5 Mayıs 2009

Kill Bill Mardin Edition

Dün Mardin'de yaşanan olay bana Quentin Tarantino'nun yönettiği Kill Bill filmini anımsattı. Kill Bill filminde Bill rolündeki David Carradine, The Bride rolündeki Uma Thurman'ın düğününü basıyor ve düğündeki herkesi katlediyordu, hamile olan Uma Thurman şans eseri ağır yaralı kurtuluyordu. Daha sonra Uma Thurman ise intikam peşinde koşturuyor ve film genel anlamda bu intikam öyküsünü konu alıyordu. Film için modern bir kan davası örneği denebilir aslında.
Mardin'de dün meydana gelen olay ise ne yazık ki Kill Bill filmine göre daha az "duygusal" diyebiliriz.
Kill Bill filminde tüm olanların asıl sebebi sonunda "aşk" iken, Mardin'de 3 hamile kadın ve 6 çocuk dahil olmak üzere 44 kişinin öldüğü saldırıyı yapanların sebebinin alabalık çiftliği üzerindeki menfaat olabileceğini belirtmiş bir görgü tanığı.

Peki Türkiye gerçekten "modern bir hukuk devleti" olabilseydi, hukukun ve yargının ağırlığı ülkenin her yerinde eşit olarak hissedilebilseydi bu olay yaşanır mıydı? Ya da hukuk devleti kavramı konusunda bütün vatandaşlar eşit eğitilseydi bu durum yaşanır mıydı? Bunlar ayrı bir tartışmanın konusu sanırım ama bugün kan davası konusunda Elif Savaş Felsen'in çok güzel bir yazısını okudum bloğunda. Bu yazısından alıntılıyorum,
Modern zamanlarda hukuğun ve adalet sistemlerinin güçlenmesine kadar, kan davası toplum düzeninin sağlayıcı bir düzenek sayılıyordu. “Yapma sakın, ben de sana yaparım,” tehdidinden daha etkili ne olabilir? Özellikle güveneceğiniz bir yargı sistemi yoksa. Bir toplulukta tek otorite ailenin kan bağıysa, doğal olarak egemenlik sağlayacak. Otorite (kanunlar, güvenliği sağlama, anlaşmazlıkları sonuçlandırma, vesaire) merkezi sisteme dönüşünce kan davaları da ortadan kalkıyor.
Elif Savaş Felsen'in yazısının tamamını buradan okuyabilirsiniz.

4 Mayıs 2009

Zaman Yönetimi

Son zamanlarda kendimi zaman yönetimmi konusunda hiç beğenmiyorum. Sebebi bahar yorgunluğu olabilir, aylardır bir iş bulamamış olmam olabilir bilmiyorum ama günlerimi yeterince verimli geçirmediğim açık. Aslında suçu iş bulamama veya bahara atmak işin kolay yanı ama beni asıl sinirlendiren kendim, kendimi disipline edememem. Sanırım bir kez motivasyonumu kaybedince tekrar kendimi düzene sokmam zor oluyor ama aslında motive olmamı gerektirecek bir çok sebep de var. Bence geçici ve sıkıcı bir süreçten geçiyorum, bazı şeyleri kavramak için yaşamak zorunda olduğum. Gene de yeniden disipline olmak için elimden gelen tüm çabayı göstermeliyim.

3 Mayıs 2009

Zamanın arasına serpilmiş yapboz parçaları

Yaşam ve ölüm arasında insanların en çok anlamlandırmaya çalıştıkları kavramın aşk olduğunu düşünüyorum. Onu yüzyıllar boyunca öyle yüceltmişler, onu kanıtlamak için o kadar çok çaba göstermişler ki bence bu onu gereğinden fazla şişirmiş ve anlamsızlaştırmış. Hatta çoğu zaman onu ifade eden kelimelere bile taşıyabileceklerinden fazla anlamlar yüklemişler.

Sanırım benim ise onu çoğu insandan daha farklı bir algılayışım var. Çoğu insanın düşündüğünün tersine bence aşk hafiftir, seni hafif hissettirir. Asla yoğun ve ani bir duygu değildr. Zamana yayılmış bir yapboz gibidir aslında, sen zamanla etraftan parçalarını toplayıp onu bir bütün haline getirmeye çalışırsın.

Bugün bir bakış, yarın belki ufak bir gülümseme, başka bir gün ise kimbilir yavaşça saçını düzeltmesi olabilir. Onu oluşturan ufacık anlar vardır, belki de saniyenin binde biri büyüklüğünde ama o anları yaşamak için yıllarca bekleyebilir bir insan. İşte tüm bu anlar bir araya geldiğinde anlamlı bir bütünü, adeta canlı bir organzmayı oluştururlar. Bu yapbozun en güzel yanı ise, eğer doğru anları yakalayabiliyorsan bu yapbozun hiç tamamlanmayacağını bilmemizdir.

Ne var ki bu yapozu çözmeye çalışırken geçen süreçte insan bambaşka bir şeyi daha keşfeder; kendini. Karşınızdaki insanın da senle aynı süreçten geçtiğini anladığımızda ise aslında onun da kendini keşfetmekte olduğunu farkederiz. Bu tıpkı çocukken çevremizdeki çocuklarla birlikte büyümenizi keşfetmemize benzer, aynı keşfetme sürecini paylaşmanın verdiği heyecanı yeniden yaşatır belki de.

