5 Mayıs 2007

İki canavar


Deniz ve Maco
Video sent by mertulas

4 Mayıs 2007

Google'da Mert

Türkiye içinden Google'da Mert diye arattığınızda ilk çıkan siteye dikkat ettiniz mi hiç?

Bu site benim ilk web sitesi denememdi. O zaman üniversitenin ilk yılları sanırım 2000 yılı falan... Benim saçlar uzun böyle fotograflarda var çok komik. Şimdi bu siteyi yaptığım zamanlarda Yahoo'nun Geocities adında bir servisi vardı (gençler bilmezler eheh), bedavaya alan veriyordu çok büyük birşeydi o zamanlar için ama tabi reklam destekli... Neyse ben de hemen yaptım kendime bir site, gene o zamanların internet akımlarından etkilenmişim altta kayan yazı ile siteme hoşgeldiniz falan yazıları... Sitede ortada da bir fotograf vardı ama silinmiş o zamanla ahah. Neyse benim bu dandik sitem şu anda Google'da Mert adlı aramada ilk sırada 26,7000,000 sonuç arasından. (en azından türkiye içinden yapılan aramalarda)

İşin boktan yanı da artık Geocities Yahoo Web 360 mı ne olmuş, geocities'e giremiyorum, hiç bir şekilde o siteyi silemiyorum, değişiklik ya da yönlendirme yapamıyorum ve o sitede 1.sırada inatla... Anlayacağınız enkaz bir site olarak birinciliği koruyor kendisi ve bu gidişle ineceği de yok çünkü Blogger'da 2.5 yıldır yayınladığım bloğum bile 3.sırada Mert diye aratınca. Yani 2.5 yılda yetişememişim o ilk yaptığım sitenin popülerliğine. Pagerank'i 3 bu ilk yaptığım sitenin, benim şu anki bloğumun pageranki 4 ama gene de 1. olamıyor.

Benim bir altımda Mert.com alan adını almış 1969 yılında kurulmuş koca şirket var ama 2000 yılında benim Geocities'de yaptığım kıçı kırık sitenin altında kalmış... Ben o fabrikanın sahibi olsam kudururdum :)

Bir de o zamanlar anytimenow diye bir e-posta servisi kullanıyormuşum, eh onun da şifresini unutmuşum, kimbilir ne e-postalar gelmiştir o adrese eheh... Bir de sitede yazmışım "sizin de beğendiğiniz yazı veya fotoğraflar var ise lütfen e-posta ile iletiniz" diye, valla siteyi açtığım zamanlarda bir kişi bile eposta atmamıştı, bundan sonra attıysa da okuyamıyorum kusura bakmasınlar. Neyse eğer benim uzun saçlı halimi merak ediyorsanız 26 milyon 700 bin Mert'in tepesine çıkmış Mert Ulaş'ın ilk sitesine alalım sizi de :)

(not: o zamanlar da penguen-fors takma adını kullanıyordum o yüzden adını öyle koymuşum :) )

Bu arabayla Şişli'ye gidemezsin!

Siz yeni bir araba alıyorsunuz, fiyatta anlaşmışınız parası neyse vereceksiniz sonra satıcı size diyor ki;

-Ha arkadaşım yalnız sen bu arabayla Şişli'ye, Kadıköy'e ve Sarıyer'e gidemezsin !
-Neden?
-Yasak

Böyle bir diyalog çok garip geliyor değil mi? Aslında değil çünkü şimdiden ve bilmeden bu tür yasaklarla dolu birçok DVD oynatıcı, elektronik alet alıyorsunuz.

Normal koşullarda Amerika'da parasıyla satın aldığınız bir DVD'yi Türkiye'de izleyemezsiniz, ha izlersiniz şöyle 5 tane bölge kodu değiştirme hakkınız var, bir amerikadan gelen dvd, bir türkiyeden gelen dvd, sonra bir avrupa bir ingiltere bir de çin'den gelen dvd seyrettiniz hakkınız bitti bundan böyle son kullandığınız bölgenin kodu (bu durumda çin) dışından satın aldığınız dvd'leri izleyemiyosunuz. Teknolojik uyumsuzluk mu? Hah tabii ki hayır, teknolojik olarak hiçbir sorun yok ama bu kilidi yapan kafalar sorunlu... Bunun sebebi tabii ki bazı şirketlerin ticari karı başka hiçbir sebebi yok.

