Öncelikle ilk bölümde sanayileşme devriminden beri süregelen sömürgecilik ve üretim furyalarını bildiğim / gözlemlediğim kadarıyla özetlemek istiyorum;
Sanayi devriminden önce el yapımı, basit makinalar ile üretim yapılıyordu, üretim sınırlı ve tabii ki insan gücüne dayalı uzun bir süreçti. Maliyetler çok daha yüksekti. O zamanlarda ucuz işçi gücüne yani kölelere ihtiyaç vardı ve sömürgecilik mantığı genelde köleleştirme ve hammadde üzerine kuruluydu. Sanayileşme devrimi ile daha az insan gücüne ihtiyaç duyuldu, kölelik sadece hizmet sektörü için devam etti ve asıl olarak ham madde sömürgeciliği hız kazandı. Sanayi devrimi ise bambaşka bir sömürgeciliğin önünü açacaktı, tüketim sömürgeciliği... Sanayi devrimi ile yüksek hızda, düşük maliyette ve yüksek kar marjı ile üretilen mallar kısa sürede malların üretildiği sanayileşmiş ülkelerin kendi iç piyasa ihtiyaçlarını karşılayınca para kazanabilmek için bu mallara dış ticaret yolları bulmak şart oldu. İşte bu dönemden sonra tüketim sömürgeciliği başladı. Tüketim sömürgeciliğinde sömürgeci devlet artık işgal ettiği ülkelerdeki insanları köle olarak ülkesinde çalışmaya getirmek yerine onların ülke iktidarını ele geçirip hiç kendi ülkelerine bulaştırmadan çalışmalarını ve kazandıkları paralarla kendi ürünlerini tüketmelerini sağladılar.
Amerika'nın gelişmesi ve dünyada özgürlük ve insan haklarının yaygınlaşması üzerine Amerika sömürgeci bayrağını modern bir yaklaşımla İngiltere'den devraldı ve işgalci sömürgeciliğin yerine daha modern olan yeni bir sömürge sürecini tanıttı dünyaya, "tüketim kültürü sömürgeciliği" adını uygun gördüm bu mantığa. Bu mantıkla birlikte köleliğe artık ihtiyaç kalmıyordu, bu mantığın yürümesi için insanlar tüketimi benimsemeli ve yabancı bir ülkeye mal satabilmek için o ülkeyi işgal etmek gibi dikkat ve tepki çeken davranışlara gerek olmamalıydı. (Irak işgali tamamiyle hammadde ihtiyacına (petrole) dayalı bir durum bence.) Bu mantığa göre tüketime yönlendirilen insanlar (çeşitli pazarlama ve alttan verilen maddeselcilik mesajları ile) sürekli bir tüketim kültürünün içinde yer alacak ve bu kültür içinde kazandığı paraları gene tüketime yatıracaktı. Bu sistem günümüzde bile çok iyi işlemektedir.
Değişim gösteren sadece sömürgecilik mantığı değildi, üretim anlayışında da köklü değişiklikler oldu. Sanayi devriminden sonra "mass production"ın yani seri üretimin her yönden avantajlı olduğuna inanılıyor, talep olmadığı halde mallar elbet bir gün satılır yaklaşımı ile durmadan üretilip devasa depolarda saklanıyordu. İşte o anlayışta bir fabrikanın deposu ne kadar büyük ve doluysa fabrikanın o kadar değerli olduğu görüşü yaygındı. Şimdi ise bir fabrikanın devasa depolarında bekleyen bir çok ürün görmek pek de iyiye işaret olarak algılanmaz. Bu değişimi başlatan Japonya'da ki Toyota fabrikası oldu. Japonya'nın kısıtlı yüzölçümü sebebiyle toprak fiyatları çok yüksek olduğu için fabrikaların ürettikleri ürünleri depolayacak büyük araziler fabrikalar için olduça yüksek maliyetler demekti. Bunu engellemek için yeni bir üretim anlayışı geliştirdiler, bizim üretim bandımız çok hızlı ve seri olmalı, önce malları üretip sonra tüketiciye satmak yerine önce tüketiciden siparişi almalı, küçük serilerle hızlı bir üretim yapmalıyız ve depolamadan göndermeliyiz dediler. Bu mantıklar Just in Time, push-pull ve Lean üretim felsefelerinin oluşmasını sağladı. Toyota'nın kısa zamanda liderliği ile bu felsefeler tüm dünyada kabul gördü ve günümüzde modern fabrikaların temel felsefeleri olarak görülmektedirler.
Son yıllarda değişen bambaşka bir değişim var, bu değişimi sağlayan güç ise Çin. Şu anda dünyanın üretim merkezi haline gelen Çin düşük maliyetleri ile bütün belli başlı üreticileri kendine çekti. Şu anda dünya üzerindeki sistemde firmalar kendi ülkelerinde prototiplerini tasarladıkları, arge çalışmalarını yaptıkları ürünleri Çin'de kurdukları fabrikalarda kendi kalite standartlarında üretiyorlar. Peki bu ne kadar sürer? Çin daha ne kadar süre ucuz işçi gücü sağlayabilir? Bu kadar yüksek bir nüfusa sahip bir ülkenin tüm vatandaşlarının gelir düzeylerinin artması, yaşam standrtlarını arttırması ve bunun sonucu olarak işgücünün pahalılaşması elbette ki çok uzun zaman alacaktır, işte bu sebeple daha çok uzun bir süre Çin'in dünyanın üretim merkezi olacağını düşünmek yanlış olmaz.
Yazının ikinci bölümünde ise yaklaşmakta olan yeni bir sanayi devriminden ve bunun endüstriye, üretim yaklaşımlarına ve insanlar üzerindeki etkilerine değineceğim.
Abi bu konuları derslerde göre göre baygınlık geldi Belki aynı konuyu 4-5 farklı derste görmüştüm. Bak senin akıbetin kötü, kendine çeki düzen ver okul bitti abi. Akademiyi unutmalı güzel günlere yelken açmalı, gömleginin 3 düğmesini açıp teoman gibi 45 dereceyle tuttugun bira şişesiyle volta atmalısın. ben sana söliyim six sigma ya değinirsin hatta bak şimdiden söylüorum post fordizmvar bunun sonrasında ama bir şeyi altadın hocam "sendikaları" sendikalaşma hareketini:))) onlar köleliğe hayır diyor işçilerin insanca yaşamaları için mücadelelerini veriyorlardı. neyse abi bi tatile çık kapa şu kitapları ansiklopedileri. cola iç hayatı yaşa abi işte fazla takılma :D
YanıtlaSilgüzel bir yazı olmuş, eline sağlık. böyle yazılarını takip etmekten gayet memnunum, sakın birilerinin aklına uyup öyle teomana filan benzemeye kalkma :)
YanıtlaSilFikir Atölyesi'ndeki yorumun da yerinde saptamalarla güzel bir yazıydı. Önceden başka alanlarda yazdığın yorumları çekip blogunda da yayınlayabiliyordun, diye anımsıyorum. Bence imkanı varsa Fikir Atölyesi'ndeki gibi yorumlarını bloguna da almalısın ki gözden kaçmasınlar.
Teşekkürler Lyn, önceden cocomment adlı servisi kullanıyordum ve yorumları oradan yayınlıyordum, tekrar kullanmaya başlarım eğer takip ediliyorsa :)
YanıtlaSil: ) ben teşekkür ederim. hemen kullanmaya başlamışsın. üstelik cocomment, yorumlarını rss ile takip imkânı da sağlıyormuş, ne güzel.
YanıtlaSilmerhaba,thomas friedman'ın bu hoş yazısına burda denk gelmek gayet hoş=) başarılarınızın devamını dilerim
YanıtlaSilMerhaba mobius aslında Thomas Friedman'ı tanımıyorum ve bu yazıyı kendim yazdım ama yazarken etkilendiğim isim daha çok Alvin Toffler'dı, zaten yazının ikinci bölümünde ona daha çok değineceğim. Thomas Friedman'ı hiç okumadım ama sen söz edince araştırdım, bundan sonra onun da çalışmalarını takip etmeye çalışacağım. Teşekkürler.
YanıtlaSilgerçekten çok faydalı ve bilgilendirici bir yazı olmuş. sonuna kadar okudum. bu konulardaki yazılar genellikle sıkıcı, okuyucunun anlamayacağı terimler içeren yazılar olurlar.
YanıtlaSil