Aslında bence onu oluşturan temel madde de sürekli devam eden bu keşfetme sürecidir. İşte bu yüzden bence aşk bir duygu ya da his değil, zamanın arasına serpilmiş yapboz parçalarıdır.

26 Nisan 2009

Once

Once filmini sevgilimle seyrettik, güzel doğal bir film. Pazar günleri için ideal bir film diyebilirim garip bir kategorilendirme olsa da. Film aslında daha çok albüm tanıtımı gibi olmuş. Glen Hansard biraz Damien Rice tadında. Falling Slowly şarkısını aşağıda dinleyebilirsiniz.

23 Nisan 2009

Last FM bundan böyle benim için bitmiştir (Davos şivesiyle)

Efendim Last.FM ekibi karar almış, bundan böyle Amerika, İngiltere ve Almanya dışındaki kullanıcılar Last FM radyolarını ancak ücretli dinleyebileceklermiş, bu ülkelerde yaşayan elit vatandaşlar ise bedava dinlemeye devam edeceklermiş.

Bugün Last.FM'de hergün yaptığım gibi kişisel radyomu dinleyeyim dedim, o da ne deneme sürenizin sonuna geldiniz, bundan böyle radyo dinlemek istiyosanız üye olun diyor. E ben bu servise en az 3-4 yıldır kullanıyorum, ne deneme süresiymiş bu be... Sonra bir baktım önceden bedava olan şeyi, elit ülke vatandaşları dışındakilere aylık paralı yapmışlar. CBS Last.FM'i satın aldıktan sonra böyle ticari şeyler bekliyordum zaten çok da şaşırmadım açıkcası.

Peki ben kendimi enayi gibi hissetmez miyim? Hem benim müzik dinleme verilerimi alacaksın, internet sayfanda gözüme reklamları sokucaksın, hem de karşılığında bana ses kalitesi düşük radyo bile dinletmeyeceksin? Hemen Last.FM alternatiflerini araştırmaya başladım ve tabii ki gene açık kaynak yardıma yetişti. Sizlere Libre.fm'i takdim ederim. Henüz test aşamalarında ama Last.FM kazığından sonra mutlaka desteklenmeli. Şu anda siteden radyo dinleyemiyorsunuz ama dinlediğiniz müziklerin verisini gönderebiliyorsunuz. Henüz çok deneysel o yüzden şimdilik yalnızca karıştırmak istiyorsanız üye olun. Radyo dinlemek için ise Deezer (ülkemizde yasaklı çoğu güzel şey gibi, bakınız OpenDNS) veya Grooveshark (Yakında bu da yasaklanır) önerebilirim.

Ben şimdi Last.FM'de ki bütün verimi Libre.FM'e aktarıcam, sonra Last.Fm'de ki verimi silip hesabımı kapatıcam. Bir daha da gelmem Last.FM'e, bundan böyle Last.FM benim için bitmiştir.

Toprağa gömdüm filizlensin diye

Ergenekon davası kapsamında Poyrazköy'de gene toprak altında cephanelik çıkmış. İstanbul emniyetine atılan bir e-posta ile cephaneliğin yeri tam olarak bulunmuş. Soruşturma devam ediyor ama benim aklıma çok basit bir soru geliyor;

Darbe planlayan birileri bu silahları buraya gömmüş olsun zamanında, peki ortada neredeyse bir yıldır devam eden bir dava var ve bu dava kapsamında onlarca kazı yapılıp silah bulunmuş, bir yıl boyunca bu adamlar güvenlik amacıyla ya da yakalanmamak için demez mi;

"ya şu gömdüğümüz silahları ya başka yere taşıyalım ya da imha edelim" diye?

Darbe planlayacak olan adam bu kadar salak olur mu?

Bir de silah gömmek zaten salakça bir iş, bu insanların deposu yokmuymuş ki? Yani law silahı dediğin alet elektrikli ateşleme düzeneğine sahiptir, toprağa gömüp iki yağmur gördü mü at o silahı çöpe. Gazete kağıdına sarıp, naylona sarıp yalıtım yapılması gülünçtür. Askerlikten biliyorum bırak toprağın altındakini depoda duran G3'leri bile her cuma günü yağlayıp bakım yapmazsan bir yılda kullanılamaz hale gelir silahlar. Bir de bu Law silahı hafif zırhlı araçları hedef alan bir silahtır, darbe yapmak için değişik bir silah seçimi olduğunu söylemek gerekir.

Eğer bir silah gömülüyorsa bir daha bulunulmamak üzere gömülüyordur, vakti gelince kullanırız diye değil, vakti gelince kullanılacak silahı deponda saklarsın. Kirli işlerde kullandığın, üzerinde parmak izi, barut izi olan silahı gömersin. Şimdi silahlara bakıyorum, law silahı, el bombası... Sıfır gıcır gıcır. Şimdi sen sıfır law silahını alıyosun, bozulacağını bile bile toprağa gömüyorsun. Heralde darbeciler o kadar salak ki bu silahların zamanla filizlenip silah ağaçları çıkaracağını düşünmüşler. Başka açıklaması yok çünkü.

(Fotoğraf kaynağı: Ntvmsnbc)