Elbette kısa süre içindebu kod kırıldı ve herkes bilgisayarında istediği bölgeden istediği filmi istediği kadar izlemeye başladı... Yasal mı? Değil, sürekli dünyayı gezen biriyseniz dvd oynatıcınızı 5 kereden sonra çöpe atıp yenisini almanız gerekli bu adamların mantığında, ya da suçlu korsan durumuna düşeceksiniz. Bilgisayarlar da kırıldı ama hala TV'ye bağladığınız çoğu DVD oynatıcı da geçerli olan bir sorun. (onlar da uzaktan kumandadan kod girerek kırılıyormuş galiba) Ha diyceksiniz ki ya ben zaten yurtdışından DVD almıyorum ki hiç... Peki ya bir kaç sene sonra size derlerse ki bundan sonra şu şirketten çıkan DVD'ler den başka DVD oynatamayacaksın cihazında? Sınırlayıcı zihniyetin sonu var mı? İran'da mollalar başbakanları yaşlı başı örtülü öğretmeninin elini öptü diye yaygara çıkarmışlar, neymiş kadın eline değmek günahmış, başbakanda kendini savunuyor "ama elinde eldiven vardı sayılmaz o" diye... Sınırlayıcı mantığın sonu var mı? Biri dini alet ediyor diğeri de parasal kazancını, geri kalan mantık aynı...

Ben bir kaç ay önce bir mp3 oynatıcı satın almıştım, dizayn ve kullanılabilirlik olarak gerçekten çok güzel bir cihaz ama bir sorunu var... Yalnızca windows işletim sistemi altında çalışıyormuş... Yani kısaca cihazı üreten firma Microsoft'dan para yemiş ve sadece Windows Media Player ile senkronize olmasını sağlamış. Linux kullanıcıları diyor ki "tamam siz kaynak kodunu verin, sürücülerini biz yazıcaz" cevap olarak "bu şirket kurallarımıza aykırı" yani Microsoft'un çıkarlarına aykırı. Teknoloji olarak bir yenilik yok kullanıcıya sunulan, aslında sadece Windows uyumlu yapmak için daha bile fazla para harcıyorlar. Şimdi sırf bu yüzden mp3 çalarımı satacağım ve bir daha hiç Iriver markası satın almayacağım.

Şimdi son olarak Digg'de bahsi geçen HD-DVD olayına dönersek, DVD'leri kısıtlamaya çalışan aynı mantık yeni bir teknoloji çıktığında gene iş başında. Eğer bu kod kırılmamış olsaydı hiç bir linux bilgisayar yeni nesil HD-DVD'leri okuyamayacaktı. Tabii bundan kim kazançlı çıkacaktı? Büyük şirketler gene... Parasını verip satın alabilirsin ama linux'ta oynatamazsın diyorlar yani, tıpkı parasını verip arabanı alırsın ama Şişli'ye giremezsin gibi, peki ya Şişli'ye taşınırsanız?

3 Mayıs 2007

Güncel

Bir süredir günlüğüme yazamıyordum, üzerimde bir bezginlik var sebebini bilmediğim ama yavaş yavaş elimi tekrar alıştırmam lazım :)

Yazmadığım süre için de Genelkurmay'dan Türkiye'de internet yeterince kullanılmıyor diyenlere nispet olacak şekilde tahminim dünya tarihinde bir ilk olan sanal muhtıra geldi. Bence bu muhtıranın internet ortamından duyurulması oldukça mantıklıydı çünkü Genelkurmay Başkanı aslında 12 Nisan'da çok benzer açıklamalar yapmış ama pek dikkate alınmamıştı, sanki sadece "Genelkurmay Başkanı'nın sözleri" olarak yorumlanmıştı, benzer ve daha sert dilli bir açıklamayı resmi internet sitelerinden yaptıklarında ise "Askerden muhtıra" adını aldı... Demek ki açıklamayı nasıl yaptığınız bile bir konudaki ciddiyetinizi medya önünde değiştirebiliyor. Bunun dışında internet üzerinden yapılması sayesinde tüm basın organlarına aynı anda, sansürsüz olarak iletilmiş oldu bir bakıma. Tabii ki tüm halka da, üstelik hiç bir kelimesi sansürlenmeden, atlanmadan ve anında. Ordu profesyonel bir kurum olduğu için teknolojiyi kullanması da gayet mantıklı. Gönül isterdi ki muhtıra vermeye ihtiyaç duymasaydı ordu, işler bu kadar gerilmeden uzlaşmacı bir politika izleyebilseydi iktidar partisi...

Bunun dışında hayatımda ilk defa gözlemlediğim, Ankara ve İstanbul'da ailecek piknik gibi gidilebilecek olaysız mitingler yaşandı, gerçekten güzel sahnelerdi. 1 Mayıs mitingi için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim ne yazık ki, o geçmiş yılların kopyası gibiydi. Biraz da çok üst üste gelmişti sanırım olaylar... Polis köprüden geçen neredeyse her arabayı durdurup aramış, herkes çile çekmiş ama düşünüyorum da bir araba infilak etse köprü üzerinde 1 Mayıs günü sanırım bunun etkileri çok daha büyük ve yıkıcı olurdu, o bakımdan kontrolleri çok da eleştiremiyorum.

Sanırım ilkbahar ayları insanların içindeki reform duygularını harekete geçiriyor çünkü reform kokusu sadece ülkemizde değil sanal platformda dünyada da kendini gösterdi. Digg adı verilen ve oylama usulü işleyen kullanıcı tabanlı haber sitesinde HD-DVD lerin kodu kırıldığı haberinin sansürlenmesi üzerine yüzlerce Digg yazarı bu haberi yaymaya başladı ve sonunda pes eden Digg oldu. Bu kod ve arkasındaki yaklaşımı bir sonraki yazımda daha net açıklamaya çalışacağım.

Bunun dışında bana yeni araba alındı. Amerika'ya gitmeden önce peugeot 206 kullanıyordum, kriz zamanında almıştık, sonra Amerikaya giderken babam nasılsa kimse kullanmayacak bu arabayı satalım demişti ben de olur demiştim, kriz dönemi alıp piyasaların açık olduğu bir dönemde sattığımız için o arabanın satışından kar bile etmiştik. Sonra o parayı bankada döviz olarak tuttuk ve ben 2.5 yıl sonra döndüğüm de bankada vadede yatan para daha da artmıştı. İşte o parayla temiz 2.el 14.000 km'de tam donanımlı bir peugeot 307 aldık yani neredeyse masrafsız olarak arabayı güncelledik diyebilirim :) 307'ler için çok elektronik arıza çıkarabildiklerini duydum ama şimdilik gayet memnunum arabamdan, güzel denk geldi bence.

Yalnız yeni araba alırken arabanın ruhsatını üstünüze çıkaracaksanız bir daha düşünün derim tecrübelerimden çünkü kasko firmaları istatiksel bir yaklaşım sergiliyor. Şöyle ki; eğer 20-30 yaş arasındaysanız ekstra, eğer cinsiyetiniz erkekse ekstra ve gene belli araba markalarına göre ekstra kasko ücreti biniyor... (Peugeot'lar da ekstra kasko ücreti alıyorlar çünkü peugeot 106'larına turbo motor taktırıp kanatlandıran ve duvara yazılan yüzlerce türk gencimiz var, onlarda kaza oranlarına bakıp demek ki Peugeot'lar daha fazla kaza yapıyor onlardan daha fazla sigorta parası alalım demişler ki burada aslında bir haksızlık var çünkü arabanın sadece markasına göre karar veriyorlar sanırım halbuki marka ve modele göre karar vermeleri gerekir) Sonuç olarak arabanızı annenizin üstüne alırsanız yaş ve cinsiyet farkından doğan ekstra kasko ücretlerinden kurtulabilirsiniz aklınızda bulunsun.

Son olarak İstanbul'a dönüşümle birlikte tekrar bahçe katında yaşamaya başladım ve haliyle haşere arkadaşlarım beni yalnız bırakmıyorlar. Evimiz İstanbul'un göbeğinde yer almasına rağmen evimizdeki haşere çeşitliliği tropik ormanları kıskandıracak nitelikte. Artık haşereler öyle bir boyuta ulaşmış ki öldürdüğüm bazı örümceklerden neredeyse kan çıkıyor. Biraz daha büyük olsalar "egzotik yemek" adı altında ızgaraları yapılabilir o derecede durum.

Mert Ulaş İstanbul'dan bildirdi, esenlikler dilerim efendim...

22 Nisan 2007

Herşeye rağmen ıııh ıııh

Hani öyle zamanlar vardır ki bazı şeyleri düzene sokmaya çalışırsınız ama hep bir aksilik çıkar her işinizde... Siz de yılmadan herşeye rağmen ıkına ıkına ısrarla devam edersiniz... İşte bu şarkı tam bu tür ruh haline uygun, dikkatli dinlerseniz "ıııh ııh" olarak betimlediğim hissi hissedebilirsiniz şarkının melodisinde...

Herşeye rağmen ıııh ıııh Ray Charles'dan geliyor; Lonely Avenue

Batı medeniyetleri ve anaçlıktan kaçış

Yurtdışında batı medeniyetlerinde bulunduğum süre içinde yaptığım bir gözlem var, hiç herhangi bir batı medeniyetinde bizde ki rahmetli Adile Naşit'e benzer bir karakter gördünüz mü gerek filmlerinde ya da tiyatro oyunlarında?

Amerika'da ilk yıllar kaldığım yabancı öğrenciler için olan yurtta öğrenci temsilciliği yaptığım dönemde Rob adında ingiliz bir çocuk vardı, nazik ve iyi bir çocuktu. Bir gün ofisteyken Rob'a paket gelmişti annesinden, paketi açarken içinden bir mektup da çıktı ve yanımızda sesli okumuştu.
Rob sana sevdiğin çaylardan ve bisküvilerden yolluyorum, kendine dikkat et, annen...
tarzında oldukça kısa bir mektuptu. Oldukça soğuk ve mesafeli gelmişti bana, açıkcası benim annem bana böyle bir mektup yollasa hemen telefona sarılır, 'ne oldu anne kim öldü benden saklamayın' derdim herhalde... Ben dünyanın her yerinde anne sevgisinin aynı derecede kuvvetli evrensel bir duygu olduğunu düşünüyorum, bu sebeple aradaki tek fark bana göre bu sevgiyi gösteriş (veya göstermeyiş) biçimimiz olmalı.

Daha sonra bizdeki ailelerin ilgi ve şefkat gösterme 'merasimleri' ile batılıların bu tür ailevi duygusallıktan kaçışlarının sebeplerini düşünmeye başladım. İki aşığın arasındaki duygusallık duygusunu batılı medeniyetlerde hala gözlemlediğime göre sanki kaçınılan aslında duygusallık değil de anaçlık duygusuydu... (anaçlık duygusu derken lütfen yalnızca annelere özgü bir duygu olduğunu düşünmeyin, bu duygu bence her erkeğin içinde de vardır ama gene toplumsal geleneklerden ötürü bunu anneler kadar göstermezler)

Anaçlık duygusu batılı medeniyetler gözü önünde sanki bir şekilde özgürlüğü ve kişiselliği engelleyen/kısıtlayan bir engel olarak görülmeye başlanmıştı. Bu süreç ne zaman oluştu acaba diye düşünmeye başladım. Tahminim sanayileşme süreci ile başlamış olmalı bu süreç, zamanında gelenekçi ve baskıcı aile düzeninde yetişmiş çocuklar sanayi devrimi ile sürekli ve hızlı gelişen bir dünyanın içinde buldular kendilerini, bu gelişime ayak uydurabilmek için de kendi ayakları üzerinde durmaları gerekiyordu çünkü böyle bir değişimi hiç yaşamamış olan onlardan önceki kuşak bu tür bir gelişim sürecinin ihtiyaçlarını bilememiş ve kendi ebeveynlerinin onları yetiştirdiği şekilde çocuklarını yetiştirmek için bir baskı uygulamaya calışmışlardır muhtemelen, işte bu baskı da aileye ve bir yerde aile kurumuna bir isyan olarak genç nesilde bir tepki oluşmasına yol açmış olmalı. İşte bu şekilde yetişen sonraki kuşaklar belki de farkında olmadan ve çocuklarının üzerinde kendi gördükleri gibi bir baskı kurmamak için anaçlıktan ve aile içi duygu gösterilerinden uzaklaşmaya başlamış olmalılar. Bu biraz da çocuklarda bireyselliğin oluşması için ödenmesi gereken bir bedeldi belki de.

Anaçlıktan kaçış sürecini inceledikten sonra bu yaklaşımın olumlu ve olumsuz yanlarını da düşündüm. İlk olarak olumlu yanları;

Öncelikle bu mantıkla yetişen çocuklar bağımsızlıklarını bizim kültürümüzde yetişen gençlerden çok daha önce kazanıyor (gerek maddi, gerek hak olarak) ve buna bağlı olarak da kendilerine güvenleri daha fazla olabiliyor. Bir bakıma kendi ayakları üzerinde durmayı daha genç yaşta öğreniyorlar. Bunun getirisi olarak da hayat tecrübeleri daha fazla olabiliyor. Bunun dışında bireysel bir mantıkla yetiştikleri için karar verme mekanizmaları daha hızlı oluyor, örneğin anaç bir toplumda yetişen bir genç bir karar verirken genelde ailesine danışma ihtiyacı duyar ve bu da gençlerin kişisel karar mekanizmasında gecikmeye veya sorunlara yol açabilir ve bu sebeple genç içindeki potansiyeli tam olarak su yüzüne çıkaramadığını düşünebilir. Son olarak da aile baskısı ve ebeveyn ön yargılarından uzak bir yaşam yaşadıkları için daha rahat hareket edebilirler.

Şimdi de bu yaklaşımın olumsuz yönlerini düşünelim;

Genç yaşta özgürlüğünü kazanan kişinin aynı zamanda genç yaşta omuzlarına büyük bir sorumlulukta yüklenir, örneğin 18 yaşından sonra ailesinin yanında kalabilmek için ailesine oda kirası ödemesi gereken bir çok yabancı arkadaşım vardı. Anaç aile yapısında çocuk ailesinden ayrılsa bile başına kötü bir durum gelmesi durumunda her zaman anne/baba evine geri dönebileceğini bilir ve bunun güvencesi ile yaşar ama ne yazık ki batı medeniyetlerinde çoğunlukla bu güven yoktur. İşte bu sebeple genç yaşta hayatında bazı sorunlarla karşılaşmış gençler hayatlarında kendilerini tek başlarına hissedebilirler. Bunun dışında aile yaşamının erken yaşta sona ermesi sonucu gençler dış etkenlere karşı daha açık durumda olabilirler, bu etkenlerle tek başlarına mücadele ettikleri için de 'bu yaşıma dek zorluklara tek başıma göğüs gerdim ve hayatta güvenebileceğim tek kişi kendimdir' mantığı ile bireyselliği kabullenirler. Bu mantık da tabii ki ilerleyen yaşlarda aile bağlarının azalmasına yol açar.

Burada aile bağları, bireyselliğin yükselişi ve batılı medeniyetler hakkında başka bir gözlemime de değinmek istiyorum. Hiç dikkat ettiniz mi son zamanlarda popüler "mainstream" denilen Hollywood filmlerinin çoğunda aile içi bağlara değinme ihtiyacı duyuyorlar. Bundan bir yirmi yıl önce ise genellikle asilik, başkaldırma ve çoğunlukla cinsellik konuları önplanda yer alırdı bu tarz filmlerde. Zamanında gençliğin izleyip etkilendikleri bu tür yapımlar sonucu Amerika'da gözlemlerime göre aile bağları ciddi bir yara aldı ve Hollywood şimdi kendi kanattığı bu yarayı gene kendi sarmaya çalışıyor. İstatiksel olarak bilmiyorum ama sanırım amerikan aile yapısında boşanma oranları ciddi bir oranda artış göstermiştir son 20-30 yıl içinde. Parçalanmış aileler içinde yetişen yeni kuşağın ise aile kurumuna karşı olan güvenleri büyük ölçüde sarsılmış olmalı. Myspace sitesinde ilginç bir gözlem yapmıştım, yaşıtım veya daha genç gençlerin çoğunluğu Mysapce profillerindeki çocuk istiyor musunuz kısmına "hayır" cevabını verdiğini gözlemlemiştim. Aslında keşke myspace bu profil sorularına verilen cevapların istatistiklerini gösterse. Behnan arkadaşımın yaptığı ilginç bir başka gözlem var;
"Bence artık doğa daha fazla çocuk yapmamamız, üremememiz için gerekli sinyalleri veriyor"
demişti bu konuları konuşurken (sadece azalan doğal kaynaklar ve tüketimin artışının sonucu olarak değil, daha çok ait olduğumuz doğadan gelen bir enerji gibi). Belki de gelişmiş batılı ülkelerdeki azalan nüfusu bu mantıkla açıklayabiliriz. Kim bilir belki de batı medeniyetlerinde gerçekten veriyordur ve anaçlıktan kaçışlarının sebeplerinden biri de budur ama çin ve hindistan gibi hala anaç olan toplumların doğadan aynı sinyali almadıkları nüfuslarındaki artıştan ortada sanırım...

12 Nisan 2007

Blogger artık tamamiyle türkçe

Yeni farkettim Blogger artık tamamiyle türkçe desteğine kavuşmuş, bakalım Wordpress, Blogcu tarzı servisler ile rekabeti nasıl etkileyecek bu gelişme... Bir de Blogger bloglara sınırsız fotoğraf ekleme hizmeti sunuyor, Youtube ve Google Video gibi servisleri de var... Peki neden hala Blogger içinden direkt olarak video yükleme opsiyonu sunmuyor?