaynı. Daha ciddi ama sade, gözü yormayan, kullanışlı ve içerik olarak hiçbirşey eksiltmeden yeni bir dizayn üzerinde çalışmaya başladım.
Buraya tıklayarak da sayfamın eski temasını görebilirsiniz.
- Yan menüyü sola aldım
- Whitespace yani beyaz alan kullanımına ve okunabilirliğe önem verdim
- Sayfanın farklı çözünürlüklerde dinamik olarak aynı görntülenebilmesine odaklandım
- Sayfanın hızlı açılması için gereksiz tüm kodları kaldırdım
- Üst kısımda gizli saklanan bir MacOS tarzı şeffaf bir menü yaptım, buradan fotoğraflarım, çizimlerim, videolarım, müziklerim ve bağlantılar kısmına erişebilirsiniz. Menüyü aktive etmek için fareyi sayfanın en üstüne getirmeniz yeterli.
- Üstte ki menü de bir lightbox script klonu olan LightWindow v2'yi kullandım (görsel şölen)
- Aç kapa artema (başlığa basıldığında açılıp kapanan yan menüler) kullandım
- Sayfada ki tüm reklamlar isteğe bağlı gizlenebiliyor (+/- butonları veya başlığa tıklayarak)
- Fotoğraf ve çizim gösterimleri için flickr slideshow, video gösterimi için dailymotion videoroll, müzik gösterimi için last.fm + deezer, bağlantılar için ise bloglines blogroll eklentilerini kullandım.
- Yazılarda tarih gösterimini daha şık, görsel hale getirdim
Buraya tıklayarak da sayfamın eski temasını görebilirsiniz.
20 Kasım 2007
Garanti (Spamci) Arkadaş
Genelde Amerikan filmlerinde izleriz, para kazanmak için her yol mübahtır zihniyetindeki firmalar ve çevirdikleri işleri. Bu filmler genelde suçluların yakalanıp cezalanmasıyla mutlu biter ama gerçek hayatta pek de öyle değildir işler. Bu kurumsallaşmayla birlikte gelen "para kazanmak için her yol mübahtır" virüsü belki Amerika'dan sonra Türkiye'ye de sıçradı, belki de çok önceden beri vardı ama ben internet üzerinde yeni yeni şahit olmaya başlamışımdır.
Uzun zamandır www.garantiarkadaş.com sitesinden spam e-postalar alıyorum, spam e-posta ne derseniz en basitinden "istenmeyen elektronik postalar" diyebiliriz. Vikipedi'de türkçe olarak "Yığın ileti" adıyla bahsediliyor, buradan daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Benim gibi yüzbinlerce kişiye bu spam postaları gönderiyor Garanti Arkadaş sitesi, Google üzerinde yapacağınız basit bir arama ile Garanti Arkadaş sitesinden rahatsızlık duyanların yazılarını görmek mümkün. Bir kaç örnek: (1), (2), (3), (4), (5)
Garanti arkadaş sitesi yalnızca spam posta atmakla kalmıyor, bir bakıma insanları yanıltarak dolandırıcılık da yapıyor aslında (tebrikler 500 sms kazandınız kampanyası misali) Bunun dışında Msn hesapları hacklenen/ele geçirilen arkadaşlarımın hacklenen e-postalarından Garanti arkadaş spam e-postası gönderiliyor sürekli. Msn şifresi kıranlar bu e-posta adreslerini Garanti Arkadaş sitesine satıyor olabilirler.
İnternette bir proje yaptığınız zaman bunu duyurmak, pazarlamasını yapmak önemlidir evet ama bunun için insanların gizliliklerini hiçe saymak, kaba kuvvetle yüzbinlerce spam eposta atmak tam olarak "para kazanmak için her yol mübahtır" mantığında bir harekettir. Yaptığın iş düzgünse o zaten kendini satacaktır. Spam eposta atmak Amerika ve çoğu gelişmiş ülkede suç olarak kabul edilmektedir, Amerika'da spam mesaj gönderen bir kişi 9 yıl hapse mahkum edildi, İtalya'da ise spam eposta göndermenin 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası var. Türkiye'de spam/istenmeyen/yığın postalar hakkında bir kanun var mı bilmiyorum ama spam postalar yüzünden Türk Telekom şebekesi gereksiz yere meşgul ediliyor ve çok yüksek maddi zarar görüyordur dünyadaki tüm diğer Telekom servisleri gibi.
Genelde spam postalar gönderen şirketler fiziksel olarak pek kendilerini göstermezler ama Türkiye'de gayet rahatlar sanırım, google aramasında hemen şirket için çektikleri tanıtım videoları çıkıyor. Garanti Arkadaş sitesinin mimarları tanıtım için Tuğba Özay'la anlaşmışlar, böyle bir sitenin tanıtımını da bir mankenin yapmış olması nedense beni hiç şaşırtmadı. Garanti Spamci sitemizin tanıtımını Tuğba'dan dinleyelim o halde;
Uzun zamandır www.garantiarkadaş.com sitesinden spam e-postalar alıyorum, spam e-posta ne derseniz en basitinden "istenmeyen elektronik postalar" diyebiliriz. Vikipedi'de türkçe olarak "Yığın ileti" adıyla bahsediliyor, buradan daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Benim gibi yüzbinlerce kişiye bu spam postaları gönderiyor Garanti Arkadaş sitesi, Google üzerinde yapacağınız basit bir arama ile Garanti Arkadaş sitesinden rahatsızlık duyanların yazılarını görmek mümkün. Bir kaç örnek: (1), (2), (3), (4), (5)
Garanti arkadaş sitesi yalnızca spam posta atmakla kalmıyor, bir bakıma insanları yanıltarak dolandırıcılık da yapıyor aslında (tebrikler 500 sms kazandınız kampanyası misali) Bunun dışında Msn hesapları hacklenen/ele geçirilen arkadaşlarımın hacklenen e-postalarından Garanti arkadaş spam e-postası gönderiliyor sürekli. Msn şifresi kıranlar bu e-posta adreslerini Garanti Arkadaş sitesine satıyor olabilirler.
İnternette bir proje yaptığınız zaman bunu duyurmak, pazarlamasını yapmak önemlidir evet ama bunun için insanların gizliliklerini hiçe saymak, kaba kuvvetle yüzbinlerce spam eposta atmak tam olarak "para kazanmak için her yol mübahtır" mantığında bir harekettir. Yaptığın iş düzgünse o zaten kendini satacaktır. Spam eposta atmak Amerika ve çoğu gelişmiş ülkede suç olarak kabul edilmektedir, Amerika'da spam mesaj gönderen bir kişi 9 yıl hapse mahkum edildi, İtalya'da ise spam eposta göndermenin 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası var. Türkiye'de spam/istenmeyen/yığın postalar hakkında bir kanun var mı bilmiyorum ama spam postalar yüzünden Türk Telekom şebekesi gereksiz yere meşgul ediliyor ve çok yüksek maddi zarar görüyordur dünyadaki tüm diğer Telekom servisleri gibi.
Genelde spam postalar gönderen şirketler fiziksel olarak pek kendilerini göstermezler ama Türkiye'de gayet rahatlar sanırım, google aramasında hemen şirket için çektikleri tanıtım videoları çıkıyor. Garanti Arkadaş sitesinin mimarları tanıtım için Tuğba Özay'la anlaşmışlar, böyle bir sitenin tanıtımını da bir mankenin yapmış olması nedense beni hiç şaşırtmadı. Garanti Spamci sitemizin tanıtımını Tuğba'dan dinleyelim o halde;
